1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Müstekbir
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Müstekbir

A+A-

“İstikbâr”, kibir, kökünden türeyen bir kavram olup, büyüklenme, kendini büyük görme anlamlarına gelir. Bu bir duygu halidir, bu duyguyu taşıyanlar, Allah’ın “en büyük” olma vasfını reddeder, büyüklenir, kendilerini insanlardan ve yaratıklardan üstün görür ve bunun sonucunda haksız bir tahakküm kurmaya çalışırlar.

Büyük olma anlamındaki “kebüra” kökünden türemiş olan kibir, tekebbür ve istikbar birbirine yakın anlamlara sahiptirler. Aynı kökten türeyen diğer kelimeler kebir: büyük; kebîra: büyük şey, çoğulu ‘kebâir’; ekber: daha büyük, en büyük; tekbîr, Allah en büyüktür demek; kibriyâ: büyüklük, yücelik, ululuk ki yalnızca Allah’a isnad edilir; tekebbür: büyüklenme, kibirlenme; mütekebbir: kendini halkın en üstünü sayan anlamındadır. Bu da yalnızca Allah’a mahsustur.  Çünkü bütün faziletler O’na aittir, bütün güç ve kuvvet O’nun elindedir. Müstekbir ise; büyüklenen, kibirlenen, kendini üstün gören demektir.

Kur’ân’ın anahtar terimlerinden biri olan istikbar hem Allah hem de insan için kullanılır. İnsana nisbeti yönüyle istikbar’ın bir özelliği inattır, bu duyguyu taşıyanlar Hakkı ve Hakikat’i kabul etmezler. Kur’an-ı Kerim’de isim ve fiil halinde 48 yerde geçer.

Terimin bu iki kullanımı aynı zamanda dinî ve toplumsal iki önemli olguyu ifade eder. Bir kullanımı yerinde ve olumlu, diğer kullanımı haksız ve olumsuz anlamlar içerir. İnsana ve varlık dünyasında yer alan varlıklara göre büyüklük sadece Allah’a özgü bir sıfattır. Çünkü O yaratıcı, düzen koyucu ve hayat vericidir. Bütün kudret O’nun elindedir. O olmasaydı, hiçbir şey varolamazdı. O’nun dışında kalan her şey sınırlı, sonlu, aciz ve güçsüzdür. Evreni yaratan, insanı varlık âlemine çıkaran, ona hayat, suret, biçim veren, onu rızıklandıran, öldüren, dirilten ve ondan hesap sorup eylemlerine göre karşılık verecek olan, sadece Allah’tır. Bütün bu kozmik ve varoluşsal gerçekler Allah’ın büyüklüğüne tanıklık eder.

Gerçek yaratıcı ve mülk sahibi Allah’la, mukayese edildiğinde, milyarlarca gezegenden bir gezegende yaşayan ve hayatı türlü ihtiyaç ve araçlarla çevrili olan insan, hakikî büyüklüğün kendisine ait olduğunu öne sürse, büyüklense, bu açık bir mantıksızlık ve haksızlık olur.

Ancak insanın, bu mantıksızlık ve haksızlığı yüce bir sıfat şeklinde kendine nisbet ettiği de bir gerçektir. Negatif anlamda istikbar bu insanî düzlemde ortaya çıkar. Bazan insan yaratılışını ve ontolojik gerçeğini gözardı edip Allah’ın kendisine yönelttiklerine karşı büyüklüğe kapılır, yersizce gururlanıp iradesine başkaldırır. (7/A’raf, 36) Kuşkusuz bu, yaratılışın başında yanılgıya düşüp ilk büyüklenme hatasına düşen İblis’in kötü bir geleneğidir. (2/Bakara, 34)  Geçmişte büyüklendiği için birçok kavim, kendilerini doğruya, hidayete ve Allah’ın iradesine tâbi olmaya çağıran peygamberleri yalanlamış, onlara karşı koymuş, böylelikle azaba müstahak olmuşlardır.

Tarihte ve bugün yaşanan bu olayın, toplumsal hayatta izdüşümleri var. Kur’ân-ı Kerîm, toplumların sosyolojik realitelerini tasvir ederken iki sınıfın birbirlerine göre karşılıklı ve fakat çelişkili konumlarından söz eder. Bu iki sınıftan biri güçsüz veya güçten düşürülmüş müstaz’aflar, diğeri de müstekbirlerdir. Müstaz’afları hâkimiyetleri altına alan müstekbirler, bir yandan yukarıda Allah’a ve O’nun gönderdiği peygamberlere karşı büyüklenip isyana geçerler, diğer yandan zayıf, güçsüz ve çaresiz halk kitlelerine, yığınlara karşı aynı büyüklenme tutumunu sürdürürler.

