1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Mehmet Uçum: Sürecin adı çözüm değil, geçiş sürecidir
Mehmet Uçum: Sürecin adı çözüm değil, geçiş sürecidir

Mehmet Uçum: Sürecin adı çözüm değil, geçiş sürecidir

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, Can Medya Grup Ankara Temsilcisi Fevzi Çakır'a konuştu: "Terörsüz Türkiye hedefi aktüel siyasetin değil, devletin genel siyasetinin konusudur. PKK'nın feshi ve silah bırakma

A+A-

Fevzi Çakır - Haberturk

Türkiye’nin uzun yıllardır sürdürdüğü terörle mücadelede artık yeni bir aşamaya giriliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin öncülüğünde şekillenen “Terörsüz Türkiye” süreci, devletin terörle mücadelesinde geçmiş deneyimlerden farklı olarak bir “geçiş süreci” olarak tanımlanıyor.

Bu yeni safha yalnızca PKK’nın silah bırakmasıyla sınırlı değil; demokratik siyasetin vesayet mekanizmalarından arındırılması, yeni anayasa tartışmalarının ivme kazanması ve bölgesel ölçekte anti-emperyalist bir dayanışma hattının kurulması gibi çok boyutlu hedefler içeriyor.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, uzun süredir Beştepe’nin hukuk politikalarını şekillendiren çekirdek kadroda yer alıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin inşasında oynadığı merkezi rolle tanınan Uçum, aynı zamanda Türkiye’de devlet felsefesinin dönüşümüne ilişkin görüşleriyle de dikkat çeken bir entelektüel stratejist.

Söyleşimizi sembolik bir tarihte, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde gerçekleştirdik. Bu özel günde Uçum’un “Terörsüz Türkiye” vizyonuna dair değerlendirmeleri yalnızca iç siyasete değil, barış ve adalet temelinde yeni bir bölgesel düzen arayışına da ışık tutuyor.

Uçum, bu söyleşide sürecin yalnızca bir hükümet politikası değil, kalıcı bir devlet stratejisi olduğunu vurguluyor. Önceki çözüm sürecinden farklı olarak bu kez terörle mücadelenin askıya alınmadan yürütüldüğünü, güvenlik ekseninin hiçbir şekilde gevşetilmediğini ifade ediyor.

Siyasi planda özellikle muhalefetin sürece katılımına yönelik mesajları dikkat çekiyor; iktidarın muhalefeti sürece dâhil etme iradesini ortaya koyuyor. Hukuki boyutta ise “Geçiş Süreci Kanunu” önerisiyle sürecin anayasal ve yasal güvence altına alınmasını savunuyor. Uluslararası ölçekte ise Türkiye’nin bu hamleyi yalnızca kendi iç güvenliği için değil, aynı zamanda bölgesel ölçekte bir anti-emperyalist duruşun parçası olarak konumlandırdığına işaret ediyor.

“BU BİR DEVLET İNİSİYATİFİDİR"

“Terörsüz Türkiye süreci, devletin terörle mücadelesinin siyasi, hukuki ve toplumsal bütünlüğüyle yeni bir aşamaya geçmesidir.” dediniz. Bu yeni aşama neden bugün başladı? Devletin karar eşiğini belirleyen kırılma neydi?

Türkiye’ye yönelik terör tehdidi ilk başladığından itibaren terörün tasfiyesi, Millî Devlet güçleri ve demokratik iradenin daimî hedefi olmuştur. Daha önce de bu hedefe ulaşmak için güvenlik pratiği dışında defalarca hamleler yapıldığı biliniyor. Dolayısıyla “Terörsüz Türkiye Hedefi” adı verilen bu yeni aşama, terörü bitirmeye ilişkin özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimlerinde devletin geliştirdiği çok yönlü ve çok katmanlı stratejinin son aşaması olarak görülmelidir.

Bu son aşamanın 2024 Ekim ayıyla birlikte başlaması birçok koşulun bir araya gelmesinin sonucudur. Bunlardan bazılarına değinirsek: ülke içinde terörle mücadele pratiklerinin kesintisiz sürdürülerek başarıya ulaşması, terör vesayetinin tasfiyesi için siyasi ve hukuki kararlılığın büyük güç kazanması, bölgedeki terör odaklarından Türkiye’ye yönelik tehdide karşı sınır ötesi güvenli alanların oluşturulması, bölgede hesabı bulunan ve terör örgütünün unsurlarını Türkiye aleyhine kullanmaya çalışan güçlere karşı fiili ve diplomatik başarılar elde edilmesi ve yıllar alan hazırlıkların olgunlaşması öne çıkarılabilir.

Ülke Lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Ağustos 2024’ten itibaren ortaya koyduğu ve 1 Ekim 2024 günü TBMM’nin yasama yılı açılışında vurguladığı yeni paradigma ile büyük bir tecrübeye ve bilgeliğe sahip Sayın Bahçeli’nin yaptığı hamleler koşulları tamamlayan öncü girişimler olmuştur. Böyle bir ortamda “Terörsüz Türkiye” hedefine yönelik son aşama bir devlet inisiyatifi olarak başladı ve halen devlet politikası olarak devam ediyor.

"İKTİDARA FAYDASI ÜZERİNDEN KARŞI ÇIKMAK SIĞ BAKMAKTIR"

Süreci “Devlet aklı” olarak tanımlıyorsunuz. Ancak kamuoyunda bu sürecin “iktidarın ömrünü uzatma stratejisi” olduğu yönünde eleştiriler de var. Sizce bu eleştiriler nereden kaynaklanıyor?

Elbette devlet politikası olan bir stratejide devlet aklı vardır. Aksi düşünülebilir mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde devletin bütün kurumsal yapısı ve konuyla ilgili tüm kadroları bu politikanın oluşturulmasında ve uygulanmasında aktiftir. Devletin genel işleyişi içinde ve devletin genel siyasetine göre hazırlanmış bir politika söz konusudur. Bu sürece de devlet aklı denir.

Dolayısıyla “Terörsüz Türkiye” hedefi aktüel siyasetin değil, genel siyasetin konusudur. Bu nedenle konu “aktüel siyaset”in çekişmeleri üzerinden değil, “genel siyaset”in ortak ihtiyaçlarına göre değerlendirilmelidir.

Terörsüz Türkiye’ye geçiş sürecinde “devletin aktüel işleyişi”ndeki pratik unsurlardan ziyade asıl olarak “devletin genel işleyişi”ndeki stratejik hususlar belirleyicidir. Böyle olunca konuyu demokratik siyasi rekabet bağlamında ele almak, iktidara faydası üzerinden karşı çıkmak sığ ve hatalı bir bakış olur.

Türkiye’ye fayda sağlayacak büyük ve stratejik bir çalışma olan “Terörsüz Türkiye”ye geçişe katkı veren herkes kazanır, herkes fayda sağlar. “Aman iktidara fayda sağlamasın” diye bu işe köstek olmak yerine “Türkiye’ye fayda sağladığı için sonuna kadar destek olalım” demek muhalefete çok şey kazandırır.

Tüm partilerin “demokratik genel siyaset” odaklı olarak konuya yaklaşması, “aktüel boyutlu parti siyaseti”ni tali tutması halinde Türkiye’ye büyük katkı yapacaklarının farkında olması önemlidir. İktidara fayda sağlamasın diye Türkiye’ye zarar verecek tutumlar almak dar çıkarcı ve ülke karşıtı bir siyasettir. Ayrıca iktidar, faydadan ziyade risk alarak bu aşamayı yönetiyor. Tam tersine, kendisinin zarar görme ihtimalini de göze alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki iktidarın, Sayın Bahçeli’nin ve Cumhur İttifakı’nın bu cesaretli ve fedakârlık gerektiren girişiminin kıymetini bilmek gerekir.

"SÜRECİN ADI; ÇÖZÜM DEĞİL, GEÇİŞ SÜRECİDİR"

Önceki çözüm sürecinde yaşanan tıkanmayı da hatırlatarak soralım: Bu kez izlenen yöntemin temel farkları neler? Devlet artık neyi farklı yapıyor?

Temel fark, terörle mücadelenin hem aktif hem destek unsurlarına yönelik pratiklerini kesintisiz ve kararlı bir şekilde yürüterek bu yeni aşamayı başlatmak oldu.

Yani bu sürecin adı, öncekine benzer şekilde bir “çözüm süreci” değil; bir “geçiş süreci”dir.“

Terörsüz Türkiye”ye geçişe ilişkin bir devlet inisiyatifi ortaya kondu ve bir devlet politikası olarak bu geçiş süreci yönetiliyor. Geçiş sürecinin ön şartları olarak terör örgütünün feshi gerçekleşti ve silah bırakma kararı alındı. Fesih ve silah bırakma kararıyla geçiş süreci somut olarak başladı. Artık geçiş sürecini başarıyla tamamlamak için yapılan çalışmalar söz konusudur.

“TERÖRSÜZ TÜRKİYE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DÖNEMİDİR"

“Devletin hiçbir silahlı yapıyla müzakere etmeyeceği ilkesel tutumu değişmez” sözünüzü esas alırsak; bu süreç yalnızca PKK’nın silah bırakması mıdır, yoksa daha geniş bir siyasal-toplumsal hedef mi var?

Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini ve birliğini kırk yıldır hedef alan terörü her anlamda ve her mecrada sonlandırmak, demokratik siyasetin sırtındaki yükleri atar. Bu nedenle terörün eylemine, diline, vesayetine, örgütüne her yerde ve her şartta son vermek için ilgili ve duyarlı herkesin yaptığı çalışma büyük bir değere sahiptir.

En önemlisi, terör vesayetinden kurtulan aktörlerin bağımsız demokratik siyaset yapma imkânına kavuşmasıdır. Bu imkânın kıymetini bilmek ve doğru değerlendirmek son derece önemlidir. Terör riskinin ortadan kalkması demokratik siyasetin fikrî alanını genişletir.

Aktif terör faaliyetinin sona ermesi destek unsurların faaliyetini de bitirir. Bu çerçevede hukuk sınırları içinde yer alma imkânı bulacak enformel yapılara karşı operasyon ve kayyum gibi tedbirlere ihtiyaç ortadan kalkar.

Terörün sonlandığı şartlarda Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü, siyasi birliğini, iç ve dış güvenliğini koruyan ve güçlendiren, Cumhuriyetin temel ilkelerine ve demokratik birikime dayanan, herkesin eksiklik duymadan sahiplendiği yeni bir anayasayı hayata geçirmenin koşulları daha fazla olgunlaşır.

“Terörsüz Türkiye” ile başlayacak yeni dönem; Türkiye halkı ve bölge halklarının huzuru, ekonomik ve sosyal refahı, özgürlüğü ve barış içinde bir arada yaşaması için büyük imkânlar üretir.

Sonuç olarak Türkiye’nin öncülük yapacağı bölgenin, bu yüzyılda oluşacak yeni küresel sistemde belirleyici güçlerden biri olması için “Terörsüz Türkiye’ye Geçiş” adı verilen bu devrimci dönüşüm dönemi tayin edici olacaktır.

"TÜRK VATANDAŞLIĞININ ETNİK DEĞİL, HUKUKİ BAĞ OLDUĞU DAHA AÇIK İFADE EDİLEBİLİR"

“Devlet, demokratik siyaseti güçlendirecek her zemini sonuna kadar destekler.” ifadenize istinaden soralım: Bu sürecin sonunda Kürt meselesi bağlamında anayasal ve yapısal bir dönüşüm hedefleniyor mu?

Önce Kürt meselesinin ne anlama geldiğini ortaya koyalım. Türkiye’de 1980’e kadar geçen Cumhuriyet tarihimiz boyunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan çeşitli olumsuz pratikler ile tarihî, kültürel, sosyolojik, ekonomik ve siyasi tartışmalar Türkiye demokrasi tarihinin gelişim sürecinde ve derin münakaşalarında hep önemli bir yere sahip oldu. “Doğu Sorunu” veya “Kürt Meselesi” gibi adlandırmalar bu süreçte zaman zaman öne çıktı.

Demokrasi tarihimizi askıya alan en kara dönemlerden 12 Eylül faşizmiyle birlikte devreye sokulan Kürtlerin reddi ve inkârı girişimleri ise bir “iç Kürt sorunu” tarifi yapılmasına neden oldu.

Ret ve inkâr politikalarının bitirildiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimlerinde Kürtler; kimliklerinin tanınması, anadilleri önündeki yasakların kaldırılması, akademik ve kültürel haklar, bölgesel kalkınma, ekonomik refah ve sosyal adalet imkânlarına kavuştu. İçeride terörün bitme noktasına gelmesiyle de huzurlu bir ortam oluştu.

Elbette demokrasinin geliştirilip güçlendirilmesi ve yeni anayasa kapsamında her zaman değerlendirilecek konular olur.

Bu kapsamda;

• Türk vatandaşlığı tanımının bir hukuki bağ olarak anayasada çok daha vurgulu yapılması, “Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır” şeklinde bir hüküm konulması söz konusu olabilir.

• Türkçe'nin devletin dili yani tek resmi dil olması, eğitim dili olması elbette tartışma konusu değildir. Bununla birlikte Türkçe'den başka dillerin öğretimine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceğini içeren anayasal bir hüküm getirilebilir.

• Üniter yapıyı destekleyecek, yerel meclisleri yerel bütçe taslakları ve denetim konusunda güçlendirecek; merkezin yerel icrada sorumluluğunu artıracak bir yerel yönetimler reformu gündeme gelebilir.Ancak bunlar artık tüm toplumun ortak konularıdır. Ayrılıkçı yaklaşımlarla değil, ortak politikalarla ele alınıp çözüme kavuşturulacaktır.

“TÜRKİYE'NİN KÜRTLERİNİN BİR STATÜ SORUNU YOK"

Bir “dış Kürt sorunu” tarifi yapmıştınız. Bunu açar mısınız? Terörsüz Türkiye hedefi, dış Kürt sorununun çözümünü de sağlar mı?

Evet, son kırk yıldır emperyalist bir proje olarak terör destekli bir “dış Kürt sorunu” üretildi. Bu proje “etnik kimlik = milli kimlik = bağımsız (manda) devlet” formülüne dayandırılıyor. Bu, nesnel bir Kürt sorunu değildir. Emperyalist bir dayatma olarak Türkiye’den toprak koparıp Ortadoğu’da bir manda devlet kurma çabasıdır. Buna karşı 1 Ekim 2024’ten itibaren Sayın Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihi hamleleriyle paradigma değiştiren bir Devlet inisiyatifi ortaya kondu. Bu inisiyatif, değinildiği gibi, “Terörsüz Türkiye” hedefidir.

Emperyalist proje, Türkiye’nin Kürtlerini; bağımsız devletleri olan Türkiye Cumhuriyeti’nden, vatanları Türkiye’den koparmayı hedefliyor. Kürtlere ait devlet ve ülke projesi, Kürtlerin “statü hakkı” olarak tarif ediliyor. Bunun ilk adımı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yetki devri/siyasi özerklik öngörülüyordu. Nihai amaç ise emperyalizmin mandası bir devlet kurmaktı.Yani emperyalizmin kafasında Kürtlere biçilen rol; bölgede sürekli bir huzursuzluk faktörü, kullanışlı bir aparat, bir terör ordusundan ibaret. Bu plan, Kürtleri statü sahibi yapmak ya da büyütmek için değil, Türkiye’yi küçültmek maksatlıdır.

Türkiye’nin Kürtlerinin bir statü sorunu ve dolayısıyla statüye dayalı tarif edilecek bir hakkı yoktur. Çünkü sözü edilen statü; ülke ve devlet sahibi olmaktır. Türkiye’nin Kürtleri, bin yıllık kardeşlik ruhu ve bilinciyle emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşımızda, yine aynı bilinç ve ruhla Cumhuriyetimizin kuruluşunda yer aldı. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir!” ilkesi uyarınca Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Kürtler, gönüllü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katılıp kendi kaderlerini ebediyen tayin etti. Dolayısıyla Kürtlerin Milli Devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir, Kürtlerin Vatanı Türkiye’dir.

Bu nedenle Terörsüz Türkiye hedefi, Kürtlerin Devletlerine ve Vatanlarına sahip çıkması çağrısını ve uyarısını da kapsıyor. Artık bir emperyalist proje olan “Türkiye Kürtlerine statü hakkı verilmesi” dayatmasına karşı alınacak tavırlar, Terörsüz Türkiye hedefinde safları belirleyecek temel ölçüdür.

Türkiye’ye dayatılan ve asıl amacı Türkiye’yi bölmek olan yapay “dış Kürt sorununa” karşı mücadele, Türkiye’nin anti-emperyalist mücadelesindeki en temel konudur. İç Cephe’nin öncelikle bu konuda sağlamlaştırılması ve güçlendirilmesi son derece önemlidir. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü ve siyasi birliğini korumak için zorunludur, Türkiye’nin geleceği açısından hayatidir. Terörsüz Türkiye’ye geçiş, bu sorunun da çözümünü sağlayacaktır.

“MECLİS TEK, GERÇEKÇİ VE ÖZEL BİR KANUN YAPMALI"

Son paylaşımlarınızda özel bir “Geçiş Süreci Kanunu” çıkarılması gerektiğini vurguladınız. Bu önerinizin hukuki ve siyasi gerekçeleri nelerdir?

Bu öneriyi kamuoyuna açıklarken gerekçelerimi ifade etmiştim. Kısaca tekrar etmek gerekirse şunları söyleyebilirim:

İlk olarak şunu tespit edelim: Rutin dışı bir geçiş sürecinden söz ediyoruz. TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, görevlerini kararlaştırırken kanun teklifleri konusunda bir hukuk politikası belirlemeyi de işleri arasına aldı. Hatta buna beşte üç çoğunlukla, yani nitelikli çoğunlukla karar vermeyi kabul etti. Dolayısıyla benim önerim, komisyonun görevleri arasında olan bir konuya ilişkindir.

İkincisi; rutin dışı geçiş döneminin hukuku, rutin yaklaşımlarla ele alınamaz. Rutin dışılığa ve geçiş sürecinin özelliklerine uygun bir yaklaşım gerekir.

Bugün örgütün kendini feshettiği ve silahların yakılmasıyla silah bırakma aşamasına geçilen bir durum var. Bu duruma uygun yeni bir düzenleme yapılması, rutin dışı geçiş dönemine uygun düşer. Bu düzenlemenin ayrı ve özel bir “geçiş süreci kanunu” olarak çıkarılması doğru bir yöntem olur.

Bu düzenlemenin tek, geçici ve özel bir kanun olması gerekir. Kanunun içeriğinde, terörün kayıtsız, şartsız ve pazarlıksız sona erdirilmesi özgünlüğü temel alınmalıdır. Kanun; geçişte ihtiyaç duyulan toplumsal ve ekonomik hayata katılım ve entegrasyon hukuku, ceza ve infaz hukuku ile sosyal hukuk konularını kapsamalıdır. Elbette olabildiğince geniş veya yeterli toplumsal ve siyasal mutabakatla bu kanunun çıkması son derece önemlidir.

Tabii bu kanun, Anayasa’ya aykırı yorumlanacak hiçbir hüküm içermemelidir. Ayrıca kanun içeriği düzenlenirken Devlet, Ülke ve Millet hassasiyetlerine ve kırmızı çizgilere uygunluk temel kriter olmalıdır.

Geçiş sürecinde genel talepler ve haklar değil, kapsamdaki kişiler için geçişi sağlayacak teknik ve pratik hukuki koşullar ele alınır. Özel kanunun içeriği de bu yaklaşımla belirlenmelidir.

"DEMOKRATİK SINIRLAR İÇİNDE EN UÇ FİKİRLERİ SAVUNABİLİRLER”

PKK silah bıraksa dahi HDP başta olmak üzere bazı yapılarla ilgili endişeler gündeme geliyor. Bu konuda devletin pozisyonu nasıl şekilleniyor?

Bu endişelerden neyin kastedildiğine bakmak gerekir. Eğer bu partiler, terör vesayetinden kurtulduktan sonra demokratik siyasi hayatın meşru aktörleri olarak yol alırlarsa sorun olmaz. Demokratik alanda anayasal ve yasal sınırlar içinde en uç görüşleri savunsalar dahi bu, tek başına endişe edilmesi gereken bir husus değildir.

Esas olan, terör ve şiddetten tamamen arınmış bir ortamda demokrasiyi, hak ve özgürlükleri geliştirecek koşulları tesis etmektir. Elbette bu şartlarda demokratik siyaset yapan aktörler, Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü ve siyasi birliği aleyhine bir dil geliştirirlerse, toplumsal ve siyasal açıdan kaybeden kendileri olur. Bu noktada süreci belirleyecek temel etken sosyal ve siyasal dinamiklerdir.

Hukuki boyuta gelince; terör vesayeti altında siyaset yapan aktörler bakımından hukuk dışı durumlar süreklilik arz ettiği için hukuki tedbirlerin öne çıkması kaçınılmazdır. Ancak terörün tamamen tasfiye edilmesinden sonra, siyasetçiler demokratik alanda kaldıkları sürece hukuk dışına çıkmak istisnai bir durum olur. Böyle bir durumda ise hukuki yaptırımlar doğal olarak devreye girer.

“SÜREÇ TÜRKİYE'NİN KÜRESEL MÜCADELESİNE KATKI SAĞLAYACAK”

Türkiye’nin yürüttüğü bu sürecin bölgesel etkileri nasıl olacak? Özellikle Irak, Suriye ve İran’daki yapılar bu geçiş sürecine nasıl yansıyabilir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki “Terörsüz Türkiye”ye geçiş, Türkiye’nin tam bağımsızlık ve anti-emperyalist mücadelesinde niteliksel bir dönüşüm sağlar. Türkiye’nin varoluş güvencesini bir üst seviyeye çıkarır ve adil bir küresel düzen için verdiği mücadeleyi çok daha etkili kılar.

Öte yandan, bölgede terör devleti ve soykırımcı İsrail’in yol açtığı yıkım, Türkiye’nin hem kendisi hem de bölge için daha da güçlenmesini zorunlu hale getirmektedir.

Bu geçiş süreciyle birlikte:

• Emperyalist tehditlere ve siyonist İsrail saldırganlığına karşı mücadele imkânları artar.

• Türkler, Kürtler, Araplar ve Farsların birliği üzerinden bağımsız milli devletlerin güçlenmesi ve eşit işbirliklerinin önü açılır.

• Bölgedeki tüm inanç, dil ve kültür çeşitliliği bir tehdit değil, ilişkilerin köprüsü haline gelir.

• Türkiye öncülüğünde kurulacak bölgesel işbirliklerine, Kürtlerin dört ülkedeki varlığı özel katkı sağlar.

• Ticaret, serbest dolaşım, ekonomik ve kültürel bütünleşme yoluyla bölgesel birliklerin oluşması somutlaşır.

• Her ülkenin birliğini ve özgünlüğünü gözeten, üzerinde mutabakat sağlanmış ortak bir “bölge hukuku” inşa edilebilir.

“YABANCI PATRONAJA GİRMEYE ÇALIŞANLAR TASFİYE OLACAK"

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yönünü Ankara’ya, Şam’a dönenler kazanacak; kendisine yeni yabancı patronlar arayanlar kaybedecek” sözlerini nasıl okumalıyız?

Türkiye içinde batıcı projelere meyledenler var, Suriye’nin birliğine karşı faaliyette bulunanlar var. Ama bizim meselemiz, Türkiye’nin ve bölgenin emperyalist operasyonlar karşısında gücünü artırmak ve kararlılığı yükseltmektir. Türkiye’nin tam bağımsızlık yürüyüşü, Ankara merkezli politikalar üzerine kuruludur. İçeride kendine yabancı patronlar arayanlar, Ankara’nın karşısına batıcı proje çıkarma peşine düşenlerdir. Şam’a tavır alanlar, Suriye’nin birliğinin sağlanmasına karşı duran ve yabancı patron arayışındaki unsurlardır. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, Türkiye’nin yürüyüşünde ve Suriye’nin birliğinde karşı politikalar geliştirmek için yabancı patronaja girmeye çalışanlar, hangi yol ve yöntemle olursa olsun tasfiye olacaktır. Ankara ve Şam merkezli politikalar, güçlü Türkiye yürüyüşünde, terörsüz Türkiye’ye geçişte ve Suriye’nin birliğinin sağlanmasında her halükârda başarıya ulaşacaktır.

“TÜRKİYE'DE TOPLUM VE COĞRAFYA BÖLÜNMÜŞ DEĞİLDİR"

Batılı ülkelerin “terörle mücadele” ve “entegrasyon” deneyimleri ile Türkiye’nin yaklaşımı arasında hangi temel farklar var?

Batı’nın kendi içindeki terör tehditleri bu yüzyılda yaygın ve sürekli değil, arızi nitelikte oldu. Bu nedenle sürekli bir “ulusal varlık sorunu” olarak yaşanmadı.

Kimlik temelli terör örneklerinde ise Kuzey İrlanda ve Bask dikkat çekiyor. Ancak bunlar Türkiye için emsal olamaz:

• Her ikisinde de coğrafi ve kültürel açıdan tam ayrışan toplumlar söz konusuydu.

• Kuzey İrlanda’da ayrıca keskin dinsel (Katolik-Protestan) ayrılık vardı.

• Bu örneklerdeki terör, yerel dinamiklerden doğdu. Emperyalist destekler ve küresel oyunlar yoktu.

• Coğrafi etkileri dünya ölçeğinde sonuç doğuracak nitelikte değildi.

Dolayısıyla bu sorunlar görece kolay çözülebildi.

Türkiye’ye yönelik terör ise bölgesel niteliktedir ve küresel etkiler doğurur. Kürt kimliği üzerinden yürütülen istismar açısından da Türkiye’de toplum ve coğrafya bölünmüş değildir; inanç, kültür ve gelenek birliği mevcuttur.

Bu niteliksel farklar sebebiyle:

• Türkiye’nin terörle mücadelesi Avrupa örneklerinden çok daha karmaşık, çok katmanlı ve zorludur.

• Buna karşılık Türkiye’nin entegrasyon politikası tarih, kültür, inanç ve gelenek birliği nedeniyle Batı’ya kıyasla çok daha güçlü temellere sahiptir. Zorluk derecesi daha düşüktür.

“TÜRKİYE'NİN HEDEFİ TERÖRSÜZ BÖLGEDİR"

Sürece uluslararası toplumun desteğini almak meşruiyet açısından gerekli mi?

Uluslararası alanı ikiye ayırmak gerekir:

1. Resmî-kurumsal yapı: Devletler ve uluslararası kuruluşlar.

2. Toplumsal yapı: Halkların doğrudan ifade mecraları.

Batılı devletler ve onların kontrolündeki kurumlar, çıkarlarına aykırı gelişmelere gönüllü destek vermez. Türkiye’nin terörü tasfiye politikası birçok emperyalist odağı rahatsız etse de, Türkiye’nin gücü onların açıktan karşı çıkmasını engelliyor. AB’nin görünürde nötr tavrı, Türkiye’ye olan ihtiyaçlarından kaynaklanıyor.

Buna karşılık Avrupa halklarının desteği önemlidir. Çünkü Türkiye’nin hedefi sadece “Terörsüz Türkiye” değil, aynı zamanda “Terörsüz Bölge”dir. Bu da Avrupa’nın güvenliği ve göç sorununun çözümü için bir güvencedir.

Latin Amerika, Afrika, Asya ve genel olarak Müslüman halklar ise Türkiye’nin adımlarına güçlü pozitif yaklaşım sergiliyor. Türkiye’nin “insanlık için umut” olma algısı güçleniyor.

Sonuç olarak, Batılı devletler çıkarları nedeniyle gönüllü destek vermese de, Türkiye’nin gücü onları bu politikaların meşruiyetini tanımaya zorluyor. Dünya halkları ise büyük ölçüde Türkiye’nin yanında duruyor.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.