Ümmet nutukları güzel de keşke katili durduracak bir de gücümüz olsaydı…
Müslüman toplumların içinde bulunduğu acıklı ve çaresiz tabloyu tarif etmekte kelimelerin bile kifayetsiz kaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Gazze’de yüzyılın en büyük soykırımı yaşanıyor, yeni çağın Hitler’i için bebekleri katletmek bile yeterli olmuyor ve Suriye’ye saldırarak kendine yeni katliam alanları yaratıyor. Bu gidişle katilin nerede duracağını da kimse bilmiyor…
Batı dünyasının yönetici elitinin katliam ortaklığını hepimiz biliyoruz. Ama her şeye rağmen, Batı başkentlerinde vicdanları kararmamış milyonlar Gazze için isyan çığlıklarını yükseltmeye devam ediyorlar.
Ancak Türkiye dahil bütün Müslüman ülkeler bu insanlık dışı katliamları sadece seyrediyor ve Müslüman ahalinin kılı bile kıpırdamıyor. Şimdilik bol bol dua ediyorlar, bir de Cola döküp, cafe basmayı ihmal etmiyorlar.
Artık çok iyi biliyoruz ki başta Türkiye olmak üzere Müslüman ülkeler katile karşı zerrece somut bir adım atamamalarına rağmen, yüksek perdeden hamaset dolu ümmet nutukları atmayı pek seviyorlar.
Bu konuda öylesine örnekler var ki gösteriden öte bir anlam ifade etmeyen hamaset cümlelerini duydukça, insanın utancından yerin dibine geçesi geliyor… “Ortadoğu bizden sorulur”, “Libya’ya, Karabağ’a nasıl girdiysek, gerekirse İsrail’e de aynısını yaparız.” Ümmeti gaza getirecek bu tür nutuklar güzel de keşke bir de katili durduracak gücümüz olsaydı…
Hiçbir somut adım atmadan topluma hamasi hayaller pompalamak sadece iktidar erkinden gelmiyor elbette. Bir de iktidar medyası var ki onların durumu, kelimenin tam anlamıyla zavallıca bir görüntü arz ediyor. Şu ifadeler nasıl bir aklın ürünü olabilir ki: “PKK’dan sonra sıra İsrail’de. Bu kader kaçınılmaz. Ne kadar tehdit ederse etsin İsrail korkuyu kendi evinde yaşayacaktır. Ya Türkiye’nin önünde diz çökecek ya da intihar edecektir!”
Biraz tarihten, jeopolitikten haberdar ve de Allah’ın bahşettiği akıl nimetine sahip olan bir medya mensubu bu ifadeleri kullanabilir mi? Ama artık Gazze mücahitliği de Kudüs sevdası da bu tür ucuz ve sadece ayran kabartan gösterişli cümlelerle sergileniyor.
İsrail’e karşı “Bir gece ansızın…”, “Sen bittin, Türkiye’nin önünde diz çök” benzeri cümleler kurmayı çok seviyoruz ama ne hikmetse katilin bizim bu kükrememizden haberi yok… Bu yüzden Suriye’yi bombalıyor, biz de bol bol konuşuyoruz.
Çünkü katili durdurabilecek ne bir gücümüz ne de diplomatik kabiliyetimiz var. Ama bu çorbada bizim de bir tuzumuz var, bebekler katledilirken yedi ay boyunca İsrail’le ticarete devam ettik, eğer bu mücahitlikten sayılırsa…
Peki neden Müslüman toplumlar böyle çaresiz ve sefil durumda?
Genelde şöyle bir anlayış var; “Aslında Müslüman ülkeler ümmet bilincine sahip olsalar ve de ibadetlerini bihakkın yerine getirseler bütün bunlar başımıza gelmezdi…” Neden biz dini sadece ritüellere indirgeyerek bu kadar dar bir alana hapsediyoruz, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Ayrıca mesele din ya da ümmet meselesi değil ki… Bir insanlık dramı ile karşı karşıyayız, vicdanlarımızı kanatan katliamlar karşısında nasıl bir insani durum sergiliyoruz, önemli olan o…
Çok dua edersek, hatta toplu namazlar kılarsak İsrail katliamdan vaz mı geçecek? Elbette Müslümanlar dua eder, ibadet eder ama bu Allah’la kul arasındaki bir mesele. Evet çok dua ediyoruz ama katliamlar durmuyor.
Demek ki Müslümanların, bir güç olabilmesi için başka bir şeye ihtiyacı var. Kabul edelim ki Müslümanlar, bu dünyada var olmanın hikmetini de yaşadıkları çağın gerçekliğini de kavrayabilmiş değiller.
Bu yüzden de iyi bir demokrasiye sahip değiller, vatandaşlarına anayasal güvence sağlayacak bir hukuk devletinden ve de öngörülebilir bir ekonomiden mahrumlar. Mesela Türkiye hukuku siyasetin emrine verdiği için, derin bir yargısal yozlaşma yaşıyor, adaleti kaybettiği için halkının ekmeğini büyütemediği gibi, hakkını-hukukunu ve özgürlüklerini de teminat altına alamıyor. Daha da vahim olanı, seçilmiş politikacıları hapse atmakla övünüyor.
Diğer Müslüman ülkelerde ise durum daha da vahim. Mesela Mısır’da Sisi diktatörlüğü canının istediğini hapse atıyor ve savunma haklarını bile ellerinden alıyor. İran’da ise başörtüsü takmayan kadınlar, molla rejiminin gazabından kurtulamıyor. Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri ise tam bir kapalı kutu, kimin ne zaman hapse atıldığı ya da hayatına son verildiğinden haberimiz bile olmuyor.
Türkiye başta olmak üzere, bu ülkelerin hemen hepsinde bir korku iklimi hakim. Bilim ve teknoloji üretilmiyor, fikri ve akademik özgürlük yok, basın özgürlüğü büyük ölçüde baskılanmış durumda.
Hiçbir alanda dünya ile yarışma kabiliyeti bulunmayan bir ülkenin sadece hamasetle büyük ve saygın bir devlet olması mümkün olabilir mi?