1. YAZARLAR

  2. Süleyman Seyfi Öğün

  3. Son hesaplaşma (1)
Süleyman Seyfi Öğün

Süleyman Seyfi Öğün

Son hesaplaşma (1)

A+A-

Nihâyet korkulan oldu. İsrâil İran’a ağır bir saldırı gerçekleştirdi. Ağır kayıplar yaşasa da İran, buna kendi kapasitesinde cevap vermekte gecikmedi. Artık adını koyabiliriz. Ne kadar devâm edeceği ve nereye evrileceği şimdilik belirsiz de olsa bir İsrâil-İran savaşı başlamış durumda. Burada mühim olan, hâdiseyi mümkün olduğu kadar geriye çekerek anlamak ve ihtimâlleri ortaya koymak.

En derinlerde, 11 Eylül 2001’de ABD’de İkiz Kuleler’e yapılan saldırıyı hatırlamak lâzım gelir. Hâdisenin hemen arkasından Neoconların hazırladığı ABD Küresel Doktrini ilân edildi. Bu doktrinin en yakıcı kısmı, Sudan ve Somali’yi de içerecek kuşatıcı bir coğrafya üzerinden Ortadoğu’ya isâbet ediyordu. Bunu kıt’asal olarak ele almak son derecede eksik kalacaktır. Esas mesele, ticâreti dolarla yapılan fosil yakıtlar temelli dünyâ enerji şebekesinin atardamarlarını oluşturan Fars veyâ Arap Denizi, Kızıl Deniz ve Libya’dan başlayarak doğuya doğru Akdeniz hâkimiyetini yeniden şekillendirmekti. Dolayısıyla kıt’asal olarak bakıldığında sanki Ortadoğu haritalarının dışında kaldığı düşünülen Sudan ve Somali de işin içindeydi. Kırılgan demografik /kültürel yapıları, zayıf kurumsallıkları ve fakirlikleriyle bilinen, sürecin Afrika’ya bakan tarafları kısa bir zaman zarfında darmadağın edildi. Plânın ikinci ayağında o devirlerde var olan ve tamâmı İsrâil karşıtı olan BAAS diktatörlüklerinin tasfiyesi vardı. Bu, plânın can damarını oluşturuyordu.

İlk başta Irak hedefe konuldu. Körfez Savaşı Saddam’ın sonunu getirdi. Çok parçalı, yönetilmesi son derecede zor, istikrarsız bir Irak ortaya çıktı. Güdümlü Arap Baharı Libya, Tunus ve Mısır’ı sardı. Kaddafi, Mübârek ve Zeynel Abidin iktidarları sapır sapır döküldüler. Baskıcı, bıktırıcı ve çürümüş BAAS rejimlerinin tasfiyesi, ilk başlarda demokratik bir rahatlama sağladıysa da, kısa zamanda aksine ınkılâb etti. Müslüman Kardeşler Hareketi bu demokratizasyonun taşıyıcı kuvvetiydi. Hâlbuki bu, oyunun sâdece ilk perdesiydi. Plân çok açıktı. Evvelâ bu taşıyıcı kuvvetle demokratik talepler açığa çıkarılacak, daha sonra da, ABD ile uyumlu yeni bir baskıcı kadrolar tarafından ezilecekti. Mısır ve Tunus’ta yaşananlar tam da bunu ortaya koyuyor.

Kabilevî yapıları dağıtmak hâdisenin ilk, partitokrasileri dağıtmak ise ikinci ayağını oluşturuyordu. Bu dalga Sûriye’de hayli uzun vâdeli olarak tıkandı. Bu tıkanma, Rusya ve İran’ın coğrafyaya dâhil olmasına sebebiyet verdi. Rusya ayrı bir bahis; ama İran’ın Şiî Hilâli üzerinden devreye girmesi bu tıkanmanın sağladığı boşluklar ve fırsatlar üzerinden gerçekleşti. Angloamerikan blokun buna, biraz da göz yumduğunu düşünüyorum. Şiî Hilâli’nin varlığı İsrâil’in varlık temellerini ve silâhlanmasını teşvik eden bir vazife görüyordu. Arkasına Neoconların desteğini alan İsrâil Siyonist hükûmetlerin de hızlandırması ve aşırılılaştırmasıyla meydan okuyucu bir kuvvet hâline geldi. 7 Ekim sonrasında Gazze’de başlattığı soykırım, Lübnan’da Hizbullah’a indirilen ağır darbeler, Sûriye’de Esed’in devrilmesine giden süreçler bu palazlanmanın ve güç zehirlenmesinin mahsulüdür. Bu taşkınlık nihâyetinde İran ile kesin bir hesaplaşma çılgınlığına ulaştı.

