1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Kur'an Perspektifinden Çözüm süreci
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Kur'an Perspektifinden Çözüm süreci

A+A-

27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’ın çağrısı, 12 Mayıs’ta PKK’nin silahları bırakacağı kararı ardından 11 Temmuz’da da silahların yakılması ile Türkiye, yeni bir döneme girdi. Naman Bakaç indyturk adına kısaca beş maddede bu gelişmeyi nasıl karşıladığımı sordu. 2013’teki “çözüm süreci”ni desteklediğim gibi şimdikini de can-u gönülden destekliyor, çok hayırlı bir adım atıldığını düşünüyor, yol kazasına veya bir kumpasa maruz kalmamasını diliyorum.

Bakaç’a kısaca şunları yazdım:

1.) Hem sevindim hem hüzünlendim.

2.) Sevindim, inşallah artık silahlar susacak.

3.) Hüzünlendim, yaklaşık 70 bin –kimileri bu sayıyı 60 bin veya daha fazla veriyor- insan hayatını kaybetti, onbinlercesi hapse girdi, iki trilyon dolar harcandı.

4.) Peki, günün sonunda ne oldu? Kürd’e Kürt denecek, Kürtçe üzerindeki kamusal baskı sona erecek.

5.) Kemalist paradigma da, silahlı Kürt hareketi de yanlıştı. Eğer iki taraf da İslami paradigmaya dönmeyecek olurlarsa, tarih tekrar ve tekerrürden ibaret kendi mecrasında akmaya devam edecek.

Haliyle 5. Maddede iddia ettiklerimi açıklığa kavuşturmam lazım. Yanlış olduklarını söylediğim Kemalsit ve silahlı Kürt hareketi (PKK)’ya karşı, soruna hakkaniyete uygun çözüm getirecek olan “İslami paradigma” nedir? Bu paradigmayı inşa ederken İslami olan referanslar nelerdir? İki değişmez yol gösterici Kur’an ve Resulüllah (s.a.)’ın tatbikatı (Sünnet ve Siret) bize ne diyor? İndytürk.com geniş açıklama yapma imkanı yoktu ama bu soruların cevaplarını vermek lazım.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da Kur’an-ı Kerim, bize apaçık yol gösteriyor. Şu ayete dikkatle bakalım:

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten âyetler vardır.” (30/Rum, 22)

Rum suresinin 22. ayeti insan ırkları, kavim ve etnik grupları arasındaki farklılıkların gökler ve yer gibi Allah’ın varlığına birer işaret ve delil (ayet) olduğunu belirtmektedir:

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten âyetler vardır.” Türümüzün her tarafına yayıldığı yeryüzü rengârenk bir bahçe gibidir, