
Mülteci sınavı
Kabul etmek lazım ki çok azımız hariç biz müslümanlar, milyonlarca mülteci karşısında tabi tutulduğumuz sınavı kaybetmiş durumdayız.
Sınanmamış masumiyet sözden ibarettir, takva ve salih amel kişinin somut eylemlerinde ortaya çıkar; bazı durumlarda söylemin değerini eylemden anlarız.
İhtiyaç içinde olanlara karşı ne kadar ilgili olduğumuz onlara ilişkin tutumuzdan anlaşılır. Kabul etmek lazım ki çok azımız hariç biz müslümanlar, milyonlarca mülteci karşısında tabi tutulduğumuz sınavı kaybetmiş durumdayız. Beled suresi tam da bugün dağlarda, ovalarda, denizlerde can havliyle çırpınan mültecileri anlatır:
“Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir ya da açlık gününde doyurmaktır; yakın olan bir yetimi, veya sürünen bir yoksulu.” (90/11-16)
Trajik olanı, bu uyarıyı yapabilecek müslüman alimlerin ya susması ya da yöneticilerin icraatlarına cevaz tedarik etmekle uğraşmasıdır.
Alimler, yöneticilerin sebep olduğu yıkımları görmezlikten gelip yol açtıkları musibetlere müsekkin üretmekle yetiniyorlar.
5 Eylül 2015 günü Re’yul Yevm gazetesinde yayımlanan yazısında Abdulbari Atvan Suriye’deki savaş için milyonlarca dolar harcayan Arap ülkeleri ile Yusuf el-Karadavi, Selman Avde, Muhammed Arifi, Adnan Arur gibi müftülerin, Suriye’deki savaşı fetvaları ve yazılarıyla tahrik ettikleri halde savaştan kaçan Suriyeli mültecileri neden ükelerine kabul etmeyen Arap ülkelerini eleştirmediklerini haklı olarak soruyordu. Bu ülkeler muhalifleri silahlandırmak üzere milyonlarca dolar harcadılar, fakat sebep oldukları savaştan canını kurtarmak üzere yollara düşen tek bir mülteciyi kabul etmediler. Atvan’a göre bütçe açığı veren aşırı borçlu Ürdün, Lübnan ve Mısır gibi ülkeler mülteci kabul ediyor. Ürdün’de ciddi bir mülteci krizi söz konusu çünkü Türkiye’den de daha fazla mülteci kabul eden Ürdün’de mülteciler kitleler halinde ölüyorlar.
Rusya’nın, akabinde Amerika’nın Afganistan’I işgal etmelerinden sonra milyonlarca Afganlı yerlerinden oldu, sadece İran’da 5 milyon Afgan bulunuyor; Pakistan’dakilerin sayısını ise tam olarak tespit etmek neredeyse mümkün değil.
13-24 Haziran 2025 tarihleri arasında süren 12 günlük İran-İsrail savaşında bazı Afganlıların İran’da Mossad adına ajanlık yaptığı, savaş sırasında İran’da vuku bulan suikastlarda bu ajanların rol aldığı yönünde şüpheler, iddialar öne sürülünce Ağustos-2025’te İran 1,5 milyon Afganlıyı sınır dışı etmeye karar verdiğini açıkladı.
Bazan mülteci çaresiz kalınca olmadık cürümler işler ama acaba 1,5 milyon kişi böylesi utanç verici cürümlere karışmış olabilir mi? Burada yaş ile kuru bir arada yanabilmekte, kolektif suç ve ceza sisteminin uygulandığı İslam ülkelerinde görüldüğü gibi it izi at izine karışabilmektedir.
Arap medyasında “dini hassasiyetleri tavan yapmış yazarlar”a baktığınızda Batılıların mülteci kabul etmesi, sonuçta yüzbinlerce Müslümanın hıristiyan olmasına sebep olacak.