Şimdi bu fotografları daha küresel bir şablona oturtmak gerekiyor. Çünkü Ortadoğu dünyâdan kopuk değil. Sâdece İsrâil ve diğer aktörlere bakarak yapılacak değerlendirmeler eksik kalacaktır. 2000’lerden başlayarak Çin’in önlenemez bir kuvvet olarak yükselmesi ve onun Asya açılımlarının Pakistan’ın Gwadar Limanı’na ulaşması; oradan da petrol zengini Körfez Araplığı ile temâsa geçmesi en kritik gelişmelerdi. Çin’in, Körfez Arapları ve bilhassa Suudlarla dolarizasyona dayalı enerji ticâretini sarsacak bâzı yakınlaşmalar sağlaması son derecede kritik bir gelişmeydi. Dahası, Çin ile İran arasında yapılan anlaşmalar Neocon zihniyetli Angloamerikan blokunu son derecede rahatsız ediyordu. Anglomerikan bloku, Baltık’dan başlatıp Girit’e kadar dikey bir hat çekiyordu. Bu hat üzerinde Ukrayna-Rusya savaşını başlattılar. Bu hat eninde sonunda İsrâil ile bağlantılıydı. İsrâil, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile stratejik ortaklık geliştirdi. (Tabiî ki Türkiye’yi dışlayarak). İsrâil bununla da sınırlı kalmıyor, Ortadoğu’da Hint Denizi’nde Hindistan’ı da içine alan başka bir eksenle bütünleşiyordu.. Bu açıdan haritaya bütünlüklü olarak bakıldığında, Baltık’tan inen hat Yunanistan-İsrâil bağı üzerinden düğümleniyor ve doğuda Hindistan’a kadar uzuyordu. Her şekilde Çin dışlanmaktaydı. (Netanyahu’nun BM’de gösterdiği harita tam da buydu).

Rusya-Ukrayna savaşı ve Gazze’deki İsrâil soykırımı bütün dehşeti ile devâm ediyorken yaşanan iki savaşı da unutmamak gerekiyor. İlki Âzerbaycan- Ermenistan savaşıdır. Burada Türkiye ve Pakistan Âzerbaycan’ın yanında yer aldı. Hindistan, Yunanistan ise Ermenistan’ı desteklediler. Ama bâzı tuhaflıklar ortaya çıkmakta gecikmedi. Tuhaflıklardan birisi İsrâil’in de, İran’ı kuzeyden kontrol edebilmek için Âzerbaycan’ın yanında yer almış olması; İran’ın ise Ermenistan’ı desteklemesiydi. İsrâil’in İran ile berâber Hindistan’ın karşısında konuşlanmış olması çok dikkat çekici olmalıdır. Daha sonra yürekleri ağıza getiren birkaç günlük Hindistan-Pakistan çatışması yaşandı. Kafkasya’daki bulanıklık burada yoktu. İsrâil ve Yunanistan bütün gövdeleriyle Hindistan’ın; Türkiye ve Âzerbaycan ise Pâkistan’ın yanında yer aldı. İran ise tarafsız kalmayı tercih etti.

İsrâil’in İran’a saldırması, aslında ucu doğrudan Türkiye ve Pâkistan’a; dolaylı olarak da Çin ve Rusya’ya dokunması kuvvetle muhtemel bir süreci tetikliyor.

Devâm edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar