1. YAZARLAR

  2. Vahdettin İnce

  3. O kadar uzağa gitme, seni ben bilirim
Vahdettin İnce

Vahdettin İnce

O kadar uzağa gitme, seni ben bilirim

A+A-

Geçen hafta seyahate çıkarken biraz da bir yıl önce başlatılan "Terörsüz Türkiye" sürecinin bölge halkının üzerindeki etkisini gözlemlemek istemiştim. Nitekim Van'dan Diyarbekir'e uzanan çizgide çok değerli gözlemlerim oldu. Van gölü havzası muhteşem bir sonbaharı yaşarken halkın yüzünde bahar gülleri açmıştı. Bu, giriştikleri bir savaşın nihayet barışa evrildiğini görmenin verdiği bir sevinç değildi tabi. Çünkü böyle bir savaş olmamıştı. Çok istenmesine rağmen kötü niyetlilerin yaktığı ateş sadece dağları etkilemiş, biraz da bu ateşin dumanı insanımızı rahatsız etmişti, o kadar. Dolayısıyla halkın sevinci, istemediği ve de bir dahli olmadığı halde kendisinin adına yürütülen ve bütün maddi ve manevi zararları mal ve can kaybı olarak kendisine fatura edilen bir anlamsız çatışmanın son bulacak olmasından kaynaklanıyordu. Yani diyeceğim o ki bölgede barış havası değil ama hayatın normale dönecek olmasından kaynaklı coşku atmosferi hakimdi.

Gece iyice çökmüştü ve Diyarbekir'e ulaşmamıza birkaç saat vardı. Gecenin karanlığında arabanın camından muhteşem dağ ve vadi manzaralarını seyretmenin imkanı kalmamıştı. Bir ara, İstanbul'un yoğun ışığından dolayı görmeye hasret kaldığım yıldızları izlemek geçti aklımdan, fazla gecikmemek adına bu isteğimi içimde tuttum. Karanlık, etrafı görmeme imkan vermiyorsa, dünyayı avuçlarımın içine sığdıran sosyal medya var diye o haber senin bu haber benim sörf yapmaya başladım. Can sıkıntısına birebirdi. Gözüme ilişen bir haber etrafımdaki karanlıktan daha beter canımı sıktı. Çözüm amacıyla kurulmuş Meclis komisyonundan bazı milletvekilleri Dublin'e gidecek ve oradaki çözümü gözlemleyeceklermiş. Tabi bir de tartışma başlamış. Komisyon bu vekilleri resmen mi görevlendirecek, yoksa vekiller resen mi gidecekler? Doğal olarak yıllar önceki ilk çözüm sürecine damgasını vuran, Bask modeli, IRA modeli... tartışmalarını hatırladım. Hatırlamayabilirsiniz ama o günlerde sıkça televizyonlara çağrılıyordum. Bir keresinde kendimi Bask'ından IRA'sına bu yad ellere özgü modellere ilişkin bir tartışmanın tam ortasında bulmuştum. "Bana kalırsa, o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Elimizde Malazgirt, Çaldıran, Kurtuluş savaşı gibi modelleri var. Üstelik bu modellerin başarıları da kanıtlanmış. Yabancı diyarlarda iş görmüş, işe yaramış modellerin bizim buralarda tutması ise bir meçhul" demiştim. Pür-Kemalist bir ortamdı, bu nedenle Batı harici bir modelin olabilme ihtimali bile kimsenin aklına yatmamıştı. "Mürteciye bak, bu çağcıl zamanda bile karanlık ortaçağdan modeller alalım diyor ayol" tarzı kıvılcımlar saçan modern bakışların "iman dolu" sinemin çelikten duvarına çarpıp söndüğünü hala hatırlıyorum.

Bu geçmiş zaman tartışmasının sıkıcılığı göz kapaklarımı iyice ağırlaştırmıştı. Birden şoförümüzü düşündüm. Yakınlarda bir yerde mola verelim, dedim. Bu teklifim kabul gördü.

Siirt'in Baykan ilçesine bağlı Veysel Karani beldesinde mola verdik. Çay, kahve içtikten sonra biraz yürüyeyim diye ayaklandım. Ayağa kalkarken gözüm bahçesine oturduğumuz kahvehanenin duvarındaki Kürtçe yazıya ilişti: "Agir ez'im, av jî ez'im" (Evime ateş düşmüşse onu söndürecek su bendedir) demeye getiriyordu. "Her taşı, her duvarı, her karış toprağı bir mesaj barındırıyor, bir model sunuyor memleketimin" dedim. Uzakta çözümler aramaya gerek yok, kendimize, tarihimize baksak yeter.

Mevlana'nın:

"Negoftemet merov anca ki aşinat menem/der in serab-ı fena çeşme-i hayat menem" (Demedim mi sana oraya gitme, seni en iyi ben bilirim/ Şu yok oluş serabında ab-ı hayat benim) dediği gibi. Bunun için de önce Kürtçenin dile gelmesi gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar