Cihad İzzettir
İslam dininin anahtar terimlerinden biri olan cihadla ilgili yazılarımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Sekiz yazıda anlattıklarımızın bir hülasasını yapmak icap ederse şu hususların altını çizebiliriz:
Arapça c-h-d kökünden gelen “cehd”in sözlükte güç, kuvvet, takat ve meşakkati ifade etmesi, bizim hayatımız boyunca eylem içinde olmamız gerektiğini ima eder. Cehd içinde olan kişi, kuvvetini ve tahammül gücünü son dayanma noktasına kadar kullanır. Her ne kadar yerine göre mesela binek hayvanları için kullanılsa da, cehd, mücahede ve cihad insanlar için kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu manadaki kullanımı şöyledir:
“Sadakalar konusunda, mü’minlerden ek bağışlarda bulunanlarla cehdlerinden (gayret, çaba ve emeklerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azab vardır. (et-Tevbe: 79)
Fıkıh (hukuk)ta kullanılan “ictihad” kelimesinin kökü de buna dayanır. İçtihad, hukuki bir meseleye çözüm bulmak isteyen kişinin kendi takat ve tahammül gücünü (bilgi birikimni) sonuna kadar kullanması demektir. “Reyimde, görüşümde cehd ettim” demek “fikri yorgunluk noktasına kadar gayret ettim” demektir, “cihad ve mücahede ise düşmana karşı savunma ve dayanma manalarını ifade eder.
Bazı kaynaklarda üç türlü cihaddan (açık düşman, şeytan ve nefs) söz edilmişse de, bana göre cihad iki türlüdür: Biri açık olan düşmana, diğeri şeytana ve nefse karşı olan cihad. Zira cihadın yöneldiği nihai maksat açısından, şeytana karşı cihat nefsin gayrımeşru istek ve tutkularına karşı cihatla aynı şeydir. Şeytan bizim nefsimizde yuvalanmış, damarlarımızda akan kanda mevcut bulunmaktadır. (Buhari, İ’tikâf, 11; Müslime, Müslim, Selam, 23.)
Kur’ân’ı Kerîm’de cihad’ın yukarıda sözünü ettiğimiz üç manası da çeşitli âyetlerde kullanılmıştır:
“Allah (yolunda) hakkıyla cihad ediniz.” (El-Hac: 78), “O (yurtlarından) hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler (yok mu) onlar Allah’ın rahmetini umabilirler.” (el-Bakara: 218), “İman edip te hicret edenler Allah yolunda mallarıyla ve nefisleriyle cihad edenler (muhacirleri) barındırıp yardım edenler (yok mu) işte onlar birbirlerinin velileridir.” (el-Enfal: 72)
Zikrettiğimiz bu âyetlerde cihad’ın fiilî çarpışma, İslâm düşmanlarına karşı ve silahlı direnme manalarında kullanıldığını görüyoruz. Kısaca “el ma’na bi’l kıtal” olup sıcak çatışma, öldürme ve ölmedir.
Yukarıda Hz. Peygamber (s.a)’in hadisinden hareketle şeytanın nefsimizde, iç dünyamızda yuvalandığını söyledim. O bizim düşmanımızdır, bizi dinimizden saptırmak, yoldan çıkarmak ister, bunun için akla hayale gelmeyen vehim, vesvese ve iğvalar empoze eder. Şeytana karşı direnmenin en sağlam yolu, bilinç sahibi olmak, bilinci ayakta-diri tutmak için huşu ile ve erkanına göre namaz kılmak, diğer ibadetleri ihmal etmemek, elden geldiğince Allah’ı zikretmek, Allah’ın güzel isimlerini hatırda tutmak, eşya dünyasına ilahi isimler perspektifinden bakmak, kısaca Hududullah’a riayet edip emirleri yerine getirip nehylerden sakınmaktan geçer.
(Not: 19 yaşımda Yüksek İslam’ı kazanıp İstanbul’a geleceğim zaman, irfan ehli babam bana şöyle demişti:
-Evladım, İstanbul’a gidiyorsun, sana tavsiyem haramlardan sakın, farzları yerine getir.)
