Modern iktisadın ruhu olarak “Kenz!” (1)
Liberal veya sosyalist iktisatçıların yerleşik literatürlerinin dışına çıkıp da, kapitalizmin ve sosyalizmin ortak amacını İslami literatürden hareketle anlamaya çalıştığımızda her iki doktrinin üzerinde anlaştığı modern iktisadi faaliyeti tek kelime ile ifade etmek gerekirse, buna kısaca “kenz ideolojisi” demek mümkün.
Bugüne kadar ve genel olarak İslam iktisadı ve iktisat düşüncesi söz konusu olduğunda anahtar terimler olarak “zekat, faiz, emek” ele alınmıştı, sosyalist meydan okumaya karşı “mülkiyet” önem verilen terimlerden biridir. Ancak söz konusu terimler önemli olmakla beraber yeterli değildir, terimler bize sosyo ekonomik ve fıkhi açıklamalarda bulunmamıza yardım eder ancak, iktisadi faaliyet çok daha derinlerde ve bir ölçüde kelami/felsefi bir sorun olarak karşımıza çıkar. Bu çerçevede bana göre, “kenz, tekasür, tefahur, düvle, israf, sefih, haciyat, tekmiliyat, tahsiniyat, tahrimiyat” vb. terimler de önemlidir (1)
Entelektüel kapasitesi yüksek seçkin zihinlerin gözlediği üzere köklü bir paradigma değişikliğini yaşıyoruz, etkileri birden değil, kademeli olarak ortaya çıkıyor; Fritjof Capra, her üç bin senede vuku bulan temel bir değişimin üç belirtisinden söz etmişti: Fosil kaynakların tükenecek olması, eril kültürün yerini dişil kültürün alması ve genel paradigma değişikliği.
Yeryüzünde hiçbir değişim insanın kaderi değildir, insan iradesinin dışında Allah insana kader dayatmaz, insan isterse yeryüzünü cennete çevirebilir isterse cehenneme. Vakıa şu ki, yeryüzünde milyarlarca insan cehennem hayatı yaşıyor ve bu ilanihaye devam edip gidemez.
Eğer durum bu merkezde ise, sosyal hayatın en önemli faaliyet alanı iktisadın da yeni bir tanımsal çerçeve içine alınması lazım. Biz yine işe anahtar bir terim olarak “kenz”den başlayalım:
Aktüel durumda “İslami sol” söyleme referans teşkil eden ve kapitalizm üzerinden salt mülkiyet ve servet edinmenin reddine mesnet teşkil eden Kenz terimi eksik kullanıla gelmiştir. Geçtiği yerde negatif anlam yüklü olan “kenz” Tevbe suresinde geçer:
“Ey imân edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar… Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, bögürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek)”.(9/Tevbe, 34-35).
Surenin genel akışı yani iki ayetin siyak ve sıbakı gözönüne alındığında, sözü edilenlerin Kitap ehlinin din adamları olduğu görülür. “Allah’ın nuru”na mani olmak isteyenlerden gayrı müslim din adamlarının –elbette hepsi değil, çoğu- bu tutuma girmelerinin basit sebebi şahsi çıkar, makam hırsı ve iktidar seçkinleri –Kur’an termonolojisiyle mele’ ve mütref- nezdinde kazanmak istedikleri itibardır. Bunlar insanların mallarını haksız yere yerler, emeklerini ve iyi niyetlerini sömürürler. Bunu genellikle
- a) Dini ve dini duyguları istismar etmek,
- b) Büyük servet ve güç sahiplerinin yapıp ettiklerini, adaletsiz düzenlerini meşrulaştırmak, sömürü ve haksızlıklara, hak ve hukuk ihlallerine ses çıkarmamak,
- c) Ya da bizzat kendileri düzenin aktif aktörleri, ortakları, işleticileri olmak suretiyle yaparlar.
Tarihte rüşvet alan, haksız kararlar veren, kitabın bir bölümünü gizleyip bir bölümünü öne çıkaran, olmadık yorumlarla kitabı ve hükümleri çarpıtan ya da kendi düşüncelerini Allah’tan gelen vahiymiş gibi takdim eden din adamlarına çokça rastlanmıştır. Din adamlarının bu tutumunun en bariz sonucu, insanları Allah’ın yolundan alıkoymalarıdır. İnsanlar doğruluk ve adaleti din adına konuşanlarda arar, onların her sözlerinde doğruluk, kararlarında adaletin tecelli etmesini isterler. Alimden beklenen ilmiyle amel etmesidir. Din adamları ve alimlerin söz ve davranışlarında sahtecilik, yalan, rüşvet, yolsuzluk, dünyaya hırsla bağlılık ve adaletsizlik gördüklerinde kitleler ümitlerini dinden keser, böylelikle Allah’a yönelmekten kaçınırlar. Hak ve hakikat yolu onlara kapatılmış olur.
- ayet içinde yer alan “Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar”, ilk anda düşük ahlaki profilleri anlatılan gayrımüslim din adamlarının bir tutumu gibi görünse de, -ayetin iniş sebebi onlarla ilgili olmakla beraber- daha geniş çerçevede belli bir kişilik profiline ve belli bir zihni tutuma işaret etmektedir. Bu profilde olanların öne çıkan özellikleri altını ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamamalarıdır.
Örneğin “altın ve gümüş” üzerinden verilmesi, tabii ki bu iki madenin her zaman değerli olmasıyla ilgilidir. Ama her ikisinin kelime kökenlerine bakıldığında, insan-servet ilişkisinin manasızlığına, paradoksal tutumuna bir gönderme olduğu da görülebilir. Altın “zeheb” gitme, gelip geçme kökünden türemiştir, yani aslında oldukça cazip ve değerli olsa da hakikatte gelip geçen, giden şeydir; gümüş de “fıdda” kökünden ayrılıp dağılan, birbirinden ayrılan şey demektir. Gümüş de değerli olmakla beraber hakikati itibariyle dağılıp gider. Hal buyken, altın ve gümüşü, daha geniş manasıyla serveti hırsla biriktirmenin anlamı nadir? Netice itibariyle biriktirilen şeyler gelip geçen, dağılan nesnelerdir, kalıcılık vasıfları bulunmamaktadır.
Biriktirme fiili “kenz” ile ifade edilmiştir ki son derece önemlidir. Kenz, üstüste yığmak, içiçe sokup biriktirmek demektir. Modern iktisatçıların kapitalizmi “sınırsız sermaye biriktirme” düzeni olarak tarif etmeleri –örneğin Immanuel Wallerstein- kenz fiilinin salt biriktirme olmayıp
- a) Bir iktisadi fiil ve hissi bir tutku olarak üstüste servet yığma, sermaye biriktirme,
- b) Söz konusu servetin toplumun aleyhine, adaletsizliklere, sınıflar arasında uçurumlara, çatışma ve husumetlere, kitlesel yoksulluklara ve sömürüye dayalı olarak biriktirme,
- c) Allah yolunda, yani yoksullara, ihtiyacı olanlara ve adaletin tesisi için verilen mücadeleye (cihad) harcanmasından kaçınma olduğunu göstermektedir.
Notlar
1) Bundan 14 sene önce bu konuyu “Kenz” terimi bağlamında ele almıştım. (1-2, Dünya Bülteni, 21-26 Ağustos 2011)