Adalet ve özgürlük yoksa toplum güvende değildir
Epey bir süredir hukuk ve özgürlükler konusunda, hem içeride hem de dış dünyada karnemiz hiç iyi değil, özellikle şu günlerde bunu bizzat yaşayarak daha iyi öğreniyoruz.
Ancak son günlerde hukuku hayatımızdan sürgün eden, özgürlükleri adeta şeytan taşlar gibi kovalayan öylesine vicdan yaralayıcı sahnelere tanık oluyoruz ki sanki bu korkudan hiç kurtuluş yokmuş gibi bir hisse kapılıyoruz…
Ve işin en dramatik tarafı da bütün bu kabusların, ‘hukukun üstünlüğü’, insanın en haysiyetli duruşunu temsil eden özgürlüklerin üzerindeki baskıyı kaldırma iddiasıyla yola çıkan AK Parti’nin iktidarında yaşanıyor olması…
Şu anda ülkenin önünde, hayati derecede önemli olan terörden arındırılmış bir Türkiye hedefi var ama iktidar hukuku zedeleyen, özgünlüklerin ufkunu karartan işlerle uğraşıyor.
Ayrıca ekonomik kriz yüzünden emeklinin, asgari ücretlinin, dar gelirlinin ve küçük esnafın yaşadığı dramatik sahneler buna dahil değil.
Memleketin gündeminde, iktidarın odaklanması gereken dağlar kadar problem varken, hukuku yoran işlerle uğraşmak hiç akıl karı değil. Mesela en son Fatih Altaylı’nın Cumhurbaşkanı'na tehditten 4 yıl 2 ay hapsine hükmedildi. Tutukluluğu devam edecek. Fatih Altaylı’yı sevmeyebilirsiniz ve gazetecilik geçmişinde yaptığı hatalar yüzünden eleştiri hakkınızı da sonuna kadar kullanabilirsiniz. Ama bazı tarihi olaylara işaret ederek yaptığı bir yorum üzerinden ‘tehdit’ değerlendirmesi yaparak böyle bir ceza vermeyi hukuk mantığı ile izah etmek ne yazık ki pek mümkün değil.
Bu çerçevede, Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Adem Sözüer’in Altaylı hakkında verilen kararın "ifade özgürlüğünü askıya aldığını ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini” belirten açıklamasını da bir yere not edelim.
Aynı şekilde, 16 Aralık’ta eski AK Parti milletvekili Hüseyin Kocabıyık Cumhurbaşkanı’na hakaretten hakim karşısına çıkacak ve 8 yıla kadar hapsi isteniyor.
Hukuki görünürlüğümüzü zedeleyen daha pek çok dava var elbette ama bu iki dava bile, hukuk ve özgürlükler üzerindeki siyaset gölgesinin ne boyutlarda olduğunu göstermeye yetecektir.
Yaşadığımız bu zor günleri gördükçe, Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya’nın geçtiğimiz günlerde manifesto niteliğindeki şu değerlendirmesini tekrar tekrar hatırlatmak istiyorum: “Hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluk hâkimlere düşmektedir. Her hâkimin terazisi aynı biçimde, hiçbir ayrım yapmadan, hep doğru tartmalıdır. Bir topluluğa olan kinleri ve hırsları onları adaletsizliğe sevk etmemelidir. Hâkimler daima hak ve haklının yanında olmalıdır. Hiçbir neden, onları hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir. Çekinmeden, endişe duymadan, herhangi bir dışsal etki altında kalmadan tarafsız bir tutumla özgürce karar vermelidirler.”
Maalesef hukukun siyasallaşması sadece hak kayıplarıyla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda kutuplaşmayı arttırarak farklı kültürler ve düşüncelerin, farklı inanç ve görüşlerin barışmasının önünde barikatlar kuruyor. En önemlisi de toplumun ‘anayasal güvenliği’ kaybetme endişesini de derinleştiriyor.
Oysa biliyoruz ki AK Parti her vesileyle "Daha âdil bir dünya mümkün" sloganını dillendiren bir parti.
Ama kabul etmesi zor olsa da Türkiye bugün hem içeride hem de dış dünyada ‘hukuk devleti’ nosyonunu büyük ölçüde kaybetmiş bir ülke görüntüsü veriyor.
Her ne kadar Adalet bakanı hemen bütün açıklamalarında “Türkiye bir hukuk devletidir, yargı bağımsızdır” açıklamalarıyla toplumu inandırmaya çalışsa da ülkenin en yüksek yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesi’nin kararları, alt mahkemeler tarafından uygulanmıyor.
Dahası, iç hukukumuzun bir parçası haline getirdiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin verdiği kararların esamesi bile okunmuyor.
Hal böyleyken, hepimiz için hayati bir önem taşıyan “Terörsüz Türkiye”yi inşa etmeye çalışıyoruz. Elbette bu süreç çok önemli ama bir taraftan Öcalan’la bile uzlaşı sağlayarak terörü bitirmeye çalışırken, bir taraftan da gazetecileri, belediye başkanlarını, siyasetçileri tutuklayıp hapse atmayı ne yazık ki hakkaniyetle bağdaştırmak mümkün değil.
Bilelim ki birilerine parmak sallayıp herkesin içine korku salarak, toplumu ayrıştırarak barış ve kardeşlik iklimini oluşturamayız.


