Modern iktisadın ruhu olarak “Kenz!” (2)
İnsanın doymaz ihtiraslarının tatminine hizmet eden biriktirme tutkusu olarak “kenz’ fıtri bir temele dayanır; fıtri olan her duygu, eğilim ve davranış meşru değildir, bu açıdan “İslam fıtri bir dindir” önermesi yanlıştır, doğru olanı İslam’ın temiz fıtrata uygun olması, temiz/selik fıtratı öne çıkarmayı hedeflemesidir.
Daha İslam’ın ilk devirlerinde kenz’in fıtri olması hasebiyle meşru olduğunu savunan sahabeler olmuştur, bu iddiayı öne sürenler şu hadise dayanmışlardır: “Zekatı verilen her mal, saklanabilen (mal) dahi olsa kenz değildir. Zekatı verilmeyen her mal saklanamaz dahi olsa kenzdir” (Buhari, Zekat, 4.) Ancak karşı görüşte olanlar kenz fiilini çok daha geniş manada ele almışlardır.
Bu çerçevede modern müfessirlerin kenzi zekatı verilmeyen mal veya servetin ekonomik dolaşımdan çekip salt biriktirme olarak görmeleri kavramın ima ettiği genel iktisadi mekanzima açısından eksik kalır. Modern iktisadi düzende bir yerde tutulup saklanan-piyasa dışında kalıp saklanan servet kalmamıştır, en azından üretim veya yatırımda kullanılmasa da bankalara veya finans kuruluşlarına yatırılan, bu evsaftaki servet de gerçekte ekonomik hayatın içindedir. Unutmamak gerekir ki, bankalar veya finans kuruluşları modern iktisadi faaliyetin ana unsurlarından biridir. Paranın biriktirildiği bankalar adaletsiz düzenin parçasıdırlar.
Kenz fiiliyle ilgili tanımlar ilk sahabe nesli arasında ciddi ihtilaflara konu olmuştur. Önde gelen sahabilerden Ebu Zer el Gıfari’nin, Şam’da iken bu konuda Muaviye ile giriştiği tartışma meşhurdur. Muaviye’ye göre kenz’i yasaklayan ayetler (9/34-35) Yahudi ve Hıristiyan (Kitap ehli) din adamları hakkında inmiş bulunmaktadır, Müslümanlar servet biriktirebilirler. Ebu Zer’e göre ise söz konusu ayetler, hem onlar hem bu fiili yapan Müslümanlar hakkında inmiştir. Tartışma büyüyüp de mesele başken Medine’ye ulaşınca Halife Hz. Osman, Ebu Zer’i Medine’ye çağırır. Medine’ye gittiğinde insanlar sanki daha önce onu hiç görmemişler gibi köşe bucak ondan kaçmaya başlar. Bunun üzerine Hz. Osman, ona kenar-tenha bir yere, Rebeze denen çölde bir yere çekilmesini ister –ki bu sürgün cezasıdır-, o da itiraz etmeden oraya çekilir ve orada karısıyla yalnız halde vefat eder. (Bkz. Buhari, Zekat, 4, Tefsir, 9.)
Kenz’in zekatı verilmeyen mal olarak tarif edilmesi –dar manada öyle kabul edilse bile-, geniş manada modern iktisat ve sermaye ilişkileri açısından yeterli değildir. Tabii ki zekatı dahi geniş manada ele almak gerekir, zira zekat salt belli bir miktarın ihtiyacı olanlara verilmesi işlemi olmakla beraber, asıl yöneldiği hedeflerden biri toplumda gelir bölüşümünde makul denge sağlamak, sosyo ekonomik sınıfların teşekkülüne ve sınıf dolayısıyla bazılarının sosyal ve siyasi imtiyaz sahibi olmalarına meydan vermemek için gelir bölüşümünü adil bir biçimde düzenlemektir. Nitekim batı tarihine bakıldığında belli bir geleneğe sahip olan, aralarında geçişkenlik bulunmayan sınıflaşmada, ekonomik gelir düzeyi yüksek sınıfların siyasi imtiyazlara bu özellikleri dolayısıyla sahip oldukları görülür. Bu da bize gösteriyor ki, sadece zekat sınıflaşmanın önüne geçmeye yetmez. Asgari sınırı 1/40 olarak düşünüldüğünde –ki Hz. Ali’ye göre 1/40 oran cimri Müslümanların ödediği miktardır- , kapitalizmin avantajlarını kullanıp kenz peşinde olan sayısız insan, zekatı büyük bir memnuniyetle verir. Kenz, toplumun aleyhinde olmak üzere ve liberal iktisat enstrümanlarının piyasayı özerkleştirmeleri sonucunda belli zümrelerin zenginleşmelerini sağlarken kitleleri yoksullaştırma işlemidir ki, bunun tabii sonucunda “servet belli ellerde toplanır”; güç ve iktidar, yani devlet (duvle) hakim sınıfların tekeline geçer (Bkz.59/Haşr, 7).
İktisadi etkisi ve fonksiyonları dışında kenz’in başka ciddi olumsuz etkileri de vardır. Kenz, sınırsız sermaye biriktirme eylemi ise, bu hayat boyu insanın uğraşısı olur, gece gündüz servet biriktirmeyi, elindeki sermaye ve imkanın akışını, hareketlerini düşünür. “Mefatihu’l gayb”ın sahibi Fahruddin er Razi’nin yerinde analiziyle servet arttıkça zihni uğraşı ve ona duyulan sevgi artar, derken zihin ve kalp servet biriktirmekten başka herşeye kapalı olur. Bu ise dünyaya ve servete olan hırsı ateşlemekten başka işe yaramaz. İnsan ayrıntılar, çokluk ve daha çok bolluk tutkusu içinde boğulur gider ki, buna Kur’an-ı Kerim “Tekasürün insanı (kalbini ve hayatını derin bir biçimde içine alıp) hayatının sonuna kadar oyalaması” der (Bkz. 102/ Tekasür suresi.)
Serveti toplamak bir dert, onu elde tutmak, yönetmek başka derttir. Kişi hayatı boyunca bunun mücadelesini verir, servet biriktirir ama belki sadece küçücük bölümünü kendine harcayıp bu dünyadan göçer gider, bu kadar uğraşıp didinmesi, onu Allah’ı anmaktan alıkoymuş olur. Servet biriktirme insanı muhteris yaptığı gibi, bencil ve cimri de yapar. Mal ve servet bencillik ve cimrilik olmadan bu kadar arttırılamaz. Bu iki haslet de mü’mine yakışmaz. Servetin çokluğu azgınlığın ana sebeplerinden biridir. Kur’an-ı Kerim, kendini müstağni gören insanın muhakkak azdığından bahseder (96/Alak, 6-7.)
Allah’ın Rasulü (s.a.), açıkça “Altın ve gümüş kahrolsun” buyurmuştur (Müsned, V, 366.) Ona “Hangi malı edinelim?” diye sorulduğunda şu veciz cevabı vermiştir: “(Allah’ı) Zikreden dil, huşu duyan kalb ve size yardımcı olan saliha bir eş.” Erkek veya kadın olsun, hayatın anlam ve amacını bilen bir insan için bu üç şeyden daha büyük bir servet yoktur.