1. YAZARLAR

  2. Cemile Bayraktar

  3. Kürtleri kim destekleyecek?
Cemile Bayraktar

Cemile Bayraktar

Kürtleri kim destekleyecek?

A+A-

Türkiye’nin bir Kürt meselesi var. Kürt meselesinin de birden çok boyutu var; anayasal tanınma, ırkçılık, tek tipçilik, terör, hak ihlalleri ve tarih.

Elips Haber'de yer alan habere göre, Kürt meselesini Osmanlı’ya kadar götürmek mümkün ancak Türkiye Cumhuriyeti şartlarında konuştuğumuz için Türkiye şartlarından başlarsak, “Kürt yok, Kürtlük varsa da Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür, Türkiye Türklerindir” gibi kanıksanmış asimilasyon politikaları maalesef meselenin başlangıcını teşkil ediyor. Zira, Türkiye, tek tipten oluşan bir yapı değil zaten Mustafa Kemal Atatürk’te bunu bildiği için, 1921 Anayasası’nda, kurucu anayasada Türklük vurgusu yok dahası temsil yetkisiyle birlikte Kürt mebuslar var. Ancak 1924 Anayasası ile “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk’tür” şeklinde yapılan revizyon ile bir şekilde yok sayma başlıyor ve akabinde de ivme kazanarak devam ediyor.

Kürt isyanları, Kürt isyanlarını şiddetle bastırma, hatta “katliamlar”, asılan Kürtler, isyan eden Kürtler… derken nihayetinde mesele 12 Eylül zindanlarına, işkencelere, PKK’nın kurulmasına, gözaltında kayıplara, asit kuyularına atılan insanlara, köy yakmalara, sivil öldürmelere, asker, polis, öğretmen öldürmelere kadar geliyor.

Bugün tam bir asır sonra bile çözülememiş tam aksine şiddetle, asimilasyonla, terörle, yok saymayla düğüm edilmiş Kürt meselesi karşımızda buz gibi bir gerçek olarak duruyor. Kürt meselesi yok diyenler, gerçeğe gözlerini kapatsalar dahi… Elimizde kutuplaşmış bir toplum ve bu meselenin ardında bıraktığı binlerce acıdan başka bir şey yok.

Belirtmekte fayda var, bugün devam eden çözüm süreci bir ilk değil, daha önce de birçok kez denendi ancak içeriden ve dışarıdan kaynaklı derin aktörler nedeniyle sabote edildi. Ancak bugün PKK’nın silah bırakmasıyla birlikte çözüme en yakın noktaya varıldı.

Bir asırlık, içinde bunca acı olan mesele birkaç etkin aktörün ağzından çıkan açıklamalarla elbette bıçak gibi kesilerek sonlanmaz. Bu bir başlangıç ve devamı gelmeli zira ancak bu şekilde başarıya ulaşılır. Ve tüm aktörlerin bu sürece katılımı, çözümün nihayete ulaşıp kalıcı olması için önemli. Yani, MHP, AK Parti ve Dem Parti’nin aktif rol oynadığı bu sürece ana muhalefet partisi CHP’nin de dahil olması gerekiyor ancak bir diğer tıkanıklıkta buradan neşet ediyor.

19 Mart’tan bu yana CHP’nin siyaset yapmasının önü, yerel yönetimler eliyle iktidar tarafından kesiliyor. Muhalif seçmene göre bu daraltılmış demokratik ortamda, CHP’ye taarruz varken demokratik bir mesele olan Kürt meselesinin çözülmesi zor; çok da haksız değiller. Buna rağmen CHP Genel Başkanı Özel başarılı bir siyaset yürütmeye çalışıyor ve Kürt meselesinin çözümünde net şekilde süreci desteklediklerini, tabanlarındaki itirazlara rağmen, net şekilde açıklıyor. Bu önemli ve değerli. Ancak…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürt meselesi ile ilgili konuşurken, meseleyi kaşıyan ırkçılığa karşı olarak Türk, Kürt, Arap vurgusu yaparak bir nevi çoğulcu bir söylemden bahsetti, ki bu aslında bir şekilde 1921’de Atatürk’ün yaptığı şeydi, çünkü bu meselenin özünde tek tipçilik var ve Türkiye tep tipten oluşmuyor.

