
Önyargılar ve Aynılıklar Biriktirmek
Aziz İslam’ın ancak bir folklör olarak, yerel bir maneviyat biçimi olarak, varlığını sürdürdüğü İslam toplumlarında, İslam’a bağlılığın yerini, çıkar ve ayrıcalıklara bağlılık alırken, çıkar ve ayrıcalık tutkusu, İslami bütün hassasiyetlerin önüne geçiyor
Atasoy Müftüoğlu - İktibas Dergisi
Evrensel İslam toplumu imkanını, değerlendirme birikimine/vizyonuna/misyonuna/iradesine sahip olmayan İslam dünyası toplumları-kültürleri, hangi yönde, hangi doğrultuda, hangi temelde tercih yapacaklarına dair, karar verme gücüne sahip olmadıkları için, emperyalist iradenin vesayetine sığınma yolunu seçiyor. Neo-emperyalist tarih, bugün yeniden belirleyici hale geliyor. Başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez ülkeleri, Neo-emperyalizm tarafından dayatılan Batılılaştırıcı-modernleştirici-liberalleştirici, teknolojik tüketimci kültürü, hayat tarzını içselleştirmeye çalışıyor.
Dünya Müslümanlığı, uygarlıklar-kültürler savaşı bağlamında, İran’a uygulanan mutlak/kalıcı/sistematik izolasyonun, somut tehditlerin/saldırıların, İran’ın, İslam devrimi tercihiyle doğrudan ilgili olduğunu kavrayamıyor. Soykırımcı emperyalizm rakip bir dünya görüşüne, rakip bir hayat tarzına hayat hakkı tanımıyor. İnsanlığın dünyası, bugün, kırılganlıklarla dolu bir tarihe ve siyasete maruz kalıyor. Kendi bencil çıkar ve ayrıcalıklarını sürdürmekten başka hiç bir amaçları olmayan yerel ve küresel politik figürler, ahlakın/vicdanın ve adaletin başına gelenlerle asla ilgilenmiyor. Bu nedenledir ki, günümüz dünyasında, toplumlarında bağımsız bir adalet sisteminin, bağımsız bir hukuk sisteminin yerinde yeller esiyor. Ahlaka/vicdana/merhamete/adalete ihtiyaç duymayan bir dünyada, mevcudiyetini biçimsel olarak koruyan demokrasiler, ahlaki temelde değil, çıkarları temelinde tercihler yaptıkları için, hem yerel bağlamda, hem de küresel bağlamda bir zonta’yı, magandayı, faşo ve maço’yu iktidara taşıyabiliyor.
Aziz İslam’ın ancak bir folklör olarak, yerel bir maneviyat biçimi olarak, varlığını sürdürdüğü İslam toplumlarında, İslam’a bağlılığın yerini, çıkar ve ayrıcalıklara bağlılık alırken, çıkar ve ayrıcalık tutkusu, İslami bütün hassasiyetlerin önüne geçiyor. Kültürsüzlükle malûl toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, faşizan düşünceler/duygular/uygulamalar, yeni bir kültüre dönüşüyor. Algıların, gerçeğin yerine geçtiği toplumlarımızda, toplumun yerli-milli-resmi çerçevenin sınırları içerisinde kalarak düşünmesi/konuşması/tercihte bulunması topluma dayatılıyor. İçerisinde yaşadığımız toplumda, siyasal kültürsüzlük/taşralılık/köylülük ölçüsüz bir biçimde derinleşirken, siyasal nihilizm de aynı ölçüde yükseliyor. İktidar, yalnızca kendi gerçekleriyle, yalnızca hitap ettiği kesimin, çıkarlarını temsil ettiği kesimin gerçekleriyle ilgilendiği için, toplumsal/kültürel/entelektüel/ekonomik vb. gerçeklerle asla ilgilenmiyor. Siyasal dil-söylem hiç bir şekilde entelektüel/felsefi bir içerik taşımadığı için, propoganda söylemi, siyasal söylemin yerini alıyor. Hayatın bütün boyutlarını maddi belirleyiciler ele geçirdiği için, insanlığa/topluma iyilik adına, bilgelik adına, adalet adına hiç bir şey kazandıramıyoruz. Toplumsal ilişkiler ahlaki temeller üzerinde değil, çıkar ilişkileri temelinde somutlaşıyor. Dokunulamaz, sorgulanamaz politik lider figürü sebebiyle, toplumlarımızda, iktidarların tehlikeli keyfilikleri/aşırılıkları/şımarıklıkları, muhalifler için her şey mubah yaklaşımları ile, hiç bir şekilde yüzleşilemiyor. Çıkarcı maskeler kullanageldikleri için, oportünist maskeler kullanageldikleri için, politik figürlerin gerçek yüzlerini kesinlikle göremiyoruz, gerçek niyetlerini anlayamıyoruz. Bütün maskeler, çok büyük yalanlara, çok derin ihanetlere işaret ediyor. Toplumlarımızda, kültürel/entelektüel niteliksizlik/yetersizlik/tamamlanamamışlık, aşağılık duygularının somutlaşmasına neden oluyor. Tamamlanmamış, eksik kalmış politik kişilikler/karakterler, bu yarım kalmışlıkları sebebiyle toplumsal birlikte varoluşu darmadağın edebiliyor. Siyasal rekabet, nefret dili-söylemi temelinde sürdürüldüğü için, toplumsal/siyasal ilişkilerde kültürel müsamahanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz. Oportünist muhafazakârlık ve oportünist dindarlık, kültürel müsamahanın yerine, linç kültürünü koyuyor.
Günümüz İslam toplumlarında, en çok maske, bir yığın kirli maske, Filistinlilerin/Gazzelilerin yaşayageldikleri trajik kaderle ilgili gerçek bir dayanışma iradesi oluşturamayan, politik figürler tarafından, İsrail’le ekonomik ve politik ilişkileri eksiksiz bir biçimde sürdürürken, Gazzelilerle ilgili, sözlü dayanışma gösterileri sırasında kullanılıyor. Propoganda amaçlı olarak dile getirdiğimiz büyük acılar/ızdıraplar/yalnızlıklar ile, yaşanan acılar/ızdıraplar ve yalnızlıklar arasında çok büyük uçurumlar olduğunu, dipsiz uçurumlar olduğunu bilmemiz gerekir. Hamaset dili ve söylemi yoluyla aptallaştırılan kitleler, kendilerini muhafazakâr/dindar olarak tanımlayan kesimler, ölümcül edilgenliklere, ölümcül etkilere maruz kaldıkları için, çıkarcı politik figürlerin kullanageldikleri kirli maskelerin ardındaki kirli yüzleri, kirli niyetleri göremiyor, teşhis edemiyor, teşhir edemiyor. Kendilerini İslam’a nisbet ettikleri halde, İslam’ın kuşatıcı ufkuna/kalbine yabancılaşan kitleler, içerisinde bulunduğumuz dönemde, içeriği-anlamı bütünüyle belirsiz, propoganda aracı kavramlarla, politik fantezilerle, siyasal mühendislik süreçleriyle, politik korku tiyatrolarıyla baskı altında tutuluyor. Ahlaki bilincimizin, politik bilincimizin çok zorlu sınavlarla karşı karşıya olduğu bir dönümden geçiyoruz. Amerikan emperyalizminin vesayeti altında sürdürülegelen pragmatik siyaset, Türk-İslam sentezi politik çerçevesini bu defa, Türk-Kürt-İslam çerçevesi olarak genişletme ihtiyacı duyuyor. Kamusal ahlaki hassasiyetini yitiren toplum, hiç bir altüst oluşa ve adaletsizliğe tepki vermiyor. Büyük kitlelerin, muhalif kitlelerin hak-hukuk-adalet arayışını, yüksek sesle talep ettikleri bir toplumda, bu mutlak yoksunluklarla ilgilenmeyen muhafazakâr-dindar kesimlerin, ahlaki bir toplum olma özelliklerini yitirdikleri görülüyor. Ötekileştirilen, muhalif kesimlere nesne muamelesi yapmanın, bu kesimlerin haysiyetlerini yok saymanın hiç bir şekilde haklı bir gerekçesi olamaz. Ahlaki olmayan bir insanlıktan söz edemeyeceğimiz gibi, ahlaki temeli olmayan bir toplumsal düşünceden de söz edemeyiz.
İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat/siyaset hayatının, düşüncesizleştirilen, iradesizleştirilen toplumların, neden, ahlaki-eleştirel sorumluluk alamadıklarını tartışmaya açmaları gerekir. Düşüncesizleştirilen, iradesizleştirilen sağcı-muhafazakâr zihin dünyası, taşralı dar kafalılık, hamaset temelinde büyük iddialar üreten eğitim dünyası, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde, neden epistemolojik bağımsızlığa sahip olmadığımızı kesinlikle konuşmuyor. Sağcı-muhafazakâr-taşralı zihin dünyası, eğitim dünyası, epistemolojik özgürlüğe/bağımsızlığa ihtiyaç duymuyor. Kendilerini bir şekilde İslam’a nisbet etmeye devam eden yerli-milli-resmi muhafazakârlıklar, öteden beri yapısal bir romantizmle bütünleştikleri için tarihsel süreçler karşısında telafi edilmesi güç, ağır yenilgiler alıyor, bu romantizmler sebebiyle yeni bir tarih sorgulaması yapamıyoruz, gerçek anlamda, eleştirel-muhalif-entelektüel bir mücadele yürütemiyoruz. Aziz İslam, Müslümanlara, çeşitliliklerle, farklılıklarla birlikte yaşamayı öğretirken, yerli-milli-resmi dayatmalar, resmi-milli-yerli çerçeveyi meşrulaştırıyor. Günümüzde, Stalinleşen yerel tiranların, bütün İslamilik/ahlakilik iddialarının çok ucuz, çok bayağı spekülasyonlardan ibaret olduğunu görmek gerekir. Konformist kültürü ve konformist din algısını içselleştiren kitleler, bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda da, görülebileceği üzere, toplumun, şimdiki halinden farklı olması gerektiğini düşünmezler, yeni bir alternatif için çaba harcama ihtiyacı duymazlar. Entelektüel kaygıları, toplumsal-eleştirel düşünürleri olmayan toplumlar, geleneksel önyargıları ve aşırılıkları biriktirmeye devam ederler. Önyargı ve aynılık biriktiren toplum, insanları, muhalif oldukları için insanlıktan çıkarmaya, hapishanelerde, insanlıkdışı muamelelere tâbi tutmayı normalleştirmeye çalışır.
Partizanca taraf tutmayan, toplumsal düşünürlere sahip olmayan toplumlarda, Türkiye’de de, yaşanageldiği üzere, politik kötülükler sessizlikle karşılanabiliyor. Toplumsal-eleştirel düşünürlere sahip olmayan toplumlarda, toplumlar, başlarına gelen en büyük felaketin, Amerikan emperyalizmiyle uzlaşmak, emperyalist iradeyi dost ittihaz etmek olduğunu idrak edemiyor. Tek adam rejimlerinde, tek adamların belirleyici olduğu partilerde, cemaatlerde, tek adamların adamları, büyük bir hiçlikten, sıfırlardan ibarettirler. Çıkar ihtirasları dışında, hiç bir ilke-ideali olmayan, çıkar ve iktidar için, ahlaki intiharı ve ilkesizliği seçen politik figürler, yanlış kişilik ve yanlış karakter sahipleridir. Politik bir propoganda iklimi içerisinde yaşamakla, hakikat ikliminde yaşamak arasında büyük uçurumlar olduğunu görebilmek gerekir. Politik propoganda iklimiyle özdeşleşen toplumlar-kültürler, içerisinde yaşadığımız çağ’a, yirmibirinci yüzyıla ne söyleyeceklerini ne önerebileceklerini bilemezler. Otoriter-totaliter muhafazakarlık-sağcılık, her gün birbirinden farklı, birbiriyle çelişen/çatışan tercihler yapabilen, hiç bir tercihine sadık kalamayan, hiç bir tercihinde tutarlı olamayan saçmalıklar sergiler.
