1. HABERLER

  2. EDEBİYAT DEFTERİ

  3. DÜŞÜNCE - YORUM - ANALİZ

  4. Gazze Ateşkes Anlaşmasından Bir Hudeybiye Hikâyesi Çıkarmalıyız
Gazze Ateşkes Anlaşmasından Bir Hudeybiye Hikâyesi Çıkarmalıyız

Gazze Ateşkes Anlaşmasından Bir Hudeybiye Hikâyesi Çıkarmalıyız

Gazze’de ilan edilen ateşkes, bütün bir İslam dünyasının gayretiyle, yalnızca silahların geçici olarak susması anlamına gelmemeli. Sağlanan ateşkes, İslami siyasal ahlâkın merkezinde yer alan insanı yaşatma ve dünyayı mamur kılma ilkelerine dayalı yeni bi

A+A-

Dr. Ensar Kıvrak - Kritikbakis

Gazze’de ilan edilen ateşkes, bütün bir İslam dünyasının gayretiyle, yalnızca silahların geçici olarak susması anlamına gelmemeli. Sağlanan ateşkes, İslami siyasal ahlâkın merkezinde yer alan insanı yaşatma ve dünyayı mamur kılma ilkelerine dayalı yeni bir siyaset kurma fırsatını da beraberinde getirmiştir. Bu fırsatı doğru değerlendirebilmek için Hudeybiye Barışı’nı hatırlamalıyız. Hudeybiye Barışı, Hicretin altıncı yılında Mekke ile Medine arasında, Mekke’ye yaklaşık 20 km mesafedeki Hudeybiye kuyuları civarında yapılan ve erken İslam siyasal tarihinin seyrini kökten etkileyen bir ateşkes-muahede örneğidir. Olayın öncesi, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yaklaşık bin dört yüz sahabesiyle silahlı çatışma niyeti olmaksızın umre kastıyla Mekke’ye yönelmesi, Kureyş’in ise bu kafilenin şehre girişini engellemek üzere önlemler almasıdır. Tarafların karşılıklı temsilciler aracılığıyla yürüttüğü yoğun müzakereler sonunda on yıllık bir sükûnet dönemi öngören bir metin üzerinde uzlaşılmış, böylece İslam toplumunun Kureyş’le ilişkisi sürekli savaştan sözleşmeli barış dönemine taşınmıştır. Bu hamle, yalnızca kan dökülmesini önleyen bir ara çözüm değil, Medine toplumunun meşruiyet, muhataplık ve hareket imkânlarını genişleten stratejik bir dönüm noktasıdır.

Hudeybiye’nin siyasal önemini pekiştiren iki temel gelişme vardır. İlki, anlaşma görüşmeleri sırasında Hz. Osman’ın akıbetiyle ilgili yayılan yanlış haber üzerine Müslümanların Hz. Peygamber’e ağaç altında biat etmeleri (Bîatü’r-Rıdvân) ve Kur’ân-ı Kerîm’de bu biate rızanın nispet edilmesidir. İkincisi, bizzat bu anlaşmanın Kur’ân’da apaçık bir fetih (fethan mubînâ) olarak nitelendirilmesidir. Buradaki fethin askerî genişleme değil, düşmanlığın askıya alınmasıyla açılan tebliğ ve temas imkânı olduğu vurgulanır. Nitekim Hudeybiye’den hemen sonra Medine toplumunun dışa açılımı hızlanmış; kabileler arası ittifaklar üzerinden İslam’ın toplumsal kabulü artmış; kısa süre içinde Hayber’in fethi ve Umretü’l-Kazâ gerçekleşmiştir. İki yıl sonra, anlaşmayı fiilen bozan Kureyş ittifakındaki Benî Bekir’in, Müslümanlarla müttefik Huzâa kabilesine saldırması üzerine Müslümanlar müdahale gerekçesi elde etmiş; süreç, 630’da Mekke’nin fethi ile sonuçlanmıştır. Böylece Hudeybiye, bir taktik geri çekiliş değil, barış üzerinden kurulan stratejik bir zaferin başlangıcı olmuştur. Özetle Hudeybiye, erken İslam tarihinde barışın stratejik değerini ve sözleşmenin dönüştürücü gücünü ortaya koymuştur. Müslümanların gücünü yalnız silahla değil hukuk, söz ve meşruiyet üzerinden tahkim etmesi; maslahatı temin etmek için kısa vadeli zorluklara katlanması; ihlal karşısında ise ahde vefanın kendilerine sağladığı meşruiyetle hareket etmesi Hudeybiye’den bize miras kalan derslerdir.

Hudeybiye örneği, zahirde geri adım gibi görünen tasarrufların, aslında daha geniş bir toplumsal ve siyasal ufku güvenceye almak için yapıldığını gösterir. Hudeybiye, savaşın cazibesini azaltmış, hukuku ve sözü öne çıkarmış, insan onurunu ve hayatını korumayı hedeflemiştir. Gazze ateşkesinin bugün sağlayabileceği en somut kazanım da tam olarak budur: can kayıplarını durdurmak, acil insani yardımları acilen sağlamak, esir ve tutuklu takası konusunda ilerleme sağlamak, temel hizmetlere erişimi yeniden tesis etmek, Gazze’yi yeniden mamur hale getirmek ve en nihayetinde nehirden denize özgür ve egemen bir Filistin Devleti’ni inşa etmek.

İslami düşüncede maksatlar doktrini (makâsid) başat bir yer tutar. Hayatın korunması, aklın ve haysiyetin gözetilmesi, toplumsal düzenin fesada sürüklenmemesi barışın meşruiyetini güçlendirir. Ateşkes bu açıdan, nihai bir çözüm olmasa da zaruret şartlarında maslahatı büyüten ve zararı en aza indiren bir nefis muhafazasına zemin hazırlar. Barışa meyil varsa barışa meyletmek gerektiğini hatırlatan ilke pasif bir teslimiyet anlamına gelmez; aksine haddi aşan şiddet sarmalını kırmak için cesur ve bilinçli bir tercihtir. Hudeybiye burada bizim için öğreticidir. Hudeybiye, dönemin güç dengelerinde görünürde eşitsiz hükümler barındırsa da iki esas sonucu teminat altına almıştı: silahlı gerilimi askıya alarak toplumsal dolaşımı, haberleşmeyi ve ticareti normalleştirdi ve aynı zamanda Medine’nin muhatap alınmasını sağlayarak Arap kabileleri arasında siyasal meşruiyetini güçlendirirken sözün ve taahhüdün değerini de artırmıştır. Hudeybiye’nin bugün için anlamı, sabrın nafile bir bekleyiş olmadığını, taşan öfkeyi adl ile terbiye etmeyi, hamaseti hikmete bağlamayı, sınırlı imkânı uzun vadeli bir ufka seferber etmeyi bize öğretmesidir. Ateşkesin beraberinde getirdiği Hamas’ın siyasal muhatap kabul edilmesi, bu sürecin meşruiyetini içeride toplumsal rızayla, dışarıda diplomatik itibarla pekiştirmeye de imkan tanımıştır.

Öte yandan uzun vadeli bir barış, adaletin asgari koşulları sağlanmadan kurulamaz. Gazze’de iki yılda yoğunlaşan yıkım, soykırım, zorla yerinden edilme ve altyapının sistematik tahribi, İsrail’in adil savaştan uzak nasıl bir haydut devlet olduğunu da gözler önüne  seriyor. Bu tabloda ateşkes ancak Gazzelilerin yaşam hakkını güvence altına alan ve ateşkes ihlallerini caydıran somut güvencelerle anlam kazanabilir. Aksi halde hukuksuz ve orantısız gücü normalleştiren bir retoriğe dönüşme riski de taşır. Bu nedenle bundan böyle kurulacak bir ateşkes ve barış dönemi mimarisi, İsrail’e karşı iyi niyet varsayımı üzerine değil ihlal anında otomatik devreye girecek garantörlerin müdahalesi ve yaptırım mekanizmaları üzerine oturtulmalıdır. İsrail’in mevcut sicili, ateşkesin işleyebilmesi için uluslararası, bağımsız ve sahada sürekli var olan bir denetim mekanizmasını, yani garantör devletlerin bizatihi Gazze’de var olması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Nitekim İsrail makamlarının yıllara yayılan uygulamalarını inceleyen kapsamlı raporlar, Filistinliler üzerinde sistematik tahakküm ve ayrım yaratan politikaların bir rejim olarak tesis edildiğini ve bunun uluslararası hukuktaki apartheid suçunun unsurlarıyla örtüştüğünü göstermektedir. Bunlar, sahadaki güç kullanımının, hukuksuzluğun ve cezasızlığın nasıl bir kurumsal normal hâline getirildiğinin de kaydıdır. Dolayısıyla barış dilinin, işte bu kurumsallaşmış baskı ve ihlâl rejimiyle yüzleşmeyen bir retoriğe dönüşmesine izin vermemek, bugünden sonra artık ancak Türkiye ve Mısır’ın garantör olarak sahadaki etkin varlığına bağlıdır.

Zira Hudeybiye, müslümanlar bir teskin ya da müşrikler için bir meşrulaştırma hikâyesi değil, aksine zulmü ifşa eden ama yaşatmayı önceleyen bir siyaset aklıdır. İslam, zulmü def etme ilkesini ahde vefa ve emaneti ehline verme ilkeleriyle birlikte siyasalın merkezine yerleştirir. Söz, ancak sözün hukukunu çiğneyen karşısında yaptırımla korunduğunda anlamlıdır. Merhamet, ancak adaletin terazisi kurulduğunda bir fazilettir. Bu bakımdan, İsrail ve Hamas arasında iki tarafa da eşit mesafe söylemi, gerçeği perdelediği gibi ahlâken de sorunludur. Bu konuda gerçekliği eğip bükmek, mazlumu bir kez daha yaralar.

Dolayısıyla, bundan sonraki süreçte kurulacak çerçeve, rehinelerin ve keyfî gözaltındaki Filistinliler dâhil tüm sivillerin takas ve tahliyesini, Gazze’ye hızlı ve güvenli bir şekilde insani yardımların ulaştırılmasını ve en önemlisi, ihlal hâlinde otomatik devreye giren uluslararası garantörlüğü içermelidir. Kısacası, buradan yazılacak Hudeybiye hikâyesi, zalimle orta yol arayan bir uzlaşma metni değil; zulmün adını koyan, mazlumu yaşatmayı merkezine alan ve hukuku caydırıcı araçlarla tahkim eden bir siyaset ahlâkının ifadesi olmalıdır. Sulh hayırlı olduğu hükmü, sulh-i zelili değil, adl ile takviye edilmiş sulhü emreder. Bu yüzden siyasal dilimiz de bundan sonraki diplomatik tavrımız da sahadaki asimetrik, orantısız ve süreklileşmiş güç kullanımının failini açıkça işaret ederek adaletin terazisini kurmalıdır. Ancak o zaman ateşkes bir metin olmaktan çıkıp, mazlumun hayatını koruyan ciddi bir güvenlik rejimine ve hakkı ikame eden siyasal düzene dönüşebilir. Gazze’nin bundan sonraki hikâyesini Hudeybiye ruhuna uygun biçimde yazmak, merhameti adaletle, kudreti hukukla, sabrı hikmetle buluşturan bir siyaset inşa etmeyi gerektirir.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.