Müstekbirler sınıfının iki kategorik zümreden oluştuğu söylenebilir. Biri önde ve ileri gelenler anlamında olan mele’ diğeri refah ve servet erbabı mütref zümreler. Bu anlamda ilki siyasî, dinî ve idarî kategoriyi, ikincisi ekonomik kategoriyi ve bu kategoriler içinde temerküz etmiş güçleri ifade eder. Devlet güç temerküzü olduğundan mele’ denen önde gelenler askerî, bürokratik ve politik çevrelerdir, biz bunlara iktidar seçkinleri diyebiliriz.

Bir ülkenin mutlak hükümdarı mele’ olabildiği gibi, ona yönetiminde yardımcı olan askerî ve idarî çevreler de mele’ kategorisine girer. Tarihte mele’ dediğimiz önde gelen sınıfların, çoğunlukla büyüklenip zayıfları ezip sömürdükleri, bu yüzden peygamberleri çeşitli işkencelere uğrattıklarını gözlüyoruz. Bundan dolayı mele’ ile istikbar arasında yakın bir ilişki kurulmuştur. (7/A’raf, 75, 88) Bu zümrelerin peygamberlere karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçe, peygamberlerin çevrelerine halktan, sıradan insanları, köle ve yoksulları toplamış olmaları ve bu sınıfları yönetime ortak etmek istemeleridir. Mele’ olanlara göre, bu insanların siyasal katılımda bulunmaya hakları yoktur, çünkü bunlar, aşağılık, sıradan, görüş beyan etmekten yoksun ve “ayak takımı” sürülerdir. (11/Hud, 27) Bu sürüler, ancak seçkin çevrelere hizmet etmek, onlara boyun eğmekle yükümlüdürler.

Mele’ terimi, görüşlerine başvurulan danışma meclisi üyeleri anlamında da kullanılır. (27/Neml, 38) Bu kullanım, terimi nötr gibi gösteriyorsa da, öyle değildir, çünkü eğer danışmanlar kralın veya muktedirin düzeninin yürütülmesini sağlayan fikirlere sahiplerse veya muktedirin yanlış ve zalimane karar ve icraatlarına onay verme makamında iseler, bu danışmanları istikbarın bir parçası kılar. Kur’an bakış açısından genel olgu mele’ ile istikbar arasında varolan kuvvetli bağdır, bu bağ zayıfların, yoksulların ve yoksunların aleyhinde işlemektedir.

Müstekbirler sınıfının diğer bir kategorisi de ekonomik gücü elinde bulunduran “mütref” zümredir. Bunlar bir ülkenin malî, ticarî ve ekonomik hayatını, yer altı ve yer üstü zenginliklerini, değerli kaynaklarını kontrol eder, bu konumları onlara büyük bir refah, servet ve güç katar. Âdil olmayan bir bölüşüm sisteminin emek sömürüsüne dayalı yapısı, böyle zümreleri besleyip büyüten en büyük etkendir. Bir kere servet ve refahı ellerine geçirdiler mi, artık bu zümrelerin büyüklük göstermeleri, Allah’ın hükümlerine, yoksulları ve emek sahiplerini koruyan adil bölüşüm sistemine karşı koymaları onların kontrol ettikleri sosyo ekonomik düzenin esasını teşkil eder. Zalimane düzenin devamı bu sayede mümkün olabilmektedir. Tarih boyunca yoksullardan, güçsüz ve köle sınıflarından yana olan Peygamberlere karşı ilk başkaldıranların istikbarın bir parçası olan mele’ ve mütreflerden olması şaşırtıcı değildir. (17/İsra, 16; 34/Sebe, 34)

Kur’ân’a göre mütref ve mele’, karşılıklı ilişki ve işbirliği içinde müstekbirler sınıfını meydana getirerek yoksul, güçsüz ve köle sınıfları olan müstaz’aflara karşı sosyo politik blok (iktidar seçkinleri) oluştururlar. Bu derin toplumsal çelişki, ikincilerden yana tavır koyan her peygamberin gelişinde istisnasız bütün dehşetiyle ortaya çıkmış, kanlı iç çatışmalara yol açmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar