
Bitti ve Başlıyor
27 Şubat’la aşağı yukarı emin olduğumuz bir şey var: PKK’nin artık olmadığı bir devrin öncesindeki son birkaç ayın içerisindeyiz. Hem 27 Şubat’ta yapılan çağrı hem PKK çevrelerinden verilen cevaplar hem de bölgeden gelen kulis bilgileri PKK’nin birkaç ay
“Ne süreci, devletin sürece mi ihtiyacı var”, “Erdoğan’ın haberi bile yok”, “Erdoğan’a ebediyen başkanlık yolunu açma işi” türünden iddialı tespitlerle geçen beş ayın sonunda geldiğimiz yer: Öcalan örgütünü silah bırakmaya ve fesih kongresi yapmaya çağırdı, PKK de çağrıya uyacağını beyan etti. 1 Ekim’de Bahçeli’nin Tuncer Bakırhan’la tokalaşmasının ardından kaleme aldığım bir dizi yazıda bu kez işin ciddi olduğunu, İsrail’in Direniş Ekseni’ni çökertip bölgeyi yeniden tanzim etmesiyle beraber Kürt meselesinin bölgesel seyrinde işlerin değiştiğini, hem devletin hem PKK’nin barışa ihtiyacı olduğunu, “beka için çatışmadan beka için barış” devrine geçildiğini, ‘Rojava tümseği’ aşıldığı takdirde önümüzde hızlı ve acısız bir süreç olduğunu öne sürmüştüm. Muhtemelen işlerin 1 Ekim öncesine uzanan bir seyri olmasından ötürü beklediğimden, tahmin ettiğimden de hızlı seyreden bir sürecin sonunda 27 Şubat’a geldik. Büyük bir sürpriz olmazsa, birkaç ay içerisinde 50 senelik PKK ve 40 senelik silahlı kalkışma geride kalmış olacak.
Peki şimdi ne olacak, bundan sonra ne olur sorularını hakkınca cevaplayabilmek için biraz gelişmeleri beklemeye, biraz zamana, biraz sisin dağılmasına, biraz da bunlarla iç içe ilerleyecek bir tefekküre ihtiyaç var. Ancak sislerin arasında görülenler de yok değil. An itibarıyla görünen şu: Sürecin artık bir sabiti birkaç da yarı-sabiti var.
Silahlara Veda
27 Şubat’la aşağı yukarı emin olduğumuz bir şey var: PKK’nin artık olmadığı bir devrin öncesindeki son birkaç ayın içerisindeyiz. Hem 27 Şubat’ta yapılan çağrı hem PKK çevrelerinden verilen cevaplar hem de bölgeden gelen kulis bilgileri PKK’nin birkaç ay içerisinde tarihteki yerini alacağına işaret ediyor. 27 Şubat çağrısı ve PKK cenahından gelen yanıtlar, gerek Öcalan’ın gerekse de örgütünün devletin fesih ve silahsızlanma beklentilerini karşıladığını gösteriyor. PKK’yi ve silahlı faaliyetini ortaya çıkaran koşulların değiştiğini tespit eden Öcalan, yeni koşulların fesih ve silahsızlanmayı gerektirdiğini, Öcalan’ın çağrısına gelen yanıt da örgütünün de bu tespite iştirak ettiğini bildiriyor. Fesih ve silahsızlanmanın bir dönem analiziyle izah edilmesi, kararın keyfi ya da konjonktürel olmadığını, çıkan sonucunsa geçici olmayıp kalıcı olduğunu gösteriyor.
Özetle, sislerin arasında en net görünen bu: Birkaç ay içerisinde PKK fesholunmuş, Türkiye’deki silahlı kalkışma da sona ermiş olacak. PKK ve silahlı kalkışma artık yok: Sürecin sabiti bu.
Sürecin bir de belirsizleri değilse de yarı-sabitleri, varacağı yer ve şekil tam değilse de aşağı yukarı belli olan sonuçları, daha doğrusu konuları var. Bir kısmının nereye varacağının belli olması birkaç ayı, bir kısmınınsa seneleri bulabilecek konular. Başkaları da vardır ancak sürece dair tartışma içinde en çok öne çıkan bu türden üç konu şunlar: Demokratikleşme, Rojava ve Talepler.
Demokratikleşme
Resmî açılışı 1 Ekim’de yapılan sürecin ilk gününden beri tartışma konusu olan “silah ne karşılığında bırakılacak”, “sürece demokratikleşme adımları eşlik edecek mi” soruları 27 Şubat itibarıyla kesinkes yanıtlanmış değil. İktidar cenahından yapılan “taviz ya da pazarlık yok” türünden açıklamalar ve işlerin “terörsüz Türkiye” türünden ‘yoruma kapalı’ bir adlandırmayla yürütülmesi sürecin bir demokratikleşme ayağının olmayacağını ima etse de, hem işin tabiatı hem de 27 Şubat çağrısı, mahiyeti muhtemelen zaman içerisinde yaşanan yeni gelişmelere bağlı olarak daralıp genişleyebilecek bir demokratikleşme paketinin sürece eşlik edeceğini gösteriyor.
İnfaz düzenlemesi ya da af türünden düzenlemeler yapılmadan silahsızlanmanın nihayete erdirilmesi zor, PKK’lilerle ilgili düzenleme yapılırken Kürt siyasetçilerin salıverilmemesi tutarsız, Kürt siyasetçiler salıverilmeden Kürt kamuoyunun ortada bir süreç olduğunu ikna edilmesi de imkânsız olacağından, fesih ve silahsızlanmanın hemen ardından bir demokratikleşme paketinin açılması biraz işin tabiatı gereği.
Nitekim, 27 Şubat çağrısı bir yandan iktidarın işleri terörsüz Türkiye perspektifiyle, taviz ya da pazarlık olmadan yürütmeye kararlı olduğunu, bir yandan da işin tabiatının tanındığını gösteren bir formatta yapıldı. Metnin odağında net bir fesih ve silahsızlanma çağrısı yer alırken, Sırrı Süreyya Önder metne bir eklenti yaptı ve Öcalan’ın fesih ve silahsızlanmanın gerçekleşebilmesi için siyasi ve hukuki düzeyde yapılması gerekenler olduğuna işaret ettiğini belirtti. Yetkililerin onayıyla yapılmış görünen bu ek, devletin perspektifiyle beraber işin tabiatının hesaba katıldığını, sürecin bir demokratikleşme paketiyle destekleneceğini gösteriyor. Özetle, “olacak mı” sorusuna verilen “olacak” cevabının 27 Şubat çağrısının ekine girmesi demokratikleşmenin sürecin bir tür yarı-sabiti olduğuna işaret ediyor. Mahiyeti birkaç ay içerisinde belli olacak türden bir yarı-sabit.
Rojava
27 Şubat itibarıyla belirsiz kalan diğer bir konu da SDG’nin ve Suriye Kürtlerinin geleceği. 27 Şubat çağrısı tek başına ve lafzen ele alındığında PKK’ye yapılan türden doğrudan bir fesih ve silahsızlanma çağrısı SDG’ye yapılmış değil ve Rojava’nın akıbeti ne olacak konusunda Öcalan’la devlet arasında bir ‘anlaşmaya’ ulaşılmış görünmüyor. Çağrıda YPG ya da SDG adlı adınca anılmadığı gibi açıklamanın odağında (Kürt-Arap ilişkileri yerine) Kürt-Türk ilişkileri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleriyle PKK’nin doğuşu ve seyri arasındaki ilişki var.
Öte yandan, PKK’yle SDG arasındaki genetik ilişki, daha da önemlisi geride kalan birkaç ay içerisinde yaşananlar, Kürt hareketinin mektup gönderilen örgütleri arasında SDG’nin de olması ve taraflarca açıklanan perspektifler hesaba katıldığında, Öcalan’ın çağrısıyla yeni bir aşamaya geçen bugünkü sürecin SDG’yi kapsamadığını, Rojava’nın akıbetine dair bir boyut içermediğini düşünmek mümkün değil. Diğer deyişle, 27 Şubat çağrısı değilse de süreç Rojava’yı ve tabii ki SDG’yi de kapsıyor, buna şüphe olmasa gerek.
Süreç SDG’yi de kapsarken çağrının kapsamaması anladığım kadarıyla yine işin tabiatından kaynaklanıyor. İşin tabiatı da şu: PKK’nin hemen, çok kısa süre içinde fesih kararı alıp, silahsızlanabilmesinin şartları mevcutken, aynı durum SDG için geçerli değil. Suriye’nin geçiş döneminde olması, Suriye’nin ve Suriye Kürtlerinin akıbeti konularında aralarında Türkiye’nin ve SDG’nin de olduğu taraflar arasında bir uzlaşmaya henüz varılmamış oluşu gibi faktörler SDG’nin fesih ve silahsızlanmasını bugün tamamlanabilir bir iş olmaktan alıkoyuyor. SDG’nin feshi ve silahsızlanması ya da çok daha muhtemelen Suriye ordusunun bir parçası haline gelmesi, şekillenmesi daha zaman alacak görünen Suriye rejimiyle bir müzakere ve başka faktörlerin de etkili olacağı bir vade içerisinde gerçekleştirilebilecek bir işe benziyor. Diğer deyişle, SDG’nin fesih ve silahsızlanması kendi özgül şartlarında ve kendine has bir süreç içinde gerçekleşebilecek görünüyor.
Özetle, PKK’yle SDG’nin feshinin farklı özgül şartlara tabi olması, Rojava’nın ve SDG’nin akıbeti konusunu 27 Şubat itibarıyla netleşmekten alıkoymuş durumda. Süreç diyerek üzerine konuştuğumuz işin SDG ve Suriye Kürtleriyle ilgili bir tarafı olduğu sabit olmakla beraber, SDG’nin ve Suriye Kürtlerinin akıbetinin somut olarak tayin olunması işi önümüzdeki aylara kalmış belli ki.
Talepler
Belli olanları kadar olmayanlarının olduğu üçüncü konu da Kürtler adına konuşanların ne istediğiyle ilgili. Kürtlerin ne istediğini tek başına tayin etmemekle beraber Kürtler adına konuşanların ne istediğinin saptanmasında uzun zamandır etkili olmuş olan Öcalan’ın 27 Şubat çağrısında aktardıkları şunu gösteriyor: ‘Kürtler’ federasyon, özerklik, kültüralist çözümler istemiyor.
Kürtlerin toprağa dayalı bir siyasi-idari çözüm peşinde olmadığı çok uzun zaman önce bildirildiğinden burada yeni bir durum yok, bir belirsizlik de oluşmuş değil. Ancak 27 Şubat öncesine kadar sözü edilen yerel demokrasiden söz edilmeyişi, buna mukabil ilk kez sözü edilen kültüralist çözümlerin yararsızlığı, Kürtler ne istiyor konusunu belirsizleştirmiş durumda. Kültüralist çözümlerin yararsızlığı, bir kültür hali olarak Kürtlüğün kurucu ögesi olarak Kürtçenin eğitim ve resmî işlemlerde kullanılmasına ilişkin talepler söz konusu olduğunda ne manaya geliyor bilinmediğinden, Kürtler ne istiyor konusunda bugün itibarıyla kuvvetli bir belirsizlik oluşmuş durumda.
Neticede, talepler söz konusu olduğunda Kürtler adına konuşanlar 27 Şubat itibarıyla daha mütevazı bir yere gelmiş görünüyor. Talepler alanında tevazu sabit olmakla beraber söz konusu tevazunun Kürt meselesini siyasi ve hukuki zemine çekebilmek için atılmış geçici bir adım olma ihtimali bir yandan, Kürt meselesi siyasi ve hukuki zemine çekildikten sonra Kürtler ne istiyor sorusuna cevap vermekte yaşanacak muhtemel rekabet diğer yandan, talepler alanındaki bu sabiti bir tür yarı-sabit gibi almak gerektiğine işaret ediyor olsa gerek.
27 Şubat itibarıyla ortaya çıkan sabit ve yarı-sabitler zannımca şunu gösteriyor: Bitti ve başlıyor. Silahlı kalkışma biterken, siyaset Kürt meselesine geri dönüyor. Sürecin 27 Şubat itibarıyla iki büyük çıktısı bunlar.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.