1. YAZARLAR

  2. Ali Bayramoğlu

  3. Bu ne dünya kardeşim böyle…
Ali Bayramoğlu

Ali Bayramoğlu

Bu ne dünya kardeşim böyle…

A+A-

Özgürlükçü ilkeler geriliyor, her
yerde…

Adını nasıl koyarsak koyalım, ister otoriterliğin dirilişi, ister millî devletin yeniden doğuşu diyelim; gerekçe olarak kültür savaşlarını, olmadı küreselleşmenin sonuçlarını işaret edelim; başta liberal-özgürlükçü değerlerin doğduğu ülkeler olmak üzere, küresel satıhta bir demokrasi krizi yaşanıyor. Toplumların tepkileri öteki kültüre yöneliyor; kültürel dışlayıcı bir milliyetçilik yükselirken tırpan, liberal değerlere yöneliyor.

Avrupa’daki, Amerika’daki dip akıntılarının çok geçmeden gelip Türkiye’yi de kuşatmadığı bir dönem yoktur.

 Örnek yakın. Batı’da demokratik değer ve beklentilerin henüz bu denli seviye kaybetmediği dönemde, AK Parti, çok kültürlülüğü vadeden bir istikamet izliyordu. Dindar (Müslüman) ve laik kesimleri bir arada yaşatabilecek bir model-ülke olarak kabul ediliyordu.

Arap Baharı’nın ikinci evresi Batı ve İslam değerlerini bir kez daha karşı karşıya getirince, IŞİD rüzgârı sertleşince ve benzer birikimler yüzeye çıkınca, bunlar, Batı’da tek kültürlülük arayışlarının, millî egemenlik ve millî devlet vurgularının, yabancı sevmezliğin, aşırı sağın; velhasıl her seviyede otoriter beklentilerin öne çıkmasına yol açtı.

Aynı dönemde Türkiye, çözemediği sorunlara “tek kültür” mitosu, milliyetçi söylem, güvenlikçi devlet üçlüsüyle, Erdoğan’ın yeni siyasetiyle cevap vermeye başladı. Meşruiyetini ve gücünü kısmen bu dönemdeki global dalgadan, bu dönemin Türkiye’ye yönelik (göçmen bekçiliği gibi) Batı beklentilerinden aldı. Milliyetçiliği ve devlet merkezli siyaseti hükümran kılan Ortadoğu politikalarını bu imkânla izledi. Bu politikalar güvenlikçi, milliyetçi ve devletçi büyüme söylemini iyice pekiştirdi. İç ittifaklar bu çerçevede oluştu.

Bugün bu siyasa, savunma ve ordu ihtiyacı büyüyen Avrupa karşısında Türkiye’nin güçlü ordu-güçlü silah üreticisi olarak bir değer ve karşılık bulmasıyla devam ediyor. Kürt meselesinde çözüm arayışlarına rağmen, diğer otoriter ve keyfî uygulamalar ülkeyi popülizmin taşıyıcılarından birisi olarak tanımlıyor.

Neden böyle?

Sorun birkaç popülist-karizmatik liderin varlığından kaynaklanmıyor.

Bu, bir dip dalga…

Bu anlamda sorun, Batı’da da Türkiye’de de yaşanan otoriter gelişmenin toplum destekli olmasından ileri geliyor. Demokratik gerileme, popülizm, otoriter söylemler gücünü sıkça sandıktan ve seçimlerden alıyor.

Bugün dalgası, İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan otoriterliği besleyen liberal ekonomi-toplum-siyaset krizinden farklıdır; zira kalıcı ve yapısal özellikler taşımakta, demokratik düzenin kimi cihazlarını kullanması itibarıyla ayrışmaktadır. Farklı olduğu oranda, özgürlüklerin basit ve geçici bir gerileme döneminin ötesindedir. Millî egemenliğe ortak olan regülasyonlar, siyaset ve toplum üstü kurumların hükümranlığının, küreselleşmenin bedellerinin bir tepkisi değil; kurucu özlere bir itiraz olarak ortaya çıkıyor.

Bu büyük bir paradoks, çözümü müşkül bir problemdir.

Demokrasileri demokrasi kılan iki temel meşruiyet vardır. İlki toplumsal meşruiyettir. Kökeninde toplumun iradesi yatar; özgür seçimler ise bunun mekanizmasıdır. İkinci meşruiyet evrensel değer meşruiyetidir. İnsanoğlunun büyük mücadelelerle, emek ve bedellerle asırlar boyu kazandığı haklar, özgürlükler, onları koruyan hukuk fikri ve düzeni bu meşruiyetin temelini oluşturur.

Evrensel değerler birçok alanda ve ülkede keyfî uygulamalarla, sonu gelmez çatışmalar ve soykırımlarla, bunlar karşısındaki türlü ülkelerin faydacı reaksiyonlarıyla yara alıyor.

Toplumsal meşruiyet ise referans yatak değiştiriyor. Doğrudanlık, şahsilik, faydacılık, güç, başarı, popülist beklenti öne çıkıyor.

Bu zamanın dışında değil, tam
içindeyiz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar