Süleyman Seyfi Öğün

Süleyman Seyfi Öğün

Tuz kokarken

A+A-

Son birkaç gündür dünyâ gündemini Trump’ın İsrâil ve Mısır çıkarması birinci sırayı işgâl ediyor. Gelmiş geçmiş liderler târihinin bu en eksantrik figürünün olağandışı showunu seyrettik. Bugüne kadar 7 savaş bitirdiğini iftiharla söyleyen Trump şimdi de Gazze savaşını bitirerek skor tabelasına 8. zaferini yazdırmak istiyor. İsmini de Trump Barışı koymuş.

 

Egoizmine zirve yaptırmış bir siyâsî anomali ile karşı karşıyayız. Hem Knesset hem de Sharm el Sheikh konuşması tam bir skandaldı. Bunun üzerinde fazlaca durmayacağım. Beni derin derin düşündüren esas mesele barış kavramının bu derecede kirlenmesidir. Bu, tuzun kokması mânâsına geliyor. Faşizan düşüncelere sâhip, Beyaz/Hristiyanlığın üstünlüğüne inanmış bir ırkçı; üstelik katıksız bir siyonist barış kavramını eline almış, diline dolamış bir şekilde ortalıkta dolaşıyor. İsrâil’e verdiği “acaip” silâhların İsrâil ordusu tarafından “hârika” bir şekilde kullanıldığını iftiharla anlatan bir patolojik söylemin sâhibi barıştan bahsediyor. Artık medeniyetin sigortası atmış; militarizm ile barış kavramlarının arasındaki uzlaşmaz çelişki erimiş durumda.

Daha evvel, barış için savaş meselesi tartışılırdı. Haklı savaşlardan bahsedilirdi. Bu, daha çok antikolonyalist ve antiemperyalist savaşlar için mûteberdi. Mesela Vietnam’daki savaşı bitirdiği zaman Nixon, radyodaki cümlelerini dün gibi hatırlıyorum, sâdece “Savaş sona erdi” (The war is over) demekle yetindi. Çünkü bu ve benzeri savaşlarda mağlûp militarist mütecâviz kuvvetler “Barışı getirdik” diyemezlerdi. Demek ki o kadarcık utanma duyguları vardı. Afganistan’da yenilen Sovyetler de böyle bir şey yapamadılar. Sâdece çekilme karârı aldıklarını beyân etmekle kifâyet ettiler. Militarizm bir yere saldırdığında kendi güzellemesini yapar. En başta müracaat ettikleri ifâde, oraya demokrasi, medeniyet, insan hakları götürdükleri yolunda olur. Mağlûp olduklarında ise en fazla kendilerine direnen yerli hareketleri ve onların arkasındaki toplulukları adam olmamakla, medeniyete ve demokrasiye akıl erdirememekle suçlarlar. Ama Gazze’de işler iyice karışık. Hatlar birbirine girmiş, ortalık kısa devreden geçilmiyor.

Manzaraya bir bakalım... İsrâil ordusunun Gazze işgâli ve arkasından gerçekleştirdiği soykırımın temelde iki amacı vardı: Rehineleri kurtarmak ve HAMAS’ı yok etmek. Şimdi soralım: Başarabildiler mi? El cevap, hayır. Yoğun bombardıman altında kendi insanlarının büyük kısmının ölümüne sebep oldular. Aradaki muvakkat ateşkes safhalarında HAMAS’ın gönüllü olarak serbest bıraktığı az sayıda rehine hâriç hiçbir rehineyi kurtaramadılar. İkinci olarak HAMAS’ı yok edemediler. Evet, bu arada Gazze’de taş üstünde taş bırakmadılar ve birkaç yüz bin insânın, çoluk çocuk, kadın yaşlı ölümüne, kalanların ise evsiz barksız, aç, bîilâç kalmasına sebep oldular. Başaramadıkça azgınlaştılar. Gözleri savaş hukûkunu görmedi. Hastahaneleri acımasızca bombaladılar. Yüzlerce gazeteciyi katlettiler.

Onlara soğuk duş yaptıran dünyâ kamuoyunun aleyhlerine dönmesi oldu. Diğer bir baskıyı da içeriden yediler. Rehine yakınlarının örgütlediği ve hatırı sayılır kalabalıkların iştirak ettiği mitingler fâsılasız devâm etti. İsrâilli faşistler bu yükü taşıyamaz hâle geldi. İşte tam bu esnâda ABD ve Trump imdatlarına yetişti. Sağlanan ateşkes esâsen siyonizmin mağlûbiyetini ortaya koyuyor. Gazzeliler, o yiğit halk, onca acıya rağmen vatanlarını terk etmedi. Eğer son bir çılgınlıkla Gazze’yi ilhak plânı devreye girseydi muhtemelen Pol Pot’u aratmayacak bir kıyım gerçekleşecek,lâkin İsrâil 21. Asrın lânetli devleti sıfatını kazanacak, İsrâilliler ise sokağa çıkamayacak hâle gelecekti. İşte Trump Barışı olarak takdim edilen kepazelik tam da Netanyahu ve şürekâsının bu bâdireden kurtarılmasını ifâde ediyor. ABD, sanki bu katliâmın suç ortağı değilmiş gibi, onlarca devleti de peşinden sürükleyerek kurtarıcı bir güç edâsıyla sâhaya indi. Gazze Kasabı Netanyahu onu harâretle karşıladı. Knesset’de yaptığı konuşmada Trump açık açık İsrâil’i kollayan ve ABD’nin onun tâvizsiz hâmisi olduğunu ilân etti. Buradan çıkarılacak en kestirme hüküm, bu “barışta” ABD’nin tarafsız kalmayacağı ve İsrâil’in menfaatlerini tâkip edeceği gerçeğidir. Ama bu kadarla da sınırlı kalmıyor. Gazze’ye başta ABD olmak üzere, ABD ve İngiltere başta olmak üzere diğer ortaklarını bu yağmaya dâhil etmek istiyor. Fanatik hükûmet kanadı elbette bundan hoşnut değil. Onlar Gazze’yi topyekûn ilhak etmek arzusunda. Ama geçmiş olsun, öyle bir şey olmayacak. Trump her işte olduğu gibi kendi payını almadan hiçbir adım atmaz. Netanyahu’yu ve siyonizmi temize çıkarmanın bedeli bu.

Niyet belgesinde, bu soykırım barış adı altında unutturulmak ve temize çekilmek isteniyor. Ne kadar acı ki yapanlar yaptıklarıyla kalacaklar. Bedel ödemek bir tarafa aklanacaklar.

“Barış” süreci Gazze’yi Filistinsizleştirmek, idâresini teknokrasiye açarak Filistin dâvâsını sönümlendirmek istiyor. Netanyahu ve diğer zorbaların zorla şiddet yoluyla yapmak istediklerini zamâna yayarak ve perderpey hayâta geçirmek istiyor.

Birkaç gündür Gazze’de insanların ölmemesi, yavaş yavaş akan yardımlarla karınlarının doyması, ilâca kavuşmaları, Gazze halkının son büyük kıyımdam kurtarılmaları bizim en büyük tesellimiz. Türkiye’nin pozisyonunu belirleyen de bu insânî boyut. Ama bundan sonrasının hayli meşakkatli bir yol olduğunu

hesâba katmamız gerekiyor.” Barış” sürecinde kısmen Katar ile berâber HAMAS’ı himâye eden yegâne güç Türkiye… Bırakın İsrâil ve ABD’li siyonistleri, HAMAS’tan zerre miskâl haz etmeyen, hatta yok olmasından mesud olacak, Mısır, Suudî Arabistan, BAE gibi Arap devletleriyle berâber nereye kadar gidilebilecek, bilemiyorum. Gönülden temennim o dur ki, bu netâmeli süreç Türk devlet aklı tarafından enine boyuna incelenerek, Filistin ve Gazze halkı öncelenerek yola çıkılmıştır.

Barış için savaşı anlamıştık; ama bu defâ daha büyük savaşlar için barış ile mi yüz yüzeyiz? Bakalım, göreceğiz…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar