ABD hegemonyası üzerine
Hegemonya çift boyutlu bir kavramdır. Bunu, kuvvet dayatması ile rızanın birliği olarak değerlendirebiliriz. Her hegemonik oluşum, ister istemez bir boyutuyla askerî bir kuvvet; diğer boyutuyla da bu kuvvetin varlığına dayalı kültürel bir kudret icap ettirir. Hiç şüphesiz, her ikisini de besleyen esas unsurun ekonomik üstünlük ve kaynak zenginliği olduğunu ıskalamamak gerekir.
II.Umûmî Harp sonrasında kurulan ABD Hegemonyası tam da buna işâret eder. ABD, II.Umûmî Harpte alt üst olan ve yıkılmış bir Avrupa’nın aksine, tâze bir güç olarak tezâhür etti. Şâibeli Pearl Harbour saldırısı hâriç, kılına bile zarar gelmedi. Japonlarla, kıt’asının hayli uzağında, Pasifik Okyanusu’nun derinliklerinde savaştı. Normandiya çıkarması ise, Hitler ordularının çözüldüğü bir evrede gerçekleşti. ABD orduları Avrupa kıt’asında âdeta, tereyağından kıl çeker gibi ilerledi.
Asker ve sivil ölümlerini veren istatistikler, kıyaslamalı olarak ele alındığında bunu daha berrak bir şekilde ortaya koymaktadır. Sovyetler Birliği’nin insan kaybı 20 Milyonun üzerinde, Almanya’nın yaklaşık 7.5 Milyon, Japonya’nın 2.5 Milyonun üzerinde, Çin’in 20 Milyon iken ABD’nin kaybı sâdece 418.000 olarak ifâde edilmektedir.
Asker ve sivil ölümleri kıyaslandığında tablo daha çarpıcı rakamlar ortaya koymaktadır. Meselâ Sovyetler’de bu oran 10 Milyona 12 Milyon; Hollanda’da 16.000’e 125.000, ABD’de ise 417.000’e 1700’dür. Hâsılı, memleketinde eser miktarda tahribat yaşamış, sanâyisi dimdik ayakta, çok yüksek verimliliklerle çalışan ABD, çok az kayıpla 20.Asrın en hudretli ve kuvvetli devleti olarak dünyâ hâkimiyetini ele geçirdi. Savaşta 450.000 insanını kaybetmiş ve şehirleri Alman bombardmanlarıyla tahrip olmuş eski hegemonik kuvvet olan İngiltere’nin buna karşı yapacağı bir şey kalmamıştı. Yapabildiği tek şey, istihbârî ve tecrübî birikimiyle ABD’ye sızmak ve onu becerebildiği kadarıyla onu içeriden idâre etmek kaabiliyeti kazanmak oldu.
1945’ten, kabaca krize girdiği 2000’lere kadar devâm eden ABD hegemonyasının askerî üstünlüğü kendisini kabûl ettirdi. Gelelim hegemonyanın kültürel kanadına. ABD kültürel yapıları ve endüstrileri tam kapasite ile çalıştı ve çok büyük başarılar kazandı. En büyük başarısı, Avrupa’nın Aydınlanma ve sonrasında kazanmış olduğu kültürel yapıları çözmesiydi. Aydınlanma ve Aydınlanma sonrası Avrupa kültürü, bilim, fenler, sanat ve felsefede ulaştığı çok derinlikli ve karmaşık niteliğiyle dünyâ çapında standart hâline gelmiş, küresel bir ağırlık kazanmıştı. Burada küresellik vurgusuna bilhassa dikkat etmek lâzım gelir. Avrupa ile özdeşleşmiş Batı medeniyeti iddiası sömürge ve yarı sömürge dünyâda yerli entelijensiyaların zihnini donatıyordu. O kadar ki, Avrupa merkezci fikir ve eylem kodları, ona karşı açılan mücâdelelerin de rengini veriyordu. Hâsılı, “Avrupa medeniyeti”, ister onu benimseyenler, ister ona karşı çıkmak isteyen entelijensiyalar için vazgeçilmez referansları veriyordu.
Avrupa merkezli kültür kodları son derecede çetin ceviz, demir leblebi niteliklere sâhipti. Bu çerçevede yerli entelijensiyaların ev ödevleri de bu nispette ağırlaşıyordu. Herşeyden evvel kendi lisanlarında karşılığı olmayan binlerce kelime ve kavramı ihtivâ eden felsefî ve edebî Fransızcayı veyâ Almancayı sökmek mecbûriyetin-deydiler. Pek çok münevver bu işte çuvallıyordu. Bunun hakkını verenler ise başka bir âleme savruluyor ve kendi toplumlarına yabancılaşı-yorlardı. Yerlici ve tedâfüî (apolojetik) endişelerle Avrupa merkezli fikriyâta itiraz edenler ise ya koyu ve çıkmaz bir karanlıkçılığın (obskürantizm) içine gömülüyor veyâ tutarsız telifçiliklerde takılı kalıyorlardı.
ABD kültürü ise bu ağırlıkların tekmilini ortadan kaldırdı. Dünyâyı medenîleştirmek iddiasını ABD kültür çevrelerinden iştimek çok zordur. Amerikalılar beşiği İngiltere olan pratik, faydacılık olarak bildiğimiz pragmatik, utiliteryen düşünceleri güdüyor; know what yerine know how yaklaşımları yerleştiriyorlardı. Derinleşmek onlar için boşa zaman ve enerji kaybıydı. Amerikan orta sınıf değerleri herşeyi sulandıran, cıvıtan, gevşeten, yüzeyselleştiren, rahatlatan bir müsekkin hapı gibidir. Avrupacılıktan muzdarip her zihne şifâ verir. Kendileri de envâî milletlerden müteşekkil, yâni çok kültürlü olduğu için hiçbir yabancı kültürü dışlamıyor; tam aksine onlara hoşgörüyle bakıyorlardı. Bu, esnek ABD orta sınıfları ile katı ve kompleksli Avrupa burjuva gelenekleri arasındaki temel fark idi. Nihâyet, ABD fırsat ve başarıları, nereden ve nasıl gelirse gelsin kutluyordu. Eylemi önceleyen herhangi bir ahlâkî kota da tatbik etmiyordu. ABD tarzı, eylem serbestîsi sağlayan hürriyet ilkesini kendi asimptotundan çıkaracak herhangi bir ahlâki kod mevcut değildi. Hürriyet kavramı sâdece fırsatları koklayan ve kazanmayı arzulayan engellenmemiş bireyselliği karşılıyordu. İdeallerin yerini fantazmaların aldığı tam bir sosyal darvinizmdi bu. En büyük sigortası ise risk kavramıydı. Risk, bu kültürün; kimsenin almaya zorlanmadığı; lâkin almazsa çürüyeceğini ve aşağılanacağını ona hissettiren; alıp kazananın kutsandığı; lâkin kaybedenin şikâyet hakkını ortadan kaldıran yegâne epik değeriydi. ABD kendi kültürel hegemonyasını perçinlemek için her nev’i kamuculuğu; bilhassa reel sosyalizmi tepe tepe kullandı. Kendi güdümündeki Batı Avrupa’nın Ren kapitalizmi olarak bilinen ve kamuculukla demokrasiyi başa baş götüren Kıt’a Avrupasını bıyık altından küçümseyerek yedeğinde tuttu. Demir Perde’nin Homo Sovyeticus yaratma derdinde olan demokrasisiz kamuculuğunu ise kendi hürriyetçiliğini meşrûlaştırmak için kullandı. Sosyalist Blok nasıl ABD’nin askerî performansını arttıran bir tavşan koşucuysa, kültürel olarak da aynı işlevi yerine getiriyordu.
Bu kültür dünyâ avamlarını derinden etkiledi ve kendisine çekti. ABD bugün ekonomik ve teknolojik üstünlüklerini büyük ölçüde kaybetti. Askerî olarak devâsa bir kuvvet olarak; evet hâlâ korkutucu; ama eskisi kadar değil. Girdiği her savaşta kaybetmiş, gayrı nizâmî ordulardan dayak yemiş bir ordu bu. Ama ABD’nin kültürel kudreti hâlâ devam ediyor. Ne Çin ne Hint, ne de Brezilya ve Lâtin dünyâ onun yerini alabilecek alternatif bir hayât tarzı târif edemiyor. Bakalım, artık pek çok kanadı eskisi gibi çalışmayan ABD, bu tek kanatla nereye kadar uçabilecek?