Gücü kabirlerde veya geçmişte aramak
Modern zamanlar ile cahiliye dönemi insanlar arasındaki fark forumdadır; geçmişte atalarıyla övünenler bugün “şanlı tarihleri”yle övünmektedirler.
Cahiliye Arapları için geçmiş –bugün tarih diyoruz- mezarlarda yatanlardı. Çok olana ve daha çok için duyulan tutkuyu mezarları referans göstererek dile getiriyorlardı. Kur’an-ı Kerim “Makberleri ziyaret ettiniz; mezarlıklara, mezarda yatanlara, geçmişte yaşayıp da şimdi toprak altında çürüyüp gidenlere müracaat ettiniz” diye eleştirmektir.
Bu geçmişe verilen referans, tarihi yanlış okuma biçimidir. Birbirleriyle yarış halinde olanlar, eğer güç ve üstünlüklerini kanıtlamak üzere mezarlıklara, geçmişteki atalarına, soydaşlarına müracaat ediyorlarsa bu üstünlüğü takva ve ahlâki erdemlerde, adalet ve itaatte değil geçmişte, atalarında arayan kavimlerin veya toplumların tarihi suiistimal ettiklerini ve bunun büyük bir hata olduğunu ima etmektedir.
Bu olay tarihte sadece İslam öncesi Arap cahiliyesinde vuku bulmuş da orada kalmış değildir. Ulus devletlerin tümünde tarihe atıflarda bulunmak, şanlı tarih efsaneleri üretmek, geçmiş atalarıyla övünmek veya onlara toz kondurmamak bu amaçla yapılır.
Geçen yüzyılda benzer bir olay Türkiye’de yaşandı: 5 Ağustos 1935 günkü Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan bir bakanlık genelgesi eski mezarların açılıp yüzyıllar önce ölmüş insanların kafataslarının ölçülmesini emrediyordu. Kazılan mezarlarda Selçuklulara, Danişmendoğullarına ve diğerlerine ait çürümemiş yaklaşık 100 bin -bunu 64 bin verenler de var- kafatası İstanbul’daki Antropoloji Müzesi’ne taşındı; Avrupa’dan tedarik edilen aletlerle kafatasları ölçüldü.
Mezarı kazılanlar arasında Osmanlı’nın en büyük mimarı Mimar Sinan’ın kafatası da var; yerinden alındı, bir daha yerine konulmadı. Türklüğü ırka dayandırma gayretinde olanların ihmal ettiği bir husus vardı: Mimar Sinan Türk değil Kayserili Ermeni bir ailenin çocuğu olarak devşirilmişti. Demek ki tekâsür olayı tarihsel olarak mezarlığa koşup geçmiş atalarının şan ve şöhretine başvuran Sehmoğulları’na özgü değil, her dönemde tekrar eden bir yarış ve rekabet enstrümanıdır.
Çokluk veya çoğunluk kendi başına kötü değildir. Hz. Peygamber “Evlenini ve çoğalınız” buyurmuş, fıkıh usulünde de “hüküm çoğunluğundur (el hükmü li’l ekser)” kuralı vardır.
Ama burada atıf yapılan çokluk veya çoğunluk niteliksel mahiyettedir, kendi başına nicelik ahlaki bir değer ifade etmez. Eğer ahlaki ve hukuku niteliği olmazsa, çoğunluk yıkıcı bir kuvvete dönüşür. Bu da kitle psikolojisinin ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterir; topluluğu meydana getiren fertler eğer bilinç sahibi ise topluluk cemaat olur, cemaati ahlaki normlar, akıl, basiret ve genel fayda yönlendirir. Aksi halde çokluk/çoğunluk sürüye dönüşür, sürü güdülür.
Modern toplum neredeyse tamamıyla şahısları sürü içinde gütmekte, adeta determine etmektedir. Kitleleri yönlendirenler de kitleye lehv ve la’b empoze ederler.
Müslümanların kendi dünya ve hayat telakkilerini unutup lehv kabilinden oyun ve eğlenceye, güç gösterisi ve kibre kapılmalarını anlatan anahtar terimlerden biri de Hadid Suresi‘nde (57/20) geçen “tefahur”dur: “Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.”
“Tefahur” kelimesinin kök anlamlarından biri çömlek için kullanılmaktadır. Çömleğe vurulduğunda ses çıkarır ancak içi boştur.
Maddi servet, güç, iktidar, görkemli törenler, göz kamaştıran saraylar, gökdelenler, pahalı arabalar, yüklü banka hesapları vb. harici şeylerle övünen, hakikatte sahte, altı boş şeylerle övünmekte, üstünlük taslamakta, başkalarına gösteriş yapmaktadır.
Bu maddi ve dünyevi güç ve imkânlara sahip olanlar, bunları sergileyerek kibirlerini açığa vurmaktadırlar. Yüce Allah kendini çokça beğenip övüneni sevmez (31/Lokman, 18.)
Kibir şeytanın hasletlerindendir. Allah ve hakikat karşısında boş bir şeydir. Görünürde muazzam bir güç, kudret ve zenginlik gözükmektedir ama gerçekte çömleğin içi gibi boştur. Bu ayette de vurgulandığı üzere dünya hayatının kendisi mutlaklaştırıldığında övünme, gösteriş ve kibir sebebi olur ama hakikat nazarında bunun bir değeri yoktur.
Asıl sebep ve hikmetinden koparıldığında dünya hayatı, “oyun, eğlence, zinet-süs, övünme (tefahur) ve çokluk tutkusu”dur. Şeyler, yerli yerinde kullanılmadığı takdirde insanı yaratılış gayesinden, ulvi ve ahlâki kemâl ve erdemlerden uzaklaştırır, ahireti unutturur.
Bu yanıltıcı özellikleriyle tanımlanmış dünya hayatı kalıcı da değildir. Hakikatini anlayabilmek için ekinlere, toprakta biten bitkilere bakmak yeterlidir. Nasıl bir karga, kardeşini öldüren Kabile’e öğretmenlik yaptıysa tabiattaki olayların tamamı şu veya bu konuda insana bir şeyler öğretebilir. Yağmur yağar, toprakta güzel bir bitki biter, bu da çiftçinin pek hoşuna gider. Bir süre sonra kurur, sararır, çer-çöpe döner.
Demek ki hiçbir şeyin kalıcılığı yoktur, baki ve ebedi olan sadece şanı yüce Allah’tır.