MAZİDEN ATİYE
Maziden Atiye adlı eser, Zeki Savaş İran’dan Türkiye’ye döndüğünde, yazar Osman Sevim’in onunla yapmış olduğu birbirleriyle ilişkili, hatta birbirini açımlayan, birden çok konuya dair sorulara verilen cevaplardan oluşmaktadır.
Sait Alioğlu Yazdı;
Maziden Atiye…
-Türkiye İslamcılığının Gayr-ı Resmî Tarihinden Bir Sayfa-
“Maziden Atiye/Zeki Savaş İle Söyleşi” adlı eser, ilk gençlik yıllarından başlamak üzere, uzun bir dönemi kapsayacak şekilde, net bir İslami kimlik durumu, devamı ve kalıcılaşması adına “İslam’a uygun” bir mücadele verdiği bilinen bir hareketin içerisinde bulunmuş ve 28 Şubat’ın o kasvetli ortamında İran’a hicret kararı alıp, oraya giden ve yirmi küsur yıl gurbette kalıp orada yaşayan “İslamcı” bir Müslümanın düşünce, gözlem ve kanaatlerini içermektedir.
Bu adlı eser, Zeki Savaş Türkiye’ye döndüğünde, yazar Osman Sevim’in onunla yapmış olduğu birbirleriyle ilişkili, hatta birbirini açımlayan, birden çok konuya dair sorulara verilen cevaplardan oluşmaktadır.
Elinizdeki eser, yazarın görüş. kanaat ve gözlemlerini içeren “cevaplara yönelik” sorulan soruların da yardımıyla anlam kazanmış…
Yukarıda, “cevaplara yönelik” ifadesini kullandık. Zira verilen cevapları ortaya çıkaran, muhatabını harekete geçiren, en nihayetinde cevabın iletilen sorular olmadan, bu eser belki de vücuda gelmiş olmazdı.
O sorular sorulmasa idi, kısa bir tarihe yönelik olup aranan cevaplar, haliyle bilinmeyecekti.
Röportaj türü olan bu eser, bir “önsöz”den ve yedi tanesi belli bir konuya ayrılmış olup bir bölümde muhtelif konulara ayrılmıştır. Bundan dolayı, eser, hepsi de röportaj ürünü olan toplam sekiz bölümden oluşmaktadır.
Yazar, yani Zeki Savaş, ilk bölümde kendisine sorulan sorular üzerinden hayat hikâyesini anlatmakla birlikte, eserin yayıncısı “teknik açıdan” o da mutat olduğu üzere eserin yazarına ait bir biyografiye yer vermiş bulunmaktadır.
Eserde bölümler şu şekilde sıralanmış bulunmaktadır,
1-Hayat Hikâyesi, 2-Yazım Hayatı, 3-Hicret ve İran, 4-Değişim, 5-Kürt Sorunu, 6- Filistin Meselesi, 7-Siyaset ve Yönetim, 8-Muhtelif Konular.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi bu topraklarda da “hayat hikâyeleri” az çok birbirine benzerlikler içerir.
Türk, Kürt, Arap vb. fark etmez, Müslümanlar, insanların geneline teşmil edilecek şekilde “birbirinden farklı ya da aynı özelliklere sahip” köy, kasaba ve şehirlerde dünyaya gelirler, belli bir çevrenin içerisine doğarlar ve yaşarlar; Kültüre, geleneğe, göreneğe uygun bir şekilde varlıklarını sürdürürler.
Belli bazı sebeplerden dolayı olsa gerek, bu saydığımız donelerden etkilenme suretiyle farklı ideolojik durumlara da giriş yapmış olurlar.
Bu farkı ideolojik durumlara giriş yapılan yıllarda, birçok özelliğine bakıldığında, Kürdistan gibi toprak parçalarında, bölgenin kendine özgü şartlarından dolayı aileden aşirete kadar toplumsal grup bazında, kişilerin kendilerini içerisine alıp kuşatacağı düşünülen yapılarda varlık gösterdikleri görülür.
Bu durum, modernleşmeye bağlı olarak, bölge insanının hem sekülerleşmesinin bir sonucu olduğu ve hem de yine kişi, aile, toplum vb. bazında din ile var olan ilişkinin daha da ileriye taşınmasında, ona yönelik yapılan tercihlerin akıldan çıkarılmamasını gerektirir diye düşünmeliyiz.
Esere dönersek…
Röportajı gerçekleştiren kişi (Osman Sevim) eser dair yazdığı ‘Önsöz’ün bir yerinde; “Yazılmamış ve anlatılmamış hayat, yaşanmamış hayat gibidir. Nice güzel insan, örnek şahsiyet ve salih önder, okuduğunu yaşadığı oranda sadece yazmadı, konuşmadı veya konuşturulmadı diye, sonra gelen nesiller tarafından yeterince sesi duyulmadı, sireti görülmedi; tavır, duruş, kimlik ve kişiliği örnek alınmadı maalesef” diyerek var olan durumdan esef ettiğini belirtmektedir.
Osman Sevim, serdettiği ifadeleri haklı çıkaracak şekilde “belki konuşmak isterdi, ama…” uygun bir mecra bulunca, sorulan sorular ışığında; hayat hikâyesini, yazım hayatını, hicretini, değişimini; diğer önemli konuları da es geçmeden Zeki Savaş’ın, oluşturduğu bu güzel mirası “Maziden Atiye” adlı eser vasıtasıyla, biz okuyucuların ilgi ve alakasına sunmuş oluyor.
Bu konuda, biz; yazara, röportajı gerçekleştiren kişiye ve eserin yayıncısına minnet ve şükran borçluyuz.
Yine esere dönersek…
Esere yönelik yazılan önsöz dahi, tek başına ele alınacak olsa; dün, bugün ve yarın ile ilgili olarak önerilen tespitler, teklifler, görüş ve kanaatler ile günümüze ve geleceğe yönelik ne yaptığımız, yapmadığımız, ne yapmamız gereken birçok şeye dair bir kanaatimiz oluşur diyebiliriz.
Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere, Zeki Savaş’ta, kendisini; yerküresi üzerinde adına Türkiye denilen bir ülkeye bağlı olan bir bölgede (Kürdistan) konuşlu bulunan bir köyde doğduğunu belirtiyor.
Yazar, kendi doğum yerine ve oraların “ne/liğine ve nasıl/lığına” dışarıdan nasıl göründüğünü; birbirleriyle farklı coğrafyada doğup yaşayan ve hayata adımını attığı ortamdan hareketle nasıl farklı kimliklere sahip olmaları açısından –kendi ifadeleri ışığında- İstanbul gibi(Boğaziçi’nde) bir muhitte doğmuş ve yaşamış olmayı bir erdem sayan Recaizade Ercüment Ekrem Talu’un anlatımına karşılık olarak bir “mahrumiyet bölgesinde” (Mardin; Nusaybin/Zıvıngé köyünde hayata gözlerini açan Musa Anter’in kendi çocukluk hayatını içeren bir pasaja atıf yaparak, kendi çocukluk hayatını da “mahrumiyet bölgesinde” geçtiğini belirtmektedir. (S, 12)
R. E. Ekrem Talu’nun kendi doğduğu ve yaşadığı muhit ile Musa Anterlerin doğup yaşadığı muhitleri kıyaslarken, arada bulunan en önemli farkın kentleşme, kentleşmeme durumuyla alakalı olduğunu; bu farkın sadece Zıvıngé ile Yeniköy arasında mevcut olmayıp, kentleşmeden kaynaklanan imkânlara sahip bulunmayan ve içerdiği nüfusu büyük oranda Türklerden oluşan şehirlerde de söz konusu olduğunu belirtmek gerekir. Ama kentleş(e)meme durumu, en çok Kürt bölgelerinde kendini göstermektedir.
Bu büyük şehir yasası olmasa idi, bölge şehirlerinin büyük bölümü altyapı imkânlarından mahrum bir şekilde yaşamak zorunda kalabilirdi.
Kürtlerin şehirlileşmesi çok yeni bir olay ve içerisinde barındırdığı doneler açısından bir süreç mes’elesi idi; “Kürtlerin şehir hayatına yönelmelerinin, ekonomiye katılıp ticaretle uğraşmalarının ve modern tahsil sürecine katılmalarının üzerinden henüz yüz yıl geçmiş değildir. “Bu süreç sadece feodal yapıyı ve zihniyeti geriletmez, siyasi feodalizmi, silahlı mücadeleyi ve terörü de geriletir.” (77)
Zeki Savaş, saltanat konusunda, Ehl-i Sünnet ile Şia ile ilgili olarak; her iki ekolün, kendine özgü yanlarıyla ayrıştığını, ama saltanatla ilişkilerde birbirlerine benzediklerini belirtmekte ve bunun anayasal krizlere sebep olduğunun altını çizip “Muhammed Muhtar Şankiti’nin ilkeler bazında verdiği örnekleri hatırlamak yerinde olur. Şankiti, Sünnilikle Şiiliğin İslam medeniyetindeki anayasal krizin çocukları olduğunu, bu nedenle İmamet konusunda ayrışmalarına rağmen her iki ekolün de siyasi despotizmle uyum sağlamaya çalıştığını ve en nihayetinde her ikisi de siyasi meşruiyeti kurban verdiği ifade ettiğini” (62) ifadelerini aktarıyor.
Yazar, değişim babında, var olan olguyu öncelikle ülkeler üzerinden dile getirerek “Böyle bir dünyada hiçbir ülke değişimin dışında kalamaz” tespitinde bulunduktan sonra; “Kaldığım ülkede değişti, döndüğüm ülke de. … Elbette bu değişimlerin mahiyeti ve ciheti ayrıca ve uzunca değerlendirmeleri hak etmektedir.” (75)
Değişim babında, zikredilen taraf, mutat olarak düşündüğü üzere, salt ülke ve devlet olmayıp fertlerden başlayarak topyekûn toplumun kendisidir.
Zaten, talepler halktan, toplumdan, onlar yönelik anlama ve hizmet durumu ise yönetici katmandan gelirce, vr olan değişim anlam kazanmış olur.
Kürt sorununa dair…
Yazar, Kürt sorunun ayrılan bölümde var olan sorunla ilgili görüş ve kanaatlerini, kendisine tevcih edilen sorulara verdiği cevaplar üzerinden izah etmektedir. İzah ederken, var olan sorunun çözümünde bir nevi çözümsüzlük olacağı bilinen hakların gasbedilmesi gibi yanlışların yapılmamasını düşünmekte olup ki, bu yaklaşım konuya yönelik çözüm sadedinde şu ifadeler dikkate şayandır.
“Ben dini haklar ile ulusal hakların karşı konumlandırılmasının veya bir şekilde değerlendirilmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Haklar bir bütündür ve savunulması gereken bölümde herkesin öncelik sıralamasına göre yerini alır. Bir hakkın savunucusu öteki hakkı görmezden gelemez, karşısına ise asla alamaz, alırsa hakkı savunan haksız konuma düşer.” (133)
Bu yaklaşım, orijinal ve “hakşinas” bir yaklaşım olarak, sorunun devamına taraf olan çevrelerin neden ve hangi saikten dolayı, çözüme bir türlü yaklaşmadıklarını da izah etmektedir.
Filistin Meselesi…
Yazar, Filistin sorununun “konuya dâhil olan birincil taraflar açısından ne olduğun dair açık ve seçik olarak şu ifadeyi serdediyor; “Yahudilerin işgalci ve katil, Hıristiyanların işgalin hamisi ve Müslümanların işgalin mağduru olduğu bir sorundur Filistin sorunu” (135) diyerek, var olan tarafların, sorun karşısındaki konumlarını belirtmektedir.
Bu ifadeler dikkate alındığına; meselenin bidayeti, devamı ve nasıl bir şekilde çözüme kavuşturulabileceği mevzuu da kendiliğinden zihinlerde yerini alır ve var olan sorunda, kendi çözümünü de konuya dâhil olan tarafların rollerinin değişimini gerçekleştirebilir.
Yazar, Filistin sorunu ile birlikte, hem koca bir bölgeyi ve hem de kendi ülkemizi ivedilikle ilgilendiren Kürt sorunu hususunda Kürt ulusalcı çevrelerin, her iki soruna yönelik “yanlış ve sağlıksız” bakış açıları üzerinden bir karşılaştırma yapmaktadır; “Gazze ve Kobani’yi özdeşleştirmek, 1970’lerden sonra sol ideoloji temelinde yeniden örgütlenen Kürt milliyetçiliği çizgisindeki bazı Kürt aydınlarının Kürt sorununun bir sömürge sorunu olarak savunmaları…”nın yanlışlığına dikkat çekerken, şu ifadeleri de, onların düşüncelerinin yanlışlığına işaret ettiğini belirtmiş olmaktadır; “Kürtler ile Türkler arasında sömürgeciliğe dayanan bir ilişki türü hiçbir zaman olmadı. Aralarındaki ilişki “bağımlılık tipi ilişkiler” olarak tanımlanabilir.” (146, 147)
Yazar, yukarıda “Hicret ve İran” babında, Sünnilik ve Şiiliğin, dünden bugüne İslam dünyası nezdinde “saltanat içre” bir yönetim anlayışına uygun davranma sonucunda, Şankiti’nin tespitiyle anayasal bazda bir krizin oluşumundan bahis açmıştı.
Siyaset ve yönetim sadedinde de, “anlaşılan o ki” öteden beri var olan anayasal krizden mülhem bir siyasetsizlik ve yönetim konusunda da belli bir özgünlükten yoksunluk söz konusu idi.
“İslam dünyasında genel olarak iktidarda olanlar, Batı’nın hem kültürünü hem de uygarlığını ayniyle ithal etmek isteyenler oldu, lakin iktidarda olmalarına rağmen kendi tezlerinde başarılı olamadılar. Batı yanlısı hiçbir yönetim İslam dünyasında bir Almanya yaratamadı.” (160)
Yönetiminde bulundukları ülkeleri, ne salt seküler Batıcı kadrolar ve ne de muhafazakâr kadrolar “Almanya gibi, hatta ondan da daha ileri noktalara taşıyamadılar.
Yazar, öncelerde elde ettiği bilgilere ek olarak, hicret hayatı boyunca, İran^da da tahsil ettiği bilgiler ışığında; esastan kopmadan değişimin varlığına işaret edip “izlenilen yol yöntem” konusunda alabildiğine özgür ve şeffaf olunması gerektiğine işaret edip “söz konusu İslam ise” son derecece açık, net olunmalı ve meşruiyetten sapılmaması gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizmeye çalışmaktadır.
Eserin “son”, yani sekizinci bölümünde ise, daha önce, yine Osman Sevim’in yazarla yapmış olduğu ve muhtelif konuların “soru-cevap” şeklinde işlendiği bir röportaj bulunmaktadır.
Bahis konusu olan röportaj, Haksöz Dergisi’nin Temmuz-Ağustos 2023-Sayı 388-389.’da yayınlanmış bulunmaktadır.
Müslümanların, gerek dününü anlama, bugününü anlamlandırma ve geleceğini de “en azından” çocuklarının geleceği için “temin alına alma” çabaları üzerinden bir tarihleri söz konusu olacaksa, bu tarihe yönelik düşülen notların korunması; “”sessiz kalıp ketum davranmadan” eli kalem tutan ve söz olan herkesin, o tarihe yönelik bir şeyler yapmaları ve bunlarında da gelecek nesillere aktarılabilmesi için “çok mu çok” çaba sarf edilmeli…
Bu konuda Zeki Savaş ile Osman Sevim kendi yanlarından bir şeyler yapmışlar. Emeklerine sağlık…
Ayrıca onlara teşekkür borçluyuz…
haberdurus.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.