Bugün modern psikolojinin hiç kaale almadığı hakikat şu ki, şeytan insanın kalbine türlü çeşitli kaprisler, vesveseler, vehimler aşılar. Onun amacı insanı Sırat-ı müstakimden saptırmaktır. İnsanı saptırmanın yolu temiz akideyi bozmak, günahları-cürümleri teşvik etmekten geçer. Milyonlarca insanın zevk alarak seyrettiği televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde, sosyal medyada günah sayılan fiiller estetize edilerek sevdirilir, günahkarlığı oynayan oyuncular yüceltilir, örnek şahsiyetler, rol modeller olarak reklam edilir.
Bu tuzaklara karşı helal ve haram dairesinin iyi bilinmesi gerekir, bunun için sıkça Kur’an-ı Kerim okumalı, anlayarak ve yaşamak için okumalı. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, insanlara bir şifadır, kalbleri ancak onunla mutmain olabilmektedir.
Nefse karşı cihad bir Müslümanın hayatında önemli bir yer tutar. Hayat hassas denge üzerinde durur.Kişinin dininden vereceği ufak bir taviz onu daha başka ve daha büyük günahlara sevketmek için yollar açabilir. Bundan dolayı açık düşmanla mücahede içinde olduğumuz kadar istek ve tutkularımıza, heva ve hevesimize karşı da cehd ve mücahede içinde olma mecburiyetimiz vardır. Mücadelenin bu türüne irfan ve tasavvuf literatüründe Mücahede-i nefs denmiştir.
Esasında dinin gözettiği hedeflere iyice bakıldığında helal ve haramların korunmasının inkâr edilmez bir yer tuttuğu göülür.Bu itibarla aklına estiği, hoşuna gittiği gibi hareket eden bir müslüman dini şahsiyetini, hassasiyetini koruyamaz, zaman içinde haramlar, haksızlıklar, hukuk ihlalleri onu bir girdap gibi içine çeker, boğar. İmanın dahi garantisi olmadığından son nefese karşı şeytana, onun iğvalarına karşı uyanık olmak lazım. Bugün nice eski İslamcı veya ilahiyatçının dinden çıktıklarını, her geçen gün fersah fersah dinden ve imandan uzaklaştıklarını görüyoruz. Dini, geleneği ve temel kaynakları haksız eleştirilere tabi tutup dinden çıkanların işaret ettikleri model, fısk ve fücurun estetize edildiği modern ve postmodern hayat tarzıdır. Bunu da “yenileşme/yenilik-tecdid” olarak sunmaktadırlar.
Belki de çağımızdaki mücahedenin yöntemi Resulullah’ın kötülüğe karşı üç alanda işaret ettiği mücadeledir: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
İnkarcılara karşı elle ve dille mücahede edilir ve edilmelidir: Bu emir şirk ve küfür kaynaklı her türlü propaganda ve hareketlere karşı Müslümanların nasıl davranacaklarını bildirir.Bir Müslüman önce diliyle gördüğü bir yanlışlığı düzeltmekle mükelleftir fakat eğer bu yanlışlık düzeltilemeyecek ve büyüme istidadı gösterecek olursa gücü ve imkanı yettiği takdirde eliyle yani fiilî müdahele ile düzeltmek zorundadır. Emri bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münker bunu gerektirir.
Yazık ki çağımızda Müslümanlar cihadın anlamını eksik ve yanlış anlıyorlar.Hatta cihad farizasını terkettikleri için bugün gayrı İslâmî ve istenmeyen duruma düşüyorlar.Eğer Müslümanlar küffarın her türlü tasallutuna karşı cihadı terketmeselerdi kendi dinleri ile hayatlarında hükmedecek, kaynakları başka güçler tarafından talan edilmeyecekti.Cihadı hayatından çıkaran bir kavim nasıl olur da Allah’ın murad ettiği zafere ulaşabilir? Allah yolunda cihad etmek, malı, canı bu yolda harcamak dinimizin üzerinde önemle ve ısrarla durduğu bir husustur.
Daha önce üzerinde durduğumuzTevbe suresi 24. Ayet, yakınlar (aile-akraba vs.) Allah’tan, Resulünden ve cihadtan daha sevimli geliyorsa, bu durumda müslümanların Allah’ın emri gelinceye kadar beklemeleri gerektiğinden bahseder.
Allah’ın emri sadece ahirette karşılaşılacak ceza ve azab değil, bunun yanında dünyada müslümanların içine düşeceği zillet halidir. İslam alemi maalesef bugün cihadı hakkıyla anlamadığı ve şu veya bu sebepten cihadı terkettiği için zillet içinde yaşamaktadır.


