1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Nükleer silah kullanmanın hükmü
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Nükleer silah kullanmanın hükmü

A+A-

13 Haziran 2025’te İsrail’in saldırısıyla başlayıp 12 gün süren İran-İsrail savaşı bazı konular yanında nükleer silah konusunu da gündeme getirmiş oldu.

Günün birinde petrol kaynakları tükenebilir gerekçesiyle İran’ın başlattığı nükleer program İsrail’i kaygılandırıyor; kendisinde nükleer silahlar bulunmasına rağmen, İsraillilere göre İran –ve aslında bir başka İslam ülkesi- nükleer silahlara sahip olamaz.

Başta Amerika olmak üzere Avrupa ülkeleri de İsrail’le aynı kanaatte. Onlar da hiçbir şekilde İran’ın nükleer silahlara sahip olmasına onay vermiyor, gerektiğinde İran’a müdahale yapabilecekleri tehdidinde bunuyorlar.

Görünürdeki bahaneye bakılacak olursa, İsrail’in ve Amerika’nın İran’a düzenledikleri saldırının gerekçesi nükleer programını sonlandırmaya son vermemesidir. Nitekim 12 günlük savaşta tarihinin en zor durumuna düşen İsrail, İran savaşı sonlandırsın diye Batı’dan açıkça yardım talep edince Amerika, İran’a nükleer programın yürütüldüğünü iddia ettiği Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerini bombaladı.

İran’ın sahiden nükleer program yürütüp yürütmediği, zenginleştirdiği uranyumu yüzde 60’ların üstüne çıkarıp çıkarmadığı ayrı bir konu.

Uzmanların verdiği bilgilere göre, zenginleştirmeyi yüzde 60’a çıkaran bir ülke yüzde 90’lara ulaşması bir-iki haftalık iş. Çünkü 60’lardan sonraki süreç geometrik olarak gerçekleşir. Bu konuda ne Uluslararası Atom Enerji Kurumu’na güvenilir ne Amerika’ya.

Hatırlanacağı üzere 2003’te Amerika, nükleer silahlara sahip diye Irak’ı işgal etmiş, sonraları Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Paul, bu konuda üretilen bütün bilgi ve haberlerin yalan olduğunu itiraf etmişti. İtirafı yaptığı sırada Colin’in yüzünün kızarmadığı dikkatten kaçmamıştı.

Meselenin aktüel ve siyasi/askeri boyutu bir yana, Müslüman dünyada asıl fıkhi/kelami boyutu yeterince tartışılmış değil.

Bilinen yerleşik fıkhi hükme göre savaşta çocuklar, kadınlar, yaşlılar, başka dinin din adamları ve savaşa katılmayan siviller öldürülmez. Bu İslam dininin açık hükmüdür. Hz. Peygamber (s.a.)’in açık sünneti ve Hz. Ebu Bekir başta olmak üzere sahabe tatbikatı bunu emretmektedir.

İsrail tarafında ise, Tevrat’ın Tesniye ve Yeşu’da yer alan hükümlere göre, İsraillilerin düşmanlarının sadece savaşan erkeklerini değil, kadın ve çocuklarını, hayvanlarını, nefes alan her varlığı öldürebilecekleri hükmünü ihtiva etmektedir ki İsrail’in Gazze’de sürdürmekte olduğu vahşet ve katliam bunu doğrulamaktadır:

“Bütün şehirlerini ele geçirdik, hepsini yok ettik. Erkek, kadın, çocuk, kimseyi sağ bırakmadık. Hayvanlara ve ele geçirdiğimiz kentlerdeki mallara ise el koyduk.” (Tesniye, 2: 26-35. Ayrıca bkz. Sayılar, 21: 21-30.)

Bütün kentlerini ele geçirdik. Ele geçirmediğimiz tek kent kalmadı. Hepsi altmış kentti: Başan’da Og’un ülkesi olan bütün Argov bölgesi. Bütün bu kentler yüksek surlarla, kapılarla, sürgülerle sağlamlaştırılmıştı. Bunlardan başka surla çevrilmemiş birçok köy de vardı. Heşbon Kralı Sihon’a yaptığımız gibi hepsini yok ettik. Her kenti, erkek, kadın ve çocuklarla birlikte, tümüyle yok ettik. Hayvanlara ve kentlerdeki mallara ise el koyduk.” (Tesniye, 3: 1-7; Sayılar, 21:31-35.)

Hukuki temeli İslam Şeriatı’na dayanan İran İslam Cumhuriyeti’nde yukarıda atıfta bulunduğumuz “savaşta sivillerin korunması”yla ilgili hükümler göz ardı edilemez. İran-Irak savaşında İmam Humeyni’nin talimatıyla vurulacak yerler önceden haber veriliyor, sivillerin hedef tesisleri terk etmeleri isteniyordu.

Ne var ki Yahudi din kaynaklarına göre kadın-çocuk, sivil öldüren İsrail ve başlattığı her savaşta yerleşim birimlerini, şehirleri bombalayıp sivilleri öldüren Amerika ve muharip NATO ülkeleri bu kurallara riayet etmiyorlar; Japonya, Vietnam, Irak, Afganistan, Gazze vb. yerlerde yaptıkları kitlesel sivil katliam bunun göstergeleridir.

İmam Humeyni gibi, Velayet-i Fakih konumunda Ayetullah Seyyid Ali Hameney de nükleer silah kullanılmasına karşı ve bunu yıllardan beri her fırsatta dile getiriyor. Hameney, fıkhi amir bir hükmü dile getiriyor ama İsrail ve batılı ülkeler sivil katletmeye devam ediyorlar. Bu durumda “Ne yapmalı?” sorusu gündeme gelmiş oluyor.

Başlayan tartışmada Velayet-i Fakih’in danışmanı Ali Laricani’ye göre “Ciddi tehdit zamanlarında İran, İslami yönetimin hayatta kalmasını sağlamak amacıyla birincil ilkelerden bazılarını geçici olarak askıya alabilir.”

Laricani’nin atıfta bulunduğu, “olağanüstü zamanlarda ikincil derecedeki ilkelerin, birincil olanların önüne geçebileceği hükmü” fıkhi bir temele dayanmakta olup stratejik ve askeri açıdan da anlaşılabilir.

Laricani, nükleer programı bahanesiyle İran’a yönelik herhangi bir ABD ya da İsrail saldırısının İran’ı nükleer silah üretmeye zorlayacağını söylüyor ki, Tahran ve diğer şehirler 12 gün savaşında İsrail ve Amerika tarafından saldırıya uğradı.

Şia fıkıh usulünde ikincil fıkhi hükümlere Ahkam-ı Seneviye denir. Bazı özel durumlarda ikincil hükümler birincil hüküm olan Vacibat-ı Evveliyeyi iptal edebilir.

Bunun biz tipik örneğini Covid zamanında, 2020’de yaşadık. Vacibat-ı Evveliye’ye göre evden dışarı çıkılır, işe gidilir, alışveriş yapılır ama ortada ciddi bir tehdit söz konusu iken evden dışarı çıkma yasağı konabilir.

Nitekim Türkiye ve birçok ülkede Covid zamanında kamu otoritesi sokağa çıkma yasağı koydu, hatta Çinliler, yasağı çiğnemeye teşebbüs edenlerin evini kalın tahta ve kalaslarla çivilediler.

Aslında bu uygulamanın belki de ilk fıkhi örneğini Hz. Ömer başlatmıştır. Şam’a gittiğinde, şehirde öldürücü veba salgını olduğunu öğrendiğinde Şam’a ve girişi ve çıkışı yasakladı. “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye soranlara “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum” demiştir.

Bu fıkhî çerçeve bağlamında dinin bazı birincil yükümlülükleri Vâcibât-i Evveliyye’yi askıya alıp ikincil hükümleri yürürlüğe koyan söz konusu hüküm ülkenin varlığını korumanın en büyük vacip olduğu acil ve zorunlu durumlar için söz konusudur.

Laricani’ye göre İmam Humeyni’nin “İslami sistemi korumak en büyük vaciptir” (Evcebü’l-Vâcibât) şeklindeki meşhur ifadesi bu fıkhî ve stratejik yaklaşımı teyit etmektedir. Binaenaleyh ciddi tehdit zamanlarında İran, İslami sistemin hayatta kalmasını sağlamak için birincil ilkelerden bazılarını geçici olarak askıya alabilir.

İran’da nükleer silah konusunda tartışma devam etmektedir. Sünni alemde bu konuda henüz dikkate değer fıkhi bir tartışma yapılmış değil, en azından ben bilmiyorum. Ama bugün sadece İran değil, başka İslam beldeleri de benzer yıkıcı saldırılara maruz kalıyor. Nitekim Afganistan, Irak, Filistin ve başka yerlerde Müslüman siviller acımasızca katlediliyor.

Peki bu durumda hangi fıkhi zeminde düşman sivillerin ölümüne de yol açacak nükleer veya kitlesel silah kullanmak mümkün veya haram? Bu konuyu fakihlerimiz, ilim adamlarımız, hocalarımız gündemlerine alıp müzakereye açarlarsa çok iyi olur

Önceki ve Sonraki Yazılar