“Kutup başı”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz’la ilgili TBMM’deki konuşmasında “Çok kutuplu dünyada Türkiye’nin de bir kutup başı olacağı”ndan söz etti.
Erdoğan aynı konuşmasında 15 Temmuz gecesi, Türkiye ile birlikte Asya’dan Afrika’ya birçok İslâm ülkesinde Türkiye için dua edildiğini söyledi. “Ümmet”e yeniden vurgu yaptı.
Erdoğan’ın son “Kutup başı” ifadesiyle daha önce seslendirdiği “Ümmet bilinci” arasında irtibat bulunduğunu anlamak zor değil.
Belli ki “Ümmet eksenli” bir söyleme bundan sonra daha çok rastlayacağız.
Ümmet konusunun benim de hassasiyet alanım olduğunu okuyucularım bilir. Okuyucu yorumlarında eleştiriler de alıyorum. Olsun.
“Ümmetin hali”ne bakıldığında, “Ümmet” diye tanımlanan dünyanın birbiri ile ilişkisindeki savrukluğa bakıldığında, başlı başına “Ümmetin ümmet olma karakteri”ndeki zaaflara bakıldığında “ümmet üzerine bir gelecek kurgusu yapmak” uçuk görünüyor, ayrıca “Türkiye ve ümmet” bağlamında ele alındığında “Ümmet hassasiyeti”nin “Türkiye’yi maceraya sürüklemek” gibi bir potansiyeli de akla getirdiği biliniyor. “Türkler ümmet için daha ne kadar can verecek?” sorusu Cumhuriyet döneminin başat soruları arasında olmuştur.
Bütün bu sorular sorulabilir kuşkusuz, ama dünyada 2 milyarlık bir “Müslüman nüfus” bulunduğu da, bu nüfusu, İslâm’la alakası bulunmayan yönetimlerin bile önemsediği de bir gerçeklik. Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Hindistan, İsrail… Bu ülkelerin gerek kendi ülkelerindeki Müslüman nüfus sebebiyle gerekse Müslümanların dünyadaki varlığı sebebiyle bir “Müslümanlık gündemi” olmadığını söylemek mümkün mü?
Türkiye… bir kere halkının çok büyük çoğunluğu Müslüman… Bu aidiyeti, bu aidiyetin her türlü farklılaşmasını önemsemeden bir sistem kurgulanabilir mi?
2 milyarlık Müslüman nüfusla ilişkiyi, sadece Osmanlı’nın yıkılış döneminde ödenen bedellerle sınırlı görmek büyük aymazlık olmaz mı? Çanakkale şehitliğinde yatan diyelim Filistinli ya da Cezayirli Müslüman da “ümmet aidiyeti” adına sizin yaşamanız için can vermedi mi?
Hiç hesap bilmeseniz, diyelim Birleşmiş Milletler’deki bir oylamada arkanızda sizi destekleyen İslâm ülkelerinin olmasını beklersiniz. Kimi zaman bu destekten mahrum kaldığımızda onlara gönül koymamız da içimizde bir “aidiyet bağlantısı” bulunduğunu bilmemizdendir.
Putin Rusya’yı “En büyük İslam ülkesi” diye tanımlıyor. İngiltere kendisine bağlı “Halife” üretiyor.
“Ümmet aidiyeti”ni yadırgayan zihin, bir de “İslâmsız Türkiye”nin dünyadaki ağırlığını düşünse, derim ben…
Uzun yazılabilir ama, şunu söyleyerek bu faslı tamamlıyayım: Ümmet, sadece çıkar açısından bakılsa bile çok önemli bir stratejik varlıktır.
Soru nerde?
Soru “Ümmetin özgül ağırlığı”nda… “Ümmetin ümmet olması”nda…
Soru şu: 2 milyarlık bir Müslüman nüfusun dünyadaki ağırlığı böyle mi olmalıydı? Dünya ekonomisindeki ağırlığı, bilimsel gelişmedeki ağırlığı, politikadaki ağırlığı…
İslâm toplumlarının birim insanındaki özgül ağırlıkla, diyelim, dünya Yahudiliğinin birim insanındaki özgül ağırlık aynı mı, ya da farklıysa neden farklı?
Ben diyorum ki, bizim, Türkiye’ninki de dahil, İslâm toplumlarının birim insandaki özgül ağırlığında ciddi problem var. Koca İslâm dünyası çıkara çıkara iki – üç Nobel ödüllü bilim insanı ya da sanatçı çıkarabilmiş… Bir de bakalım Nobel’deki Yahudi ağırlığına…
Neden böyle? Çünkü eğitime ağırlık verilmedi İslâm toplumlarında…
Türkiye dahil…
23 yıldır Türkiye’yi yöneten Tayyip Erdoğan, her sene “En başarısız olduğumuz alan eğitim kültür – sanat alanı” diyor. Ekonominin halini ise ne siz sorun ne ben söyleyeyim… İki yıldır yaşadığımız ekonomi ameliyatı neyin nesi? Fert başına düşen milli gelirde nerelerdeyiz? Dört gençten biri ne eğitimde ne işteymiş… Yani “Ev genci.” Geleceği bu gençlerle kurmayacak mıyız biz? Aileye bakın, Amerika ile yarışıyoruz çözülme sürecinde…
“Ümmet ne zaman ayağa kalkar?” diye sordum yıllarca, konferanslarda…
Bana göre “insan kalitesine yatırım yapıldığında”dır bunun cevabı… “Birim insanın özgül ağırlığının artırılmasında”dır.
Türkiye’de 23 yıl geçti bu “ümmet duyarlılığı”na sahip kadroların ülkenin insan varlığının özgül ağırlığına emek vermeleri gereken, tam 23 yıl… Geldiğimiz noktada en çok “genç nüfus israfı”nın yaşandığı ve gittikçe bu “genç nüfus” varlığının aşındığı ülkelerden birisiyiz ne yazık ki…
Türkiye’yi en gelişmiş İslâm ülkelerinden biri diye örnek verdim. Belki de geçmişine bakıp her Müslüman ülke Türkiye’den bir şey beklediği için… Pek çok İslâm ülkesinde perişanlık yaşanıyor ne yazık ki… Gazze gibi İslâm vatanları ise, kundaktaki bebeleri ile bombalar altında can veriyor… Türkiye dahil, sözel anlamda “zalime isyan”dan başka yapılabilen bir şey yok.
“Kutup başı” olmanın özgül ağırlığı ne sayın Cumhurbaşkanı? Cumhuriyet Yüzyılı’nın dörtte biri zatı alilerinin iktidarı ile geçti. “Giderlerse gitsinler” diyebildiğimiz beyin göçü dışında, ihraç ürünlerimizin teknolojik katma değeri ne durumda? Türkiye’ye kaç yıl gerekli “kutup başı” liyakatine kavuşmak için, ümmete kaç yıl gerekli “ayağa kalkabilmek” için?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.