Pekiyi siz neden bu canı derdine düşmüş Müslümanlara kapılarınızı kapattınız? Zengin Araplar kampları dolaşıp evlerinde cariye olarak kullanacakları genç, güzel Suriyeli kızlar arıyor.
Atvan yazısına şöyle devam ediyor: “Keşke onlar (Körfez ülkeleri) sadece mültecileri kabul etmemekle kalsaydı. Halbuki onlar mültecilerin ülkelerine müdahale ediyor, bu ülkeyi yok etmek için silah ve para gönderiyorlar.”
Atvan, dramın bir boyutu üzerinde durmuş. Başka boyutları da var.
İslam dünyasının belli başlı kriz bölgelerinden kitleler halinde mülteci akını hiç durmayacak. Eskiden de vardı ama yeni durumda kitlesel olarak süreklilik kazanmaya başladı. Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Libya ve başka yerlerden kaçan Müslümanlar canlarını kurtaracakları yerler arıyorlar, aramaya devam edecekler.
Mültecilerin genel yönelimlerinin Batı dünyasına doğru olması üzerinde durulacak husustur.
Bunun tipik örneği Suriye mültecileridir. Birinci grup mülteciler muhalif örgütlerin IŞİD, Nusra, ÖSO’nun hakimiyeti ele geçirdikleri bölgelerden kaçtılar. İkinci grup Esed’in bombardımanına maruz kalanlar oldu, sonraları rejim güçlerinin kontrol ettiği bölgelerden de göçler arttı. Üçüncü gruptakiler ise PYD’nin kontrolü ele geçirdiği kantonlardan.
IŞİD ile PYD arasında çatışmalar başladığında Kobani ve civarından 180 bin kişi Türkiye’ye sığınmıştı. Önce hepsinin IŞİD’ten kaçtığı zannedildi, fakat sonraları PYD’den kaçanların da sayılarının hayli fazla olduğu anlaşıldı.
Bu demektir ki, ister dini örgütler, ister Esed veya PYD olsun, hiçbiri insanların can ve mallarını korumuyor, halk bunların hakimiyeti altında kendini güvende hissetmiyor. Dindarı, dinsizi, laiki hiçbiri güven verici değil, insanlar hepsinden kaçıyor, hem de hıristiyan-haçlı, laik-ateist Batı’ya..
Arap ülkelerinin tutumu ise tümüyle yüz kızartıcı. Ürdün ve Lübnan yanında Türkiye de 3,5 milyon mülteci kabul etti. Suriyeli mülteciler beraberlerinde milyarlarca dolar getirdiler, bankalardaki paraları, altın, gümüş ve değerli eşyaları da Türkiye’ye taşıyorlar. Hatta o dönemdeki rejim sözcülerine bakarsanız Halep’teki fabrikalar, atölyeler sökülüp Türkiye’nin güney illerine taşındı.
Zavallı Suriye kelimenin tam manasıyla yağmalandı, talan edildi. Savaşın finansmanını üstlenen Körfez ülkelerinden uçaklarla ve başka yollarla gelen tonlarca ağırlığında doların hesabı başka. İkide bir “kaynağı belirsiz” 4-5 milyar doların piyasaya girişinden söz ediliyor. Suriye’ye verilen desteğin “Zalim Esed’e karşı Suriyeli halkına yardım”ın ötesinde iç piyasayı rahatlatan ciddi mali finansman girdisi de oldu.
Bu olay bana 2003’te Irak işgal edildiğinde Londra’da yürüyen 1 milyon savaş karşıtına o zaman Başbakan olan Tony Blair’in söylediklerini hatırlatıyor: “Beyler, savaşa karşı yürüyorsunuz ama unutmayın ki refahınız bu tür savaşlara bağlı!”
Kirli bir dünyada yaşıyoruz ve maalesef Müslümanlar da kirlenmiş bulunuyor. Bu böyle gitmez. Ve bu gidişi rejim müftülerinin fetvalarıyla da değişmez. Başka yol bulmak lazım!
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.