
Kuşaklar Üzerinden Sosyal Dönüşüm ve Yeni Bir Siyasetname İhtiyacı
Talepler, istekler, hevesler, ihtiraslar… Geçmişte de bugün de aynı. İnsanın merkezde olduğu bir dünyada yüzyıllardır milyonlarca insan doğdu, büyüdü, yaşadı, yaşlandı ve ölüp gitti. Her şeye rağmen her dönemin kendine özgü bir rengi, bir sesi, bir ahengi
Kuşakların İzinde
Evren ve içindeki canlı-cansız tüm varlıklar sürekli bir değişim-dönüşüm-başkalaşım halini yaşıyor. İşin doğrusu; özünü, özgünlüğünü yitirmeden gerçekleşen bu döngü belli periyotlarla aynı halin tekrarından başka bir şey değil. Belki de tek değişen sahnedeki figürler, görüntüler, renkler, sesler, efektler… Gerçekte ise olup biten aynı halin tekrarı…
Değilse, bundan tam 2.375 yıl önce M.Ö. 350’de Aristotales’in “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar…” sözlerini başka nasıl yorumlamak gerekir? Bu sözlerin bugün Ahmet Amca’nın, Fatma Teyze’nin kurduğu cümlelerden ne farkı var? Yani zaman cephesinde değişen bir şey yok.
Temelde o gün de bugün de ihtiyaçlar hep aynı… Talepler, istekler, hevesler, ihtiraslar… İnsanın merkezde olduğu, olup biten her şeyin insan odaklı olduğu bir dünyadan bahsediyoruz. Dünya sahnesinde hayata gözlerini açıp kendisine biçilen rolü süresinde ifa eden ve neticede usulünce vedalaşıp ayrılan insan yani. Yüzyıllardır milyonlarca insan bu şekilde dünyaya doğdu, büyüdü, yaşadı, yaşlandı ve ölüp gitti.
Her şeye rağmen her dönemin kendine özgü bir rengi, bir sesi, bir ahengi de olmadı değil. Şayet aynı zaman diliminde yaşayanları biyolojik ve sosyolojik açıdan ‘nesil’ diye adlandıracak olursak, tarihi ve anı daha rahat okuyabiliriz. Buna ‘kuşak’ veya ‘jenerasyon’ da diyebiliriz.
Literatürde biyolojik olarak ebeveynler ile çocukların doğum tarihleri arasındaki zaman “kuşak” olarak ifade ediliyor. Ancak bu zaman-süre izafidir. Çünkü günümüzde ortalama çocuk sahibi olma yaşı geçmiş dönemdekilerle aynı olmadığından, kuşakların sosyolojik boyutunu da dikkate almak durumundayız. Bu nedenle TDK sözlüğü sosyolojik açıdan kuşağı; “Yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişiler topluluğu; yaklaşık yirmi beş otuz yıllık yaş kümelerini oluşturan bireyler öbeği; göbek, nesil, batın, jenerasyon” (1) olarak tarif eder.
Peki, şu an kaç kuşak hayatta dersiniz?
Şayet genel kabule göre kuşak olarak ortalama 15-20 yılı baz alacak olursak, hâlihazırda hayatta olan altı kuşaktan bahsedebiliriz. Bu kuşaklar sırasıyla:
– Sessiz Kuşak (1925-1945)
– Bebek Patlaması Kuşağı (1946-1964)
– X Kuşağı (1965-1980)
– Y Kuşağı (1981-1996)
– Z Kuşağı (1997-2010)
– Alfa Kuşağı (2010-2025)
Alfa Kuşağı’nı 2025 yılından itibaren Beta Kuşağı, akabinde de Gama ve Delta kuşakları takip edecek. Bugün hayatta olmayan iki kuşak ise; Hayal Kırıklığına Uğramış Kayıp Kuşak (1883-1900) ve Buhran Dönemi Büyük Nesil Kuşağı’dır (1901-1924). Bu iki kuşağın tanımlamasında daha çok Amerika koşullarının esas alındığını hatırlatmakta fayda var. (2)
Birbirinden farklı bu kuşakları kendi içerisinde birbirine benzer yönleriyle gruplandırmak da mümkündür (3):
– Geleneksel Kuşaklar (Hayal Kırıklığına Uğramış Kayıp Kuşak, Sessiz Kuşak, Bebek Patlaması Kuşağı)
– Geçiş Kuşakları (X Kuşağı, Y Kuşağı)
– Modern-Küresel Kuşaklar (Z Kuşağı ve Alfa Kuşağı)
Kuşak sınıflandırması her ne kadar Batı normları esas alınarak yapılmış olsa da dünya geneli için belirleyici unsurlar barındırır. Bundan dolayı her kuşak için tek tip ortak bir tanımlama yapmak oldukça zor. O nedenle de hem ülkeler arası hem de ülke içi farklı sosyal yapılardan dolayı bu tanımlamaları da oldukça genel yapmak durumundayız. Daha sağlıklı bir değerlendirme için bu kuşakları her toplum ve ülkeye göre özel-özet olarak ele almak daha uygun olur.
Hayattaki Kuşaklar
1- Sessiz Kuşak (1925-1945)
1925-1945 yılları arasında doğan ve bugün çoğu hayatının son demlerini yaşayan Sessiz Kuşak, daha çok ‘otoriteye saygılı’ bir nesil olarak biliniyor. Sessiz Kuşak, yaşadığı dönemin şartlarından dolayı (Büyük Buhran’dan İkinci Dünya Savaşı’na kadar) yoksulluk, kıtlık, işsizlik, ekonomik sıkıntılar görmüş ve bu nedenle doğum oranları bir hayli düşmüş bir nesildir. Hâlihazırda son demini-emeklilik dönemini geçiren bu kuşak bugünkü iş koşullarının temelini de atan bir jenerasyondur. Sessiz Kuşak, sabırlı, mücadeleci, uyumlu, işbirliğine yatkındır. Ayrıca gelenekçi olmaları hasebiyle saygılı, otoriter, itaatkâr, mütereddit bir yapıları vardır.
2- Bebek Patlaması Kuşağı (1946-1964)
Bu kuşak, ‘duygusal ve geleneklerine önem veren’ yönüyle ön plana çıkar. Ayrıca kültürel değerlere bağlı, kanaatkâr, sadakatli, otoriteye bağlı, işkolik, kendine yeten bir kuşaktır. Bebek Patlaması denmesinin sebebi; Sessiz Kuşak döneminde yaşanan savaşlardan ötürü bir hayli azalan nüfus nedeniyle İkinci Dünya Savaşından sonra bebek doğum oranlarında ciddi bir artış yaşanmış olmasındandır. (Bu dönemde yaklaşık 1 milyar bebek dünyaya gelmiştir.)
3- X Kuşağı (1965-1980)
X Kuşağı ekseriyetle Sessiz ve Bebek Patlaması Kuşaklarının çocuklarıdır. Hâlihazırda orta yaşlı ve yaşlı kesimi (45-60) kapsayan X Kuşağı, daha çok ‘mücadele’ yönüyle dikkatleri çeken bir nesildir. İnternetin ilk ortaya çıktığı, renkli televizyonla ilk karşılaşan ve kaset, CD, plak, mp3’ü gören bir kuşaktır.
Yaşadığı dönemin ekonomik krizleri sebebiyle işkoliktir. Sosyal hadiselere karşı duyarlı, ülke ve dünya gündemiyle yakından ilgilidir. Dünyanın hızlı değişimine tanıklık etmiş/etmekte olan bir geçiş kuşağıdır aynı zamanda. Bu nedenle birçoğu hayatında savrulmalar yaşamış kayıp bir kuşaktır.
4- Y Kuşağı (1981-1996)
Y Kuşağı ‘yetişkin’ bir kuşak olup ‘eğlenceli, yaratıcı ve zeki’ bir yapıları vardır. Alfa Kuşağı’nın ebeveyni olan Y Kuşağı çok fazla kültürel çeşitlilik barındırır ve sosyoekonomik durumları önceki kuşaklara göre daha iyidir. Eskiye oranla daha modern ve daha az bireyden oluşan aile içinde büyürler ve daha konforlu, uzun yaşam koşullarına sahiplerdir. Bu durum, ebeveyni oldukları Alfa Kuşağı’nın yetiştirilme tarzının da önceki kuşaklardan farklı olmasına yol açar.
Sık sık iş değiştiren Y Kuşağı’nın çocuk bakım usulü de önceki kuşaklarla farklılıklar gösterir. Çocuk bakımında daha çok teknolojik cihazlardan faydalanırlar ve aile dışındaki bireylerden destek alırlar. Durum böyle olunca Alfa Kuşağı’nın da karakteristik özellikleri çok farklı bir hal alır.
5- Z Kuşağı (1997-2010)
Ebeveyni X Kuşağı olan Z Kuşağı, teknoloji çağının kuşağıdır. Bu nedenle hem teknoloji hem de internet kuşağı demek de mümkün. Hırslı, kendine güvenen ve istediği şeyi elde etmeye kararlı bir kuşaktır. Ayrıca Z Kuşağı hakkını arayan, düşünce özgürlüğüne inanan biraz daha esnek özelliğe sahiptir.
Z Kuşağı, teknolojinin doğurduğu nesil olduğundan teknolojik aletler adeta bu kuşağın bir organı gibidir. Bu kuşak sokakta oyun yerine evde tablet ya da telefonu tercih eder. Aynı durum Alfa Kuşağı’nda daha ileri boyutlardadır.
Z Kuşağı, Y Kuşağı gibi eğitimli bir kuşaktır. Bu yüzden, Z Kuşağı iletişim, bilişim ve sosyal medya gibi alanlarda daha aktiftir. Ayrıca, Z Kuşağı hızlı tüketen bir nesildir. Bu kuşak teknolojinin de gelişmesi ile birlikte bilgiye hemen ulaşmayı amaçlar. Daha kararlı, daha bilgili ve ne istediğini bilen bir kuşaktır. Kısmen risk almayı seven Z Kuşağı, kendi ayakları üzerinde duran ve kendi işini kurmak isteyen bir nesildir.
6- Alfa Kuşağı (2010-2025)
Henüz rengini oluşturma aşamasında olan 2010-2025 arası doğumlu Alfa Kuşağı’nı Vikipedi şöyle tanımlıyor:
“Alfa Kuşağı (İngilizce: Generation Alpha), Z Kuşağı’ndan sonra, Beta Kuşağı’ndan ise önce gelir. 2010’lu yılların ilk yıllarından itibaren doğanlar Alfa Kuşağı olarak adlandırılmaktadır. Alfa Kuşağı, bütün mensupları üçüncü milenyumda ve 21’inci yüzyılda doğmuş tek kuşak grubudur. Alfa kuşağının üyeleri, genel itibarıyla Y Kuşağı mensuplarının çocuklarıdır. Genelde oyuncaklar veya geleneksel medya araçlarından ziyade güncel teknolojik aletler ile vakit geçiren ve içine kapanık bireyler olarak bilinirler.” (4)
Alfa Kuşağı ekrana daha fazla maruz kalan bir nesildir. Bu nedenle dikkat süreleri daha kısa ama dijital okuryazarlık becerileri daha gelişkindir. Ancak bireyle ve toplumla temasları daha az olduğundan sosyal ilişkileri ve de becerileri zayıftır.
Adını Latin alfabesinden alan X,Y,Z Kuşaklarının aksine Alfa Kuşağı ismini, dijitalleşmeyle birlikte belki de yeni bir dönemin başlangıcını sembolize etmek adına Yunan alfabesinin ilk harfinden (α) almıştır. Bu nedenle Alfa Kuşağı ve devamında Gelecek Beta, Gama ve Delta Kuşakları için tanımlama yaparken durum farklılaşıyor. Çünkü Alfa Kuşağı için tek tipleşen dünyada fiziksel sınırlar yok artık. Nerede olurlarsa olsunlar aynı filmi izleyip, aynı müziği dinleyip, aynı dünya gündemini takip edebiliyorlar. Artık tek kutuplu bir dünya var onlar için ve bu yüzden, bu yönüyle gelecekte dünyayı şekillendirecek olan kuşağın da Alfa Kuşağı olacağı tahmin ediliyor.
Başlangıç çalışmaları İbni Haldun (Ö:1406), A. Comte (Ö:1857) ve K. Manheim’e (Ö:1947) kadar götürülebilecek olan, ancak 1990’lı yıllarda W. Strauss (Ö:2007) ve N. Howe (D:1951) ile kapsamlı teorik temelleri atılan kuşaklarla ilgili söylenebilecek daha çok şey var, lakin konumuz bu değil şimdilik. Bu yazıda içinde bulunduğumuz hale odaklanarak yaş ve tecrübe itibarıyla bugün kilit bir rolde bulunan X Kuşağı üzerinde duracak; daha özelde ise Kayıp Kuşak’a vurgu yapacağız.
Kilit Rol X Kuşağında
Malum ülkemizde 1997’de muhafazakâr kesim üzerinden adeta bir silindir gibi geçen 28 Şubat post-modern darbesiyle birlikte toplumda büyük bir kırılma yaşandı. En çok da genç kuşaklar etkilendi bu darbeden. Yaklaşık 20 yıl sonra ise 15 Temmuz darbesi yaşandı. Darbelerden çok çekmiş bu topraklarda bir kez daha dört bir yana savruldu insanlar. Düşler, idealler, beklentiler… berhava oldu adeta.
Böylesi karamsar bir atmosferde bundan tam çeyrek asır önce (2000’li yılların başında) kendi kuşağıma mektuplar yazma fikri doğdu.
Neden mi mektup?
“…Çünkü mektubu da kaybetmek üzereyiz ondan. Cep mesajları, e-mailler maalesef o esrik tadı da elimizden aldı. Bu nedenle kaybettiğim kuşağa mektuplar yazmaya karar verdim. Mektup yazacağım ama elimde herhangi bir adres yok. Mektup yazacağım bir isim de yok. Ancak kaybolan bir kuşak var gözlerimin göremediği…
İşte ben, ilk gençlik hevesimi paylaştığım ve aslında hâlen de paylaşmaya devam ettiğim o kayıp kuşağa mektuplar yollamaya karar verdim. Adressiz mektuplarım sahibine belki ulaşır, belki ulaşmaz… Zarfın kapağı belki açılır, belki açılmaz…
Acı tatlı bir dönemi mektuplarla tarihin boşluğuna bırakmaktır benimkisi. İçimdeki içi dolu şişeyi denizin kumsalına atmak gibi bir şey. Belki açılır, belki açılmaz o şişenin kapağı.”
Böyle ifade etmiştim Kayıp Kuşak’a gönderdiğim ilk mektupta gerekçemi.
Böylece aylık bir dergide 2005-2007 yılları arasında Kayıp Kuşak olarak adlandırdığım X Kuşağı’na mektuplar yazdım. Daha sonraki yıllarda ise (2008) bu mektuplar bir kitap bütünlüğü içerisinde Kayıp Kuşağa Mektup ismiyle yayımlanarak okuyucuya sunuldu. (5)
Aradan geçen yaklaşık 20 yıl sonra bu yazıyı yazma düşüncesi hâsıl olduğunda geriye dönüp baktım: Ne bu kuşak o kuşaktı ne de ben o eski ben idim. Evet, çok şey değişmişti. Aslına bakarsanız hiçbir şey değişmemişti. Çünkü değişen; sahneden gidenlerin yerine yenilerinin peyderpey geldiği; değişmeyen ise tarihin tekerrür halini esas alan aynı şeylerin yinelendiği hususuydu. Bu arada üç yeni kuşak da belirginleşmişti. Y Kuşağı, Z Kuşağı ve Alfa Kuşağı… Beta, Gama ve Delta Kuşakları ise bu yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla henüz ufukta gözükmüyordu.
Her şeye rağmen yukarıda kısa da olsa değindiğim altı kuşak içerisinde geçmişte toplumun değişim ve dönüşümüne katkı sağlayan ve hâlihazırda da kilit rolde olan kuşak hiç şüphesiz X Kuşağı’dır. Dünya genelinde X Kuşağı olarak adlandırılan bu kuşak -Türkiye koşullarında kendi dönemi içerisinde “Kayıp Kuşak”- deyim yerindeyse; “…bir dönem var olan ezberleri ve kabul gören teamülleri bozarak yere çakılmış vaziyetteki uçurtmanın yeniden yükselmesi için zor olanı tercih etti ve rüzgâra doğru koşmaya başladı. Bir nebzecik de olsa uçurtmayı havalandırdı. Ancak şiddetli fırtına ve kasırgalara karşı yeterli mukavemete sahip olamadığından uçurtma istenen düzeyde terfi olmadı ve hevesleri kursaklarında kaldı adeta” şeklinde bahsettiğim böylesi zor bir görevi üstlendi.
Yine o dönemin hal-i pür melalini ifade ettiğim son mektupların birinde; “Yeni Türkiye tesadüflerin eseri olarak kurulmuyor. Hayatta olup bitenler de kendiliğinden normalleşme sinyalleri vermedi. Bütün bu değişim, ne sadece meydanlarda sallanan renkli bayraklara atılan nutukların ne de sandıklara atılan oy pusulalarının eseri. Bir defa toplumun nabzını doğru ölçmek gerekiyor. Nice dava eri O’nun buyruğu önünde diz kırıp bütün ömrünü mücadeleye adadı. İnsan yetiştirdi. ‘Birey iyileşmeden toplum rahatlamaz’ düsturundan hareketle Anadolu’nun ücra köşelerinde toprağa tohum saçtı. Mahsulü kendisinin alıp/almaması önemli değil. Belki kendisi kayboldu, şimdilerde adı sanı anılmıyor ama bir defa o tohum kök saldı ve meyveye durmaya başladı” şeklinde özetlemeye çalıştığım o Kayıp Kuşak’tan bahsediyorum yani.
Nerede mi kayboldu?
“Yurt içinde, yurt dışında… Yeryüzünde, yeraltında… Köyde, şehirde, metropolde… Caddede, sokakta, evde… Ticarette, bürokraside, camide, kahvede… Sinemada, tiyatroda, gazetede, dergide, radyoda, TV’de, internette, cep mesajında… Benim/senin görebildiği, göremediği her yerde. Ama sonuçta: HİÇBİR YERDE… Evet… Her yerde ama hiçbir yerde.”
O zamanlar ‘hiçbir yerde’ dediğim kuşak aslında bir virüs gibi toplumun kılcal damarlarına çoktan girmişti. Tohum bir kere toprağa saçılmıştı. Bundan sonrası rahmetli Necip Fazıl’ın mısralarındaydı:
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”
Türkiye Teorisinden Dünya Teorisine Yeni Bir Siyasetname Mümkün mü?
Yaşanan süreç içerisinde toprak utandırmadı. Kendi iklim koşullarının sağlandığı ortamlarda filizlenen bu kayıp tohumlar büyüdü, serpildi, meyveye durdu. Şimdilerde ise hayatın tam orta yerinde duran bahse konu bu kuşak hem yaş hem de tecrübe itibarıyla hâlâ kilit bir rolde. Bu, geçmişin tekrarı için değil, bilakis dünyanın gidişatını geçmişten devralarak geleceğe taşıma adına atacağı yeni adımlardaki öngörüden ve tecrübeden kaynaklanıyor. Çünkü sürekli değişim hali yaşayan dünya ve içinde bulunduğumuz toplum yeni bir yol ayrımında duruyor. İşin doğrusu bu süreçte siyaset üzerinden çarçur edilen sermaye de tükenme emareleri gösteriyor. O nedenle zaman ve zemin, geçmiş tecrübelerle birlikte yeni yol haritasını da sahneye taşıma mecburiyetini beraberinde getiriyor. Geçmiş dönemi fedakâr gayretleriyle bugüne taşıyan ruhun yeniden canlanıp cana can katması, gidişata omuz vermesi önemli. Zamanın ruhu bunu hatırlatıyor.
Amatör ligden profesyonel lige taşınan bu yürüyüş elbette özünü kaybetmeden yoluna devam edecektir. İdeolojik kamplaşma ve saplantılara, gereksiz tartışmalara takılmadan kendi teorisini de üretecektir. Buna siz “Türkiye Teorisi” de diyebilirsiniz, “Dünya Teorisi” de… Veya yeni bir ‘Siyasetname’ de demek mümkün. Nihayetinde o koca koca ağaçlar küçücük bir çekirdekten neşet etmiyorlar mı? İşte bu ‘teoriler’ ve ‘siyasetnameler’ o koca çınarın tohumu olacaktır.
Nitekim küçük bir parantez açarak şu sıra yukarıda bahse konu siyaset üstü bir teori çalışması içerisinde olan bu kuşağın müntesiplerinden Ömer Altaş’ı hatırlatmakta fayda var. Kendi mecrasında kıymetli bir çalışma yürütüyor Altaş. Geleceğin “Siyasetname”si olmaya aday bir teori üzerinde çalışıyor: “Türkiye Teorisi”…(6) (Hâlihazırda kişisel blogunda bir kısmı yer alan “Türkiye Teorisi” yazılarının tamamının kitap bütünlüğünde basılması faydalı olacaktır hiç şüphesiz.)
Kim bilir belki günün birinde birileri de “Dünya Teorisi”ni yazar. (Bir dost meclisinde “Dünya Teorisi”ni kimlerin yazabileceği üzerinde akıl yürütülürken oradakilerden biri heyecanla İbrahim Kalın ismini zikretti. Olur mu, olur!)
İşte bunların hepsi birer Siyasetname…
Netice
Yılmak yok, yıkılmak asla!… Çünkü umutsuzluk zayıflara has bir meziyettir. Hiç şüphesiz gelecek ümitvar olanların eli, emeği ve göz nuruyla tesis edilecektir.
Bakmayın siz ne o ideolojilerin üzerine mikserlerle beton dökme telaşında olanlara ne de fildişi kulelerinde hamasi nutuklar çekenlere!… Herkes ve her kesim eteklerindeki taşları dökecektir elbette.
Ama bilinmelidir ki İslam bu toprakların mayasında hep vardı ve ilelebet de var olacaktır. İdeolojiler ise geçicidir, dönemseldir. O nedenle miadını dolduranlar usulce kenara çekilirler. Bu durum mukadderattandır.
Şimdi sıra iskeleti oluşup kabası tamamlanan binanın ince işlerini bitirmekte ve tefrişatını gerçekleştirmekte!…
Kaynakça
1- TDK Sözlük. https://sozluk.gov.tr
2- Zihni Merey (Ed.), Kuşaklar ve Değişim, Nobel Yayınları, 2024.
3- Harun Ceylan (Ed.), Kuşaklar Arası İlişkiler, Nobel Yayınları, 2022.
4- Wikipedia, Alfa Kuşağı. https://tr.wikipedia.org/wiki/Alfa_Ku%C5%9Fa%C4%9F%C4%B1
5- Yusuf Tosun, Kayıp Kuşağa Mektup, Çıra Yayınları, 2008.
6- Ömer Altaş, “Türkiye Teorisi”, https://omeraltas.com/2023/08/19/turkiye-teorisi/
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.