Emperyalist vesayete mahkûm edildiği halde, bu durumu varoluşsal/ağır bir yenilgi kabul ederek, bu vesayetle hesaplaşması gereken otoriter popülist politik figürler, kendilerinden çok daha güçsüz olduklarını düşündükleri politik rakiplerine karşı yaralayıcı saldırılar düzenleyebiliyor. Oportünist muhafazakâr/sağcı siyaset, muhalif rakiplerine, “eğer bizden, bizim çıkarlarımızdan, beklentilerimizden yanaysanız, terörist bile olsanız bir şekilde aklanırsınız, aksi halde, kim olursanız olun, hapishaneleri boylarsınız” diyor. İslami diğerkâmlık alanına, diğerkâmlık terbiyesine, muhaliflerin/ötekileştirilenlerin büyük insanlık ailesinin onurlu üyeleri olduğunu kabul eden bir anlayışla dahil olunabilir. Yaralayıcı yabancılaşmalar, çok berbat keyfilikler, tahammül edilmesi mümkün olmayan istismarlar, algısızlıklar, anlayışsızlıklar, ikiyüzlülükler çok büyük bir ufuk ve vicdan daralması ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Hangi toplum olursa olsun, bir toplumun propoganda/manipülasyon ürünü sahte kurgu gerçeklere kapatılması kadar büyük bir ilkellik olamaz. Bu tür toplumlar hiç bir zaman, tarihsel sorunları, gerçek sorunları göremezler, algılayamazlar. Müslüman halkların, toplumların, kültürlerin yerel ya da küresel tiranlara utanç verici ödünler vererek, yaşama yolunu seçmeleri, İslami varoluşu rencide eden, aşağılık bir tercihtir. Sözünü ettiğimiz utanç verici tercihlerin/ödünlerin bir siyaset tarzına dönüştürülerek içselleştirilebilmesi, İslam’ın politik çıkarlar doğrultusunda temsil ve istismar edilmesi yoluyla gerçekleşiyor. Düşüncesizleştirilerek aptallaştırılabilen toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, eşi ve benzeri görülmeyen bir örnekte yaşandığı üzere, terör örgütü liderinin, birkaç saat içerisinde, terör örgütü liderliğinden alınarak kurucu lider makamına yükseltilmesi, ilgili toplum tarafından hiç bir zaman ve hiç bir şekilde sorgulanamaz. Önyargı ve aynılık biriktiren, bağnazlıkların ve bencilliklerin tiranlığına maruz kalan toplum, sözünü ettiğimiz keyfilikleri/olağanüstülükleri/ anormallikleri, bütün bu olup biten olaylarda, bizim anlayamayacağımız bir “hikmet” vardır tavrıyla karşılar. Günümüzde, toplumlarımız, aşırılıkların/keyfiliklerin/yanılgıların izinden giden siyaseti de, “hikmet-i hükümet” klişesine havale ederek, bu keyfiliklerle ilgili bir rahatsızlık tavrı göstermiyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemde Türkiye, karşı karşıya bulunduğu tarihsel sorunlarla yüzleşmek, bunları çözümlemek yerine, ne pahasına olursa olsun, dostluklar kurmak, dostlar kazanmak yerine, muhalif hareketleri, muhalif aydınları düşmanlaştırmaya çalışıyor. Bütün bunlar olurken, meydan okuyucu tarihsel derin sorunların stratejik bir tehdide yol açabileceği her nasılsa hiç düşünülmüyor. İçerisinde yaşadığımız yanılsamalar çağında, dijital sömürgecilik, küresel medya köyünde, bütün farklılıkları aşan kültürel bir homojenleştirmeyi gerçekleştirirken, İslami aidiyet bilinci çok ağır yaralar alıyor, sınırları olmayan bırakınız yapsınlar kültürüne bağımlılık derinleşiyor. Günümüz dünyasında, İslami düşünce/kültür/ilahiyat/siyaset hayatı, İslami mevcudiyetin ne anlama geldiğini, bir anlama gelip gelmediğini, hiç bir şekilde tartışma-müzakere konusu yapmak istemiyor. Müslüman halklar, İslami mevcudiyetin, somut alanlara müdahale iradesi taşımayan, soyut bir mevcudiyet, mistik bir mevcudiyet olduğunu, 7 Ekim 2023’de direniş hareketlerinin başlattığı varoluş mücadelesi süreci sırasında masum Gazze halkının maruz bırakıldığı soykırım sırasında öğrendi.
Somut alanlara, dünyaya müdahale gücü-iradesi taşımayan soyut-konformist kültür ve din algısıyla yaşamayı seçmek, bilinçsiz sürüler halinde yaşamayı seçmek demektir. Entelektüel anlamda, kültürel anlamda sahici-hakiki bir yoksunluk ve yoksulluk içerisinde bulunan toplumlarımızda, gerek eğitim hayatı, gerekse akademik hayat statükonun sınırlarını koruyarak/gözeterek varlığını/etkisini sürdürmeye çalışıyor. Gerek entelektüel hayatta, gerekse akademik hayatta sınırları zorlayabilecek, sınırları sorgulayabilecek, kendilerini ateş hattına atmaya cesaret eden, eleştirel düşünürlere, eleştirel akademisyenlere ne yazık ki sahip değiliz. Modern tarihin adaletsizlikleri, Müslüman varoluşların/hayatların gözden çıkarılabilir, harcanabilir, soykırım ve tehcire tâbi tutulabilir hayatlar olarak gördüğü için, emperyalist/Siyonist psikopatların akıldışı, ahlakdışı canavarlıkları modern tarih ve siyaset tarafından himaye edilebiliyor. Modern dünyada bunlar olurken, içerisinde yaşadığımız toplumda da, oportünist muhafazakâr dindar siyaset/iktidar, kutuplaştırıcı bir dil ve söylemle, bağımsız-eleştirel-muhalif düşünceye şiddet uygulayabiliyor. Muhalif-eleştirel politik ve entelektüel figürlerin onurlarına, benlik duygularına, dünya görüşlerine saygı duyulmuyor. Türkiye’de, muhalif politik ve entelektüel kesimler, İslam söz konusu olduğunda, İslam ve siyaset söz konusu olduğunda, Batılı yaklaşımların/yorumların/yargıların ve ölçütlerin sınırları dışına çıkmayı kesinlikle düşünmüyor, bu ölçütleri referans kaynağı olarak ele alıyor, Batılı ölçütlerin belirlediği sınırların ötesinde düşünmeye cesaret edemiyor. Bu noktada eleştirel ufuklara sahip olmak, Batılı ufuklara sahip olmak anlamı taşıyor.
Günümüz dünyasında bütün toplumlar, İslam’ı temsil yeteneğine sahip olmadıkları halde, İslam toplumu olarak anılan toplumlar da, büyük anlam, büyük değer ve büyük bilgelik sistemlerine yabancılaştıkları, bu sistemlere ihtiyaç duymadıkları için, bütünüyle kültürsüz ve medeniyetsiz bir toplum-dünya oluşuyor. İçerisinde yaşadığımız kültürel çölleşme, ahlaki/vicdani duyarlılık kaybı, neofaşizm çağının yükselişine/belirleyiciliğine işaret ediyor. Araçsal akla dayalı dünya görüşünün hakimiyeti, insani varoluşun mekanikleştirilmesiyle sonuçlanmıştı. Bugün, bu mekanikleşme, toplumları dijital fabrikalara dönüştürüyor.
Tek adam rejimlerinin etkili olduğu otoriter toplumlarda, toplumların, zihinsel bir etkinliğe/üretkenliğe sahip olması gerekmiyor, toplumun neleri üreteceğine, neleri tüketeceğine tek adamlar karar veriyor. Bu tür rejimlerde, eleştirel sorgulamalar yapılamadığı için, edilgen kitleler ölçüm ve denetim teknikleri yoluyla, resmi çıkarlar doğrultusunda hizaya getiriliyor. Neofaşizm çağında, İslam karşıtlığının küreselleşmesi, ırkçı-sömürgeci-soykırımcı Siyonist rejime her alanda mutlak bir dokunulmazlık kazandırıyor. Neofaşist dünya, İslam karşıtlığı temelinde Siyonist soykırımcı akılla işbirliği yaparak, bu aklın sergilediği/sahnelediği/ürettiği, bütün kötülükleri normalleştiriyor. Varoluşsal İslami önceliklere ihanet eden İslam dünyası ulus-devletleri, bu ihanetleri karşılığında, emperyalist iradenin dostları sınıfına dahil ediliyor.
Yerli-milli-resmi sınırlara hapsedilen İslam dünyası toplumları, bu kötürümleştirici sınırlar sebebiyle, küresel İslam karşıtlığı ile hesaplaşabilecek, evrensel bilgi/bilinç/bilgelik/ fikir önderleri yetiştiremiyor. Oportünist muhafazakârlıklar, oportünist/popülist dindarlıklar ve siyaset, bilincimizi/aklımızı ve kalbimizi kirletiyor. Kendilerini her şartta İslami aidiyetle tanımlamaya devam eden kesimlerin, bilincimizi/aklımızı/kalbimizi kirleten bu popülist iklimden acilen uzaklaşmaları gerekir. İslami aidiyet, ancak, ödünsüz varoluşlarla, ödünsüz tercihlerle somutlaştırılabilir. Etnik temelli önyargılarla, mezhep temelli önyargılarla, İslam’ın bir arada bulunması, İslam’ın bu önyargılarla bağdaşlaştırılması asla mümkün olamaz. Konformist/oportünist kültür, konformist/oportünist din algısı İslami geleceği imkânsız kılar.
Neofaşizm çağında/dünyasında, gündelik/sıradan ırkçılıklar, İslam’ı/Müslümanları aşağılayarak, bir nefret nesnesi haline getirmeye çalışıyor. Bu eşsiz ve benzersiz barbarlığa, rencide edici barbarlığa maruz bırakılan, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan, yalnızca Müslüman olarak tanımlamakla yetinmeyen, İslam üzerinde katı bir tekel oluşturan, oportünist/popülist/otoriter iktidarlar da, kendilerini, nefret nesnesi haline getiren emperyalist uygulamaları hiç yaşamamış gibi, kendi toplumlarının muhalif kesimlerini, muhalif hareketleri nefret nesnesi haline getirerek, patolojik bir aymazlık/gaflet sergiliyor. Gerek küresel bağlamda, gerekse yerel bağlamda, neofaşizmin sıradanlaşması, hukuk devletinin sahneden çekilmesi anlamına geliyor. Ötekilerin/muhaliflerin onuruna ve haklarına saygı duymayan bir zihniyet, zihinsel bir engellilik durumunu yansıtıyor. Hukuki kuralların geçerli olmadığı toplumlarda, orman kuralları geçerli hale gelebiliyor.
Siyonist canavarlığın oluşturduğu soykırım sistemi, yeni bir karanlık çağa, karanlık bir modernliğe işaret ediyor. Amerika ile İsrail’in Gazze’de ortaklaşa gerçekleştirdiği soykırım, uluslararası onay alınarak hayata geçiriliyor. Batılı siyasal iktidarlar, Gazze’de soykırım sürerken, kitlesel imhaya yönelik saldırılar sürerken, Yahudi olmayan Siyonistler rolünü üstlenme yarışı içerisine girdiler. Hıristiyanlığın, Yahudilere yönelik tarihsel nefretlerinin yerini, bugün, eşsiz bir Yahudi muhabbeti ve Yahudi putperestliği almış bulunuyor. Aziz ve mükerrem İslam’a yüzyıllardır içeriden yönelen sistematik bağnazlık/ufuksuzluk saldırıları, etnik ve mezhepçi saldırılar, mistik/batıni saldırılar, İslam’ı-Müslümanları, içerisinde yaşadığımız dönemde, bütün boyutlarıyla görülebileceği üzere, emperyalizm/sömürgecilik ve Siyonizm karşısında, utanç verici bir teslimiyetçiliğe ve acze sürüklemiş bulunuyor. Bugün, İslam’ın/Müslümanların siyasal/kültürel çaresizlikleriyle ilgili, tarihsel bir muhakeme ve muhasebe yapmak gerekiyor.
Konformist kültür ve konformist din algısıyla hesaplaşmayı göze alabilen, eleştirel bir bilinç mücadelesi, entelektüel anlamda bir devrimle başlatılabilir. Yeni sorular soramayan, yeni sorgulamalar yapamayan, yeni başlangıçlar yapma ihtiyacı duymayan bir zihin dünyası, tarihin taşrasında yaşamaya mahkûm olur.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.