1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Kur'an'a Göre Yaşamak Ne demek?Gazze Örneği
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Kur'an'a Göre Yaşamak Ne demek?Gazze Örneği

A+A-

Günümüz İslam dünyasınin içinde bulunduğu durumla Kur’an’ın müslümanlara ilişkin yaptığı tasviri bir araya getirdiğimizde, neden böylesine trajik bir durumda olduğumuzu, neden hasımlarımız karşımızda zillet içinde bulunduğumuzu daha iyi anlarız. “Daha iyi anlarız”dan aslında demek istediğimiz “daha iyi anlayabiliriz”dir, çünkü hakikatte yüzlerce kere veya hergün Kur’an’ı okuyup da dilimizden düşürmediğimiz halde yine de reel durumumuz ile Kur’an arasındaki uçurumlarla ifade edilecek farkı anlayamıyoruz; çünkü Kur’an’ı “anlamak ve yaşamak” için okumuyoruz, Hz. Peygamber (s.a.)’in rivayetlerle gelen sünnet ve siretini de anlamaktan ve peygamber yolunu takip etmekten yoksun bulunuyoruz.

Mesela şu ayete bakalım:

Ve (o mü’minler) haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (42/Şura, 39.)

Bu ayet bize açıkça mü’minlerin başta gelen özelliklerinin kendi aralarında dayanışma içinde olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Kur’an’daki hükümler birbirini açıklar, destekler. Haklarına tecavüz edildiğinde birlik halinde düşmanlarına karşı birleşen müslümanların, bir başka ayetteki tasvirleri, “tuğla taşları”na benzetilmiştir.

En önemli diğer vasıflarından biri mü’minlerin birbirlerini kardeş bilmeleridir (49/Hucurat, 10), kardeş olan mü’minler bir duvarın taşları gibi birbirlerini desteklerler:

Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (61/Saff, 4).

Mü’minlere topluca, tümüne veya bir bölümüne ya da tek bir ferdine saldırı olduğunda, haksızlığa maruz kaldığında bir araya gelirler, dayanaşırlar, kararlılıkla hak ve hukuklarını savunurlar, tehlikeyi savmak için birlik olurlar. İbn-i Cerir’in aktardığına göre Süddi bu ayete şu anlamı vermiştir: Kendilerine haksızlık edenlere aşırıya kaçmadan ve bilinen sınırları aşmadan karşı koymak üzere yardımlaşırlar (bkz. 26/Şuara, 227). Haksızlığa maruz kalanların sınırları aşmaksızın birbirleriyle dayanışmaları ve zulme karşı koymaları bir kere daha (42/41) vurgulanmaktadır.

Ayette geçen “Rasas”tan marsus birbiriyle kurşun gibi kaynamış, kaynatılmış unsurlar demektir. Kurşun hem olabildiğince sert bir madde, hem delici, öldürücüdür. Kelime taşları birbiri üstüne koyup araya küçük taşlar ve harç konup tek parçaymış gibi görünen bina için de kullanılır. Bazılarına göre kelime “dişlerin birbirine kenetlenmesi” demek olan ‘er rasis’ten gelmektedir.

Şu veya bu, her halükarda marsus bize mü’minlerin birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini belirtmektedir. Mü’minler gerek söz ve davranışlarında, gerekse birbirlerine karşı duygu ve düşüncelerinde, gerekse de önlerine koydukları ideallerde birlik içindedirler. “Birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayan” mü’minlerin bu her üç durumda bir olmaları ihtiyari değil, icbaridir. Tabii ki bu mü’minlerin birtakım tabii farklılıklara, çeşitliliğe sahip olmayacakları veya farklılıklarını ortadan kaldırmak üzere sürekli gayret içinde olacakları anlamına gelmez. Her insan biriciktir, farklı özelliklere sahiptir, yüce Allah bir hikmet üzere mahlukatı ve insanı böyle halketmiştir. Farklılık firak sebebi değildir;  mü’min kardeşine karşı söz ve davranış birliği içinde olur, duygu ve düşüncelerinde samimi ve dürüst davranır, onunla ortak idealler paylaşır. Aralarında geçerli yegane ilişki “kardeşlik”ten başka şey değildir. (49/10.)

Birlik ve beraberliği tabir caizse taçlandıran şey Allah yolunda savaşmayı göze almaktır, biz buna “cihad” deriz. Yani eğer mü’minler bir çatışmaya –rekabet, yarışa ve sıcak savaşa- gireceklerse, bunu kendi şahsi çıkarları, aile zenginliği, yakınları veya bağlı oldukları zümreleri için değil sadece Allah için yapacaklar. Allah için çarpışmak demek iyilik, güzellik, adaletin tesisi, paylaşım ve yüksek bir ahlaki hayatın ikamesi, mazlumun ve mağdurun haklarını savunmak amacıyla mücadele içinde olmak demektir. Bu evsaftaki mü’minler kendi iç dünyalarında, davalarıyla olan ilişkilerinde, söylem ve retoriklerinde tutarlıdırlar; Allah’a karşı dürüsttürler, bu yüzden şanı yüce Allah ancak bu evsaftaki müslümanları yani gerçek müslüman olan mü’minleri sever. Nominal olarak müslüman gözükmek yeterli değildir, mü’min müslüman olmak gerekir. İslam aleminde milyonlarca müslüman vardırama neredeyse kahir ekseriyeti mü’min değildir.

Ayetin önceki ayetle ilişkisini göz ardı etmemek lazım. Önceki ayette savaştan söz edip de sıra savaşa çıkmaya geldiğinde sıvışanlar yeriliyordu. Allah’a ve kendine saygısı olan kimse adil ve haklı bir savaştan kaçmaz (8/Enfal, 15). Bu ayette mü’minlerin böylesi bir tutarsızlık içinde olmayacakları, eğer Allah’ın hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak istiyorlarsa bir duvarın taşları gibi birbiriyle dayanışma içinde savaşmaları icap ettiği anlatılır.

Haklı ve adil bir savaştan sıvışmak nasıl büyük bir cürüm ise, müslüman bir topluluk katilamdan geçirilirken, müslümanların şu veya bu bahane ve gerekçe ile, özellikle ulusal çıkar mülahazasıyla onların yardımına koşmayıp kenarda durmaları  ya da daha beteri zalimlerle dostluk, ittifak (velayet) ilişkisi içine girmeleri daha büyük bir cürümdür.

Şimdi Kur’an’ın bu perspektifinden baktığımız zaman, her Allah’ın günü onlarca Gazzeli kadın ve çocuğun, su ve yemek kuyruğuna giren çaresizlerin katledilmesi karşısında müslüman ülkelerin birlik olmamasına, hatta İsrail’le ticari, diplomatik, ekonomik, askeri ve siyasi ilişkiler içine girmesine ne demeli? Bu ülkeler, çokça Kur’an okudukları halde Kur’an’a göre mi yaşıyorlar, politikalarını tayin ediyorlar?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar