PKK’nın silah dili
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, Adalet Bakanı Tunç’un “yapıcı bir dil” kullanmasını istedi. Bu “yapıcı dil” kavramını önemli buluyorum.
Gazeteciler Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a “umut hakkı” konusunu sormuşlar, şu da şu cevabı vermişti:
“Böyle bir durum söz konusu değil. Böyle bir görüşme de yok.”
Demek ki hükümet katında en azından şimdilik bu konu yok. En azından diyorum, çünkü Devlet Bahçeli “umut hakkı”ndan bahsettiğine göre ‘paket’te bu var ve önümüzdeki bir aşamada, muhtemelen seçimlerden sonra gündeme gelecek demektir. Şimdiki aşamada gündemde değil.
Bakan’ın kimseyi ve hiçbir kavramı aşağılamayan, sadece gündemi ifade eden açıklamasına Ayşegül Doğan’ın tepkisi şöyle:
“Umut hakkı tartışmasından bağımsız; üslubunuz bu süreçte ihtiyacımız olan yapıcı dilden uzak, ne yazık ki zehirleyici bir etki yaratıyor…”
Bakan’ın üslubu “bu süreçte ihtiyacımız olan yapıcı dilden uzak, ne yazık ki zehirleyici bir etki yaratıyor” ise, PKK’nın açıklamasındaki “Lozan” saldırısı ve yüz yıllık Cumhuriyet tarihini “soykırım”la suçlamasına ne demeli?
DEM NE DİYOR?
Adalet Bakanı’nın tamamen nötr bir gündem ifadesi olan sözlerini “zehirleyici” bulan DEM, PKK’nın dilini nasıl buluyor? Milyonlarca vatandaşımızın, 85 milyonun büyük çoğunluğunun yüksek hassasiyeti olan “Lozan” hakkındaki sözleri ve tüm Cumhuriyet tarihini “soykırım” diye aşağılamasının “bu süreçte ihtiyacımız olan yapıcı dil” olduğunu kim söyleyebilir?
Bakan’ın sözlerine o tepkiyi gösterip PKK’nin tahrikçi sözleri karşısında susmak ilkeli bir tavır sayılabilir mi?
Bakan’ın sözlerine karşı hassasiyet gösteren DEM, PKK’nın sözleri için ne diyor?
Eş Başkan Tuncer Bakırhan’ın bu konu sorulduğunda, Kandildekilere sorulması cevabını vermesi, bir ‘geçiştirme’dir. En azından Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını benimsediklerini beyan edebilirdi.
Türkler ve Kürtler, dünyada başka örneği bulunmayan bir yüksek oranda iç içe geçmişse, herkesin fikrini ifade ederken “birlikte yaşama”yı zorlaştırmayan bir üslup dikkati göstermesi gerektiği açıktır. Özellikle de kamuoyuna seslenenler için bu, ahlaki bir zorunluluktur.
SAVAŞ DİLİ
PKK’nınki, birlikte yaşamayı zorlaştırmanın ötesinde, “zehirleyen”, tahrip eden bir dildir.
Açıklamasında “silah bırakma” kavramına yer vermeden “silahlı mücadele yöntemini sonlandırma” söylemini kullanan PKK’nın bu dilinin gerisinde Türkiye’yi düşman ve sömürgeci gösteren, tarihi de bu husumet psikolojisiyle yeniden ‘düzenleyen’ bir ideoloji var. KCK Sözleşmesi’nde, Batılı anlamdaki demokrasiyi reddettiğini açıkça ilan eden katı, militan kimlikçi, çatışmacı bir ideoloji bu.
Bu militan dil, eski “Üçüncü Dünya Sosyalizmi”nin diliydi, Ortadoğu’daki Bekaa Vadisi’nin diliydi. Silahlı çatışma psikolojisinin diliydi. Savaş diliydi…
Silah bırakmanın anlamı demokratik usulleri samimiyetle benimsemek ise, silahın dili de bırakılmak zorundadır.
Bu savaşçı ideolojiyi inşa eden Öcalan’dır, burada kitaplarından alıntılar yapmayacağım. Öcalan’ın, ideolojisinde yaptığı revizyonun ne nitelikte olduğunu bilmiyorum ama dilini revize ettiği belli. Artık müzakerelerin gelişmesini kolaylaştıran bir dil kullanıyor.
Başka türlü bu süreç başlayamazdı.
TOPLUMSAL GERÇEK
PKK Silah bırakacağını söylerken bile bu dili aynen tekrarladı.
Ali Babacan’ın belirttiği gibi “orada bazı tehlikeli ifadeler var. Milletin sinir uçlarına dokunacak noktalar var.”
DEM oya dayanan bir partidir. “Milletin sinir uçlarına dokunan” dile karşı çıkmalıdır. Türkiye’nin her yerindeki vatandaşların ve kendi siyasi önceliği itibariyle de Kürt iş dünyasının, esnafın, üreticinin, karma evliliklere dayalı milyonlarca ailenin duygularını esas almak ve onların diliyle konuşmak zorundadır.
Bu iç içe geçme hali, bu sosyolojik entegrasyon toplumsal bir gerçektir. Dağdaki militanın hissetmediği bu toplumsal gerçek, siyasi parti için son derece önemlidir. Barış da ancak bu iç içe geçmiş nüfus yapısına, toplumsal gerçeğe dayandığında sağlam olur.
DEM’in “Türkiyelileşme” gibi bir siyaseti varsa bu da kalp ve zihin olarak da savaş dilini bırakıp birlikte yaşama dili geliştirmesini gerektirir.