Ve muhalefet, Erdoğan’ın açıklamalarından iki isabetsiz sonuç çıkardı, biri ümmetçilik yaptığı diğeri de AKP, MHP ve DEM’in üçlü bir ittifak kurduğuydu. Oysa mevzu netti, çözüm sürecinde üçlü hareket edilecekti ve Erdoğan’ın ümmetçilik değil çoğulculuk merkezli açıklamaları vardı. Aslında Özel’in çoğulculukla çözüm bulmalıyız önerisinden pek de farklı değildi.

Farkındaysanız, şuraya kadar Kürt meselesinden bahsederken aktörlerden biri DEM Parti ve Kürtler olmalıyken maalesef meseleyi hep iktidar ve muhalefet üzerinden ele aldık. DEM’in meseleye girişi nasıl oluyor derseniz; iktidar çevrelerinden değil ancak muhalif kesimlerden bazı siyasetçiler, yorumcular, gazeteciler, DEM’i meseleye dahil ederken sürekli itham edici bir dil kullanıyor; DEM Parti ve Kürtler, AK Parti ile hareket ettiği için suçlanıyor, önlerinde CHP’nin demokrasi mücadelesi kartı sürülüyor. Yani mesele yine bilindik işlere geliyor; Türklerin demokrasi mücadelesi ya da herhangi bir mücadelesi kadim Kürt meselesinin önüne geçiyor.

Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin devam ettiğine şüphe yok, Türkler kendi aralarında bir demokrasi mücadelesi yürütüyor ancak meselede doğrudan aktör olması gereken Kürtler, tam bir aktör değil de edilgen bir aktör olarak dahil edilmek ve ikinci plana atılmak isteniyor.

Yazımın buraya kadarki bölümünü yazarken henüz Selahattin Demirtaş’la Rawest Araştırma Müdürü Roj Girasun’un yaptığı görüşmeyi görmemiş ve okumamıştım. Şöyle demiş Demirtaş: “Bir pazarlık yok, gönüllü bir silah bırakma var. Sürecin otoriterleşmeye alan açacağı kaygılarına katılmıyorum. Mesele, ‘Kürtler sürecin sonunda kimi destekleyecek?’ noktasında kilitleniyor. Kürtler ana aktör olmaktan çıkartılıp bir yedek güce dönüştürülüyor. Bazen de ‘Kürtler seçimde kimi destekleyecek?’ yerine ‘Seçimde Kürtleri kim destekleyecek?’ diye sorulsun.”

Doğru mu, doğru. Bunu görmek için yıllardır mahpus olan bir Kürt siyasetçi olmanıza da gerek yok, bu, görülmemesi mümkün olmayacak kadar büyük bir realite… Lakin muhalefet çevrelerinden birileri ısrarla bunu görmüyor, görmemek şöyle dursun aynı zamanda bir de “çözüme destek veriyorum ama ne pazarlık döndü, çözüme destek veriyorum ama benim demokrasi sorunum çözülmedikçe Kürtlerin mücadelesi de çözülemez, çözüme destek veriyorum ama Kürtler, AKP ile anlaşırsa destek vermem” diye doğrudan karşı çıkmadığı sürece dolaylı yoldan eleştiri getiriyor. Ve tam bir asırdır canla başla eşitlik ve demokrasi mücadelesi veren Kürtler ne yapıyor dersiniz; sivil Kürtler süreci, barışı ama’sız destekliyor, PKK silah bırakıyor, Kürtler Türkiye çatısı altında varlık gösterecek deniyor, kayyım gadrine uğramış Kürt siyasetçi Ahmet Türk, “CHP’de kayyım varken ben göreve dönmem” diyor. Ancak bu kez mesele bilindik sonla bitmemeli ve Türklerin demokrasi mücadelesi sırasında Kürtlere sıra gelmeden mevzu kapatılmamalı. Bu nedenle, artık mesele Kürtler kime oy verecek, Kürtler, Türklerin demokrasi mücadelesine kendilerinden vazgeçip ne kadar katkı sağlayacak şeklinde değil Kürtlere demokrasi ne zaman gelecek ya da Demirtaş’ın dediği gibi Kürtleri kim destekleyecek olmalı. Sürekli, Türklere demokrasi gelmeden Kürtlere gelmez deniyor ancak görüldüğü üzere Kürtlere demokrasi gelmeden de kimseye gelmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar