Siyonistler insanlıkla savaşıyor
Siyonist katiller, bütün dünyada kendilerine yönelik tepkilerin artacağını ve Gazze’de sürdürdükleri zulme karşı bir küresel intifadanın başlamasına sebep olması ihtimalinin bulunduğunu bilmelerine rağmen yine de Küresel Sumud Filosu’na saldırdı.
Filoda bulunan gemi ve motorların Gazze’ye ulaşmalarını, yardımlarını oradaki ihtiyaç sahiplerine ulaştırmalarını engellemek için uluslararası hukuka dair bütün kuralları ve anlaşmaları çiğneyerek tamamen “insani” faaliyet yürüten insanları esir aldılar.
Tabii ki bu cesareti gösterebilmeleri de özellikle Batı emperyalizminin himayesi altında olmaları ve yaptıklarından dolayı uluslararası kurumlar nezdinde sorguya çekilmeyeceklerini, haklarında davalar açılsa bile bunun uygulamalara yansımayacağını bilmeleridir.
İşgalci siyonistler Gazze’ye uygulanan vahşi ablukayı kırmak amacıyla harekete geçen Küresel Sumud Filosu’na saldırmalarının kendilerine pek çok olumsuz yansımasının olacağını bilmelerine rağmen bu saldırıyı gerçekleştirdiler.
Çünkü filonun Gazze’ye ulaşmasını engellememeleri durumunda, kendilerinin bu bölgedeki insanları şartsız teslim olmaya zorlamak amacıyla sürdürdükleri katı ablukanın artık hükmünü ve etkisini kaybedeceğini biliyorlardı.
Bu sebeple önlerinde iki seçenek bulunuyordu. Ya insanlığın vicdanı ve onurlu çıkışı karşısında yenilgiyi kabul etmek, böylece Gazze’ye uyguladığı vahşi ablukanın da etkisini kaybetmesine razı olmak; ya da insanlık vicdanıyla yani bizzat insanlıkla savaşmak.
Birincisinin aynı zamanda Filistin’de özgürlük ve hakları için ağır bedeller ödeyen Filistin halkının kararlı duruşunun güç kazanmasına ve devam etmesine sebep olacağını düşünüyorlardı. Buna imkan vermemek için çok önemli olumsuz yansımalarının olacağını bilmelerine rağmen ikincisini tercih ettiler.
Ancak bu hadiseyle, şu gerçek bir kez daha kesinlik kazanmış oldu: Siyonist işgalci katillerin sadece Filistin halkıyla ve direnişiyle değil, tüm insanlıkla, insanî değerlerle ve ahlâkî değerlerle savaştıkları.
Bu gerçeğin artık çok iyi görülmesi ve insanlığın da siyonist vahşete ve ona güç kazandıran emperyalist politikalara karşı küresel çapta, ortak bir savaşının olması gerekiyor.
Egemen güçlerin politik tercihleri bizi ilgilendirmemeli. Bizim insanî değerlere sahip çıkmak ve siyonist vahşete karşı durmak amacıyla bu savaşta bir şekilde yerimizi almamız gerekiyor. Savaşın dışında kalamayız. “Benim bu savaşta yerim yok” diyenin, kendisinin bu dünyada tamamen yersiz olduğunu görmesi gerekir.
Siyonist vahşete her ne şekilde olursa olsun destek verenlerin aslında insanlığı ve insani değerleri karşılarına aldıklarını bilmeleri ya da insanlığın onlara bunu bildirmesi gerekir.
Olan bitenlere bigane kalan yönetimlere ve yöneticilere de; “İnsanlığın vahşetle karşı karşıya geldiği bir savaşa bigane kalamazsınız. Ya siyonizmin tarafındasınız ya da insanlığın ve insani değerlerin. İkisinin arasında ‘tarafsız’ bölge bulunmuyor!” diye seslenmemiz gerekiyor.
Ancak bu savaştaki fonksiyonumuz sadece taraf tutmaktan ibaret olmamalı. Evet, insanlığın ve insani değerlerin tarafında duruyor olabiliriz ama aktif olarak bir fonksiyonumuz yoksa yine sorumluluğumuzu ve görevimizi yerine getirmiş olamayız.
Aktif olarak yapabileceğimiz çok şey var. En başta siyonist vahşetin gerçek yüzünü “ben insanım” diyen herkesin görmesini sağlama amaçlı bilgilendirme savaşında yerimizi almalıyız. Bugün bunun için artık geçmiştekine nispetle çok daha fazla imkan ve fırsat var.
İkinci olarak hâlâ siyonist vahşete destek verme yüzsüzlüğünü gösterenlerin ürünlerini boykot etmekle yetinmeyip satanları ve alanları da uyarmak suretiyle boykotun daha etkili hale gelmesine vesile olabiliriz.
Üçüncü olarak Filistin’de siyonist işgale karşı sürdürülen kararlı mücadeleyi artık bir küresel intifadaya dönüştürmek için yürütülen çalışmaların dışında kalmamalıyız.
Bunların dışında da yapabileceğimiz çok şey var. En önemlisi ise siyonist vahşetten doğrudan etkilenenlere maddi yardım ve destektir.