1. HABERLER

  2. DÜŞÜNCE - YORUM - ANALİZ

  3. Öcalan’ın Çağrısında Kurgu ve Gerçek
Öcalan’ın Çağrısında Kurgu ve Gerçek

Öcalan’ın Çağrısında Kurgu ve Gerçek

PKK’nın Kürt toplumunun bütün çeşitliliğini tek tipçi bir ideolojik potada eritme girişimi, Kemalist ideolojinin beyhude çabasına benzer biçimde gerçeğin duvarına toslamıştır.

A+A-

Mustafa Ekici - Perspektif

‘Sırp geldi buraya vatan sahibi oldu, Boşnak, Bulgar geldi vatan sahibi oldu, Arnavut geldi, Arap geldi vatan sahibi oldu ama vatanın öz be öz sahibi Kürt, akılsız fanatiklerin hırsları yüzünden ayak takımı oldu, kendi toprağının üzerinde azınlık oldu, terörist oldu…’ 

Merhum Haci Resul¹

Osmanlı’nın idaresinin bir cennet olduğunu sanmıyorum. Ama Avrupalı çağdaşları gibi oldukça farklı bağlılıkları bir arada tutabilmenin yolunu bilen akil bir siyasa takip ediyordu Osmanlı. Katmanlı bir siyasal sürece dayanan bu devlet tarzının ayakları; hanedan çıkarları, dolaylı yönetim, fiili temsil, farklı etnik yapılar arasında aracılık, geniş bir partikülerizmi olumlayan yerel kontrol mekanizmaları ve bütün bunlar arasında kurulan ilişki ve dengeydi. Buradaki incelik, bütün bu karmaşık siyasal temsil süreçlerinin dayandığı coğrafi, dinî ve etnik yapıların ‘gerçek’ olmasıdır. Oysa ulus devletler, hemen tamamı ‘kurgu’ bir argüman setiyle yeni bir ‘yurttaş’ tanımlıyor, devletin yönetici sınıfı, tanımlanmış bir ‘ulusal çıkar’ adına saldırgan bir mücadeleye girişiyor ve yine ulus adına, yurttaşların gösterebileceği başka tür bağlılıkları mutlak manada dışlamak üzerine temellenen bir siyasa takip ediyordu.

40 yıldır ağır bir şiddet ve terör sarmalında ülkeyi esir alan süreç kabaca ulus devletin ‘başka tür bağlılıklara’ zinhar tahammül etmeyen, bu bağlılıklara sistem içinde yer açmayı başaramayan kısır yapısından kaynaklanmaktadır. Devlet eliyle yaratılan milliyetçilik bu sefer ‘devlet kurmaya çalışan milliyetçiliği’ doğurmuştur.² Nitekim uzun yıllar önce varlığı inkâr edilen, ardından dili, kültürü kamusal alandan silinen Kürtler içinden ve adına, neredeyse küresel bir terör ağı olarak PKK ve bağlı networkü çıkmıştır. Kürdün murat ettiği bu muydu çok tartışılır. Tam da Giddens’in dediği gibi: Sosyal yaşamdaki olay ve süreç, katılımcıların hiçbiri tarafından amaçlanmamıştır. Sosyal bilimlerin görevi de sosyal kurumların, bireysel aktörlerin amaçlarından uzaklaşmaları ile ortaya çıkmaktadır.³

Osmanlı’nın sahneden çekilmesiyle kurulan Cumhuriyet, ilk döneminde imparatorluktan tevarüs ettiği bu çoklu ‘bağlılıklara’ saygılı bir görüntü vermektedir. Ama çok geçmeden, Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele karşı savaşmış ‘millet’ yeniden tanımlanacak, yeni kurgu kimliğin ölçülerine uymayanları Prokrustes⁴ gibi kesip biçmeye kalkışacaktır. Söz konusu aykırı bağlılıklar sadece etnik yapıyla ilgili değildir, dinî, mezhebî, kültürel hemen her alanda benzer bir homojenleştirme politikası uygulanmıştır. İşte bu homojenleştirme politikasının sonucu olarak, ‘Kürt Sorunu’ diye kavramsallaşan olgu, şiddete dayalı maksimalist fanatizmden makul kültürelci yaklaşımlara, ayrılıkçı sosyalist ideolojilerden ilkel ırkçılığa, İslamcılıktan liberal demokratlığa kadar siyasal yelpazenin hemen bütün taraflarını içinde barındıran oldukça flu, amorf bir siyaset evreni yaratmıştır. Bu evrenin son 40 yılına damgasını vuran PKK terörü ve bu terörün ‘Kürt siyaseti’ üzerinde kurduğu ağır vesayet ise kendi başına bir ‘evren’ olmuştur.

Kurduğu örgütler, geliştirdiği insan tipi, Kürtçe veya Türkçe fark etmeksizin kendi iç evreninde kullandığı ilginç ‘dil’, ittifakları, küresel networküyle PKK, ‘meşruiyetini’ Kürt’ten alsa da gerçekten bambaşka bir evrendir artık. Bugünlerde gündemin en önde gelen konusu olarak PKK lideri Öcalan’ın açıklamasının, bütün sadeliğine ve açıklığına rağmen, hepimizi sıkı bir ‘tefsire’ ve kadrolu Öcalan ‘müfessirlerine’ yönlendirmesi, örgütün bu ilginç, kompleks yapısından kaynaklanmaktadır. 

Ekim ayında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ezber bozan çağrısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çağrıya desteği ve nihayet PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 26 Şubat’ta, PKK’ya ‘silahları bırakın ve kendinizi feshedin’ açıklaması, bu ‘amorf’ evrenin içinde ve PKK ‘dilinin’ sonsuz çevirimiyle şimdi Kürt siyasetinin bütün mahfillerinde oldukça farklı etkiler yaratmıştır. Zafer naraları atanlardan derin hayal kırıklığında boğulanlara, ‘megri megri’ özlemiyle tutuşanlardan zılgıtlarla ‘biji’ çığıranlara, ‘ihanet’ diye höykürenlere kadar, bu ‘amorf’ evrende soluk alıp veren her kesim bentten kopmuş gibi coşkun bir ruh hali içindedir.

“Kürt Sorunu” Evreni

Bu arada ‘Kürt Sorunu’ evreni sadece Kürtlerden de oluşmuyor tabii. Bir de bu evren sayesinde ekmek sahibi olmuş, tezgâhını bu evrenin civarına kurmuş mebzul miktarda şahıs da buna eklenmelidir. Siyasetten medyaya, akademiden iş dünyasına, bürokrasiden her şeyi bilen ‘jeopolitikçi’ tekaütlere kadar oldukça renkli bir dünya daha var Kürt Sorunu evreninin periferisinde. Öcalan’ın açıklaması bu çevrelerde de Kürt mahallesindeki gibi oldukça renkli tepkilere yol açmıştır.

Ancak, bütün bu gürültülü coşkuya karşın açıklama hem ülke içinde hem de küresel çapta önemli oranda olumlu karşılanmıştır. Buna Türki siyasetinin anaakım partileri, BM, AB, Almanya, ABD ve bölgesel aktörlerin hemen tamamı dahil.

Peki nedir olan? 40 yıl savaştık şimdi ne aldık da bırakıyoruz diye soran Kürt ‘büyüklerine’, ‘altında nasıl bir hinlik var kim bilir’ diyen Türk ‘büyüklerine’ ne demeliyiz? Kanımca üzerinde tartışmamız gereken yer budur. Memleketin hayrını düşünen bütün kesimlerin kafa yorması gereken, açıklığa kavuşturulması gereken nokta budur.

Abdullah Öcalan, geçen ‘süreçte’ de şimdi de benzer şeyler söylüyor aslında. Kabaca kalıcı barışı sağlamanın anahtarı olarak, bin yıllık Kürt-Türk ittifakının demokratik yollarla yeniden inşa edilmesi gereğini vurguluyor. Türk ve Kürtlerin birlikteliğinin ve geleceğinin gerçek bir demokraside, siyasi ve sosyal reformlarla derinleşeceğini belirtiyor. ‘Haklar’ için silahlı bir mücadelenin anlamsızlaştığını, ayrı devlet kurmanın, federalizmin çözüm olmadığını, örgütün kendini feshederek demokratik zeminde topluma ve devlete entegre olması gerektiğini söylüyor. Bu gerçekten bir dönüm noktasıdır.

Şimdiye kadar silahlı bir ‘vasinin’ vesayeti altında siyaset yapan, bu ‘konforlu’ alanda sadece talimatlara uyarak ‘hevallere’ selam duranlar için hayat çok kolay olmayacak elbette. Yine terörü bir kaldıraç olarak kullanan Türk siyaset ve bürokrasi çevreleri için de benzer bir zorluk söz konusu. Şimdi, kanla, gözyaşıyla, inkâr ve asimilasyonla kurulan ‘kurgunun’ sonu, ama bütün çeşitliliği, çetrefilliğiyle ‘gerçeğin’ başladığı yerdeyiz. Şimdi bu gerçeğe, bu ‘esnafı’ nasıl adapte edeceğimize odaklanmamız gerecek. Öcalan’ın dediği tam da bu eşhasın gerçeğe adaptasyon meselesidir. Bu eşhas arasındaki en orijinal kesimi, PKK’nın koyduğu cüretkâr çıtanın hep altında kalan ve bu günlerde Öcalan’ı ihanetle suçlayan eski muhafazakâr, şimdinin ilkel ırkçılarını da saymak gerekir.

40 yıllık kanlı şiddete ve meseleyi Kürt-Türk arasında bir kan davasına çevirme çabalarına karşın, toplum içinde kayda değer bir mesafe açıldığını söylemek zordur. Çünkü gerçek başlı başına bir çözümdür. Sosyolojik gerçekler kendi mecrasında akmaya devam etmektedir. Türk ve Kürt, bin yıldır olduğu gibi çiftinde çubuğundadır. Komşuluk etmekte, evine gelin/damat almakta, aynı camide omuz omuza durmaktadır.

PKK’nın Kürt toplumunun bütün çeşitliliğini tek tipçi bir ideolojik potada eritme girişimi, Kemalist ideolojinin beyhude çabasına benzer biçimde gerçeğin duvarına toslamıştır. ‘Tarihsel sosyoloji’ ayrılığa, ayrışmaya, düşmanlığa direnmiş ve Öcalan’ın yarım ağız dile getirdiği gibi ‘sosyalizmin çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’de anlam yoksunluğuna yol açmıştır’.

Merhum Haci Resul amca yaşasaydı şimdi bıyık altından gülerdi bu sözlere. Çünkü merhum, o köylü bilgeliğiyle bu sözleri 90’larda dile getirmişti. Milletin PKK partilerine verdiği oyu, on yıllar boyunca silahlı teröre tahvil edenler, bu oyun basitçe devletin içinde durmak ve topluma entegre olmak anlamına geldiğini görememişlerdir. Sadece onlar değil, siyaset ve bürokrasi de bu oyun kıymetini takdir edememiştir. Yıllar evvel bir seçim öncesi dolaştığım yerlerde onlarca seçmenden duyduğum şu cümle aslında mevzunun en güzel özetidir: ‘HADEP’e oy veririz ama kayyum gelsin.’ Milletin desteğiyle sağlanan meşru zeminde Kandil’den talimat alarak politika yapanların, milletin suyuyla, çöpüyle, işiyle, aşıyla, merhum Kadri Yıldırım’ın dediği gibi diliyle, kültürüyle uğraşacak durumu yoktur.⁵

İşte Öcalan’ın çağrısıyla şimdi gerçekten siyaset yapmak, PKK’nın değil Kürdün sesini, sorununu Meclis’e taşımak, çözmekle yüz yüze kalacaklardır. Sadece PKK kadrolarının değil, görmezden gelinen, zorunlu seçmen durumuna düşürülen nice farklı kesimlerin de sesini duymak durumunda kalacaklardır. Hatta kim bilir, PKK vesayeti gerçekten kalkarsa belki rakipleri bile çıkacaktır.

Benzer yüzleşmeyi, ‘bizi kapsar, kapsamaz’ tartışmalarıyla, bugünlerde Siyonistlerin dümen suyunda gezinen, gücün şehvetiyle Amerikan emperyalizminin kanlı planlarına sarılan Suriye PKK’sı YPG de yaşayacaktır. Kurdukları her cümlenin başına sonuna ‘barış, demokrasi, eşitlik’ kelimeleri eklemekle barışın gelmediğini, demokrat olunmadığını acı biçimde deneyimleyeceklerdir. Mezhepçi Esad diktasının sağladığı konforlu alanda kantonculuk oynayan ‘generalleri’⁶, Kürtleri Suriye devriminden uzak tutmak için girdikleri kirli ittifaklar da kurtarmayacaktır.

__

¹1990’ların ‘rutin dışına çıkmış’ devlet görevlileri tarafından, evine zorla gelen PKK’lılara yemek vermek zorunda kaldığı için diğer komşularıyla birlikte 79 yaşında evinden alınan, 3 ay boyunca çalınan her devlet kapısından ‘haberimiz yok’ denilerek adeta ‘kaybolan’, 87 kilo çıktığı evine 57 kilo olarak dönmüş şanslı bir köylü.

²Devlet öncülüğünde milliyetçilik ve devlet kurmaya çalışan milliyetçilik kavramları için bkz: Tilly, Charles, Avrupa’da Devrimler 1492-1992, Yeni Binyıl, İstanbul, s. 75 vd.

³Giddens, Anthony, Sosyoloji Başlangıç Okumaları, Say Yayınları, İstanbul, 2009, s. 555.

⁴Yunan Mitolojisinde geçen Procrustes karakteri, evine gelen konukların boylarını yatağa uydurmak için kol ve bacaklarını çekerek uzatan ya da keserek kısaltan bir dev olarak tasvir edilmektedir. Belirli kalıplara uymayan şeylerin söz konusu kalıplara uyması için değiştirilmesini savunan görüş.

⁵https://www.kurdistan24.net/tr/story/426178

⁶https://www.sde.org.tr/haber/trumpin-mektubuna-yaniti-mehmetcik-verdi-haberi-11779

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.