Gazze "Sarp Yokuş!”
31 Ağustos 2025 günü itibariyle Gazze hastanelerinde son 24 saat içinde aralarında çocukların da bulunduğu kötü beslenme ve açlık sebebiyle 7 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi. Böylece açlıktan ölenlerin sayısının 339’a yükseldi, bunlardan 124’ü çocuktu. Aynı gün İsrail’in saldırıları sonucunda hayatını kaybeden sivillerin sayısı 88, sivil katliam aralıksız her gün sürüyor. Gazzelilerden 11’i yardım beklerken öldürüldü.
Bu ve benzeri haberleri okuyunca aklıma Beled suresi gelir. Surenin 11-20 arası ayetler şöyle:
“11. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. 12. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? 13. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir; 14. Ya da açlık gününde doyurmaktır, 15. Yakın olan bir yetimi, 16. Veya sürünen bir yoksulu. 17. Sonra imân edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. 18. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene). 19. Âyetlerimizi inkâr edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş’eme).20. “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş onların üzerinedir.” (90/Beled, 11-20.)
11. ayet bir önceki ayet kümesi ve sûrenin genel muhtevasıyla bağlantılı olarak “sarp yokuş”tan söz eder. Arapça “akabe” bir vadiden yüksek tepeye doğru çıkan yokuş olup dümdüz olmadığından tırmanması hayli zordur. Tabii ki Araplar akabenin ne olduğunu bilirlerdi ancak yeni bir semantikle taşlı-kayalı dik bir yokuşu tırmanmanın insanın ahlaki ve sosyal tutumunu test eden bir kriter olacağını belki ilk defa Kur’an’dan öğreniyorlardı. Bu yüzden 12. ayet “Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?” sorusunu sormaktadır. Pekiyi, “sarp yokuş” nedir? İnsan hangi fiilleri yaptığında zor bir işi başarmış sayılacak?
Mukatil bin Süleyman’a göre, ayetin inişine sebep teşkil eden Haris bin Amir’dir. Bu adam sürekli günah işliyor, her seferinde Hz. Peygamber (s.a.)’e gelip “Günah işledim ne yapmalıyım?” diye soruyor, Hz. Peygamber de, ona kefaret ödemesini söylüyordu. Ödeyeceği kefaret büyük bir hacme ulaşınca şöyle yakınmaya başlamıştır: “Muhammed’e uyduğum günden beri ödediğim kefaretler yüzünden dünyanın malını heba ettim!” Sonunda günah işleme engelini aşmayıp Hz. Peygamber’i yalanlamaya başlar. Kanaatine göre yaptıkları yanında kâr kalacak, kimse ona hesap sormayacaktır. Oysa yaptıklarından dolayı en başta kendi organları aleyhinde şahitlik edecektir (36/Yasin, 65. Organların şahitliği için bkz. Ali Bulaç, Organların şahitliği, Mirat Haber, 13, 17 Mart 2025). İşte bu şahsın sürekli suç ve günah işleyip de bir türlü onu kurtaracak şeylere sarılmaması “sarp yokuş”tur. Önüne kocaman bir yokuş çıkıyor, kayalık, taşlık, kaygan ve tırmanması hayli meşakkatli. Suç ve günah psikolojisinden kurtulmanın yegâne yolu bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak veya aç bir insanı bir yetim veya gerçekten zor durumda olan yoksulu yani temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çeken birini, kimsesizi, evsiz-barksızı doyurmaktır.
13. ayet köleyi özgürlüğüne kavuşturmayı “fekku rakabe” olarak ifade etmiştir. “Fekku” fiilinde kolay çözme değil, zor veya güç kullanarak iki şeyi birbirinden ayırma anlamı olduğundan, fekku rakabe boyun bağını, bukağıyı imkan ve güç kullanarak çözme, yani köleyi boyun bağından kurtarma, böylelikle onu özgürlüğüne kavuşturma çabasını ima etmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kim Müslüman bir köleyi özgürlüğüne kavuşturursa, Yüce Allah onun her organına karşılık azad edenin bir organını cehennem ateşinden kurtarır” (Buhari, Kefaret, 6; Müslim, Itk, 22-23). İbn Abbas, bir kölenin esaret bağını çözmek, bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak aslında kişinin kendi boynunu ateşten kurtarması demektir, demiştir.
13-16 arası ayetler, sarp yokuşun köleleri özgürlüklerine kavuşturmak; açları doyurmak; yakın olan bir yetimi veya toprağa düşmüş, yani çaresizce çırpınan, yerde sürünen yoksulları doyurmak olduğunu belirtir. Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Yoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka iki sadaka yerine geçer. Biri sadaka sevabı, diğeri akrabayı koruyup gözetme sevabıdır” (Tirmizi, Zekât, 26; Ebu Davud, Savm, 21; Nesai, Zekât, 82).
Açık ki çağımızda çeşitli sebeplerle yerinden göç etmek zorunda kalanlar, mülteciler de bu kapsama girer. İç çatışmalar, savaşlar, açlık, aşırı yoksulluk, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, kuraklık, terör, baskı rejimleri, bulaşıcı hastalıklar, ekolojik dengenin bozulması, tabii afetler vb. sebeplerle milyonlarca insan yerlerinden oluyor, hayatta kalabilecekleri, güven içinde yaşayabilecekleri bölgelere göç ediyorlar. Ya kendi topraklarında mülteci durumuna düşüyorlar veya başka ülkelere iltica etmek zorunda kalıyorlar. Bu ayetin hükmünce Müslümanların zekât, infak ve başka tasadduklarında elde edilecek kaynaklar bir fonda toplanır, mültecilerin yerleşim, barınma, sağlık ve eğitimleri için kullanılabilir.
Tabii ki bireysel düzeylerde bunlar yapmak görevdir, ancak daha geniş kapsamda yönetimin, kamu otoritesinin de buna dönük ekonomik ve sosyal politikalar geliştirip hayata geçirmesi de bir toplumun sarp yokuşu başarıyla tırmanıp ahlaki sınavı kazanması anlamına gelir. Gelir adaletsizliğin olduğu, yoksulların korunmadığı, açların kendi başlarına bırakıldığı bir toplum sarp yokuşun önünde mecalini kaybetmiş demektir, bu toplumun yokuş tırmanması mümkün değildir. Açları ve yoksulları doyurmak demek de hergün onlara bir balık verip açlıklarını gündelik olarak bastırmak değil, onlara olta vermek ve balık tutmasını öğretmektir. Açları ve yoksulları kendi ayakları üzerinde durabilecek kadar mali ve ekonomik olarak desteklemekten yoksun ianeler çeşitli bireysel, sosyal ve politik istismarlara yol açabilir.
Sarp yokuş sadece bunlarla da aşılmaz; bunun ahlaki ve manevi olarak sahih iman, kişilerin birbirlerine sabrı tavsiye etmelerini de gerektirir. Yardım ve fedakârlığı iman değerli ve anlamlı kılar. Sabrın tavsiye edilmesi her türden zorluklara tahammül gücü, kararlılık ve manevi dirençtir. Sabır bidayette zehir, nihayette bal gibi tatlıdır. Böyleleri ahirette amel defterleri sağ yanlarından verilecek olanlardır (56/Vakıa, 8). Allah’ın ayetlerini inkâr edenler ise amel defterleri sol yanlarından verilecek ve bunlar “Kapıları kilitlenmiş” bir ateş yurduna atılacak bedbaht kimselerdir. (104/Hümeze, 5-9.)
Ayetlerin anahtar terimlerinden biri “mesğebe”dir. Mesğebe sıkıntı ve yorgunluğun arız olduğu şiddetli açlık ve susuzluktur. Şiddetli açlık ve susuzluğun olduğu günde, daha genel manada durumlarda yemek yedirmek, susuzluklarını gidermek onların canını, hayatını kurtarmak anlamına gelir ve bu köleleri özgürlüklerine kavuşturmak gibi övgüye değerdir, gücü yetenlerin üzerinde bir vecibedir.
Şimdi bu ayet perspektifinden baktığımızda 31 Ağustos 2025 günü itibariyle kayıtlara geçtiğine göre Gazze’de açlıktan ve susuzluktan hayatını kaybeden 339 kişi tamı tamına mesğebe teriminin ifade ettiklerinin ta kendileridir.
Benzer anahtar terimlerden biri de “metrebe”dir. Metrebe topraklı yoksul, ya da başka bir ifadeyle (toprak üzerinde) sürünen yoksul demektir. Toprak üzerinde sürünmek şiddetli yoksulluk, ihtiyaç ve zaruretten kinayedir. İşte mesğebe ve metrebe ile anlatılan insanların imdadına yetişmek sarp yokuştur, akabedir. Cahiliyede yığın yığın malı ve servetiyle övünen mütegallibe kişiler bu sarp yokuşu aşamadılar ama tabii ki ayet, cahiliyenin sınıfta kalan müstekbirleriyle sınırlı değil, bütün zamanlarda bu sarp yokuşu aşamayanlar için de geçerlidir.
Şimdi, Allah’ın kelamı Kur’an-ı Azimu’ş şanı dillerinden düşürmeyip “çıkarımız, jeopolitik hesaplarımız, gözettiğimiz dengeler var” diyen ve bu geçersiz söyleme fetva, söylem, sahte gerekçe üretenler başlarını iki ellerinin arasına alıp düşünsünler, kendi kendilerine sorsunlar.
Gazze sarp yokuşundaki durumları nedir?
Yazımı dramatik bir haberle bitireyim: “40 yaşındaki dört çocuk babası Majdi Ebu Hamdi: -Geceleri köpeklerin ulumalarını duyuyoruz. Çok fazla ceset yedikleri için vahşileştiler. Havlamaları bile değişti, saldırganlaştı. Artık insanlara da saldırıyorlar.“ (Serbestiyet, 25 Ağustos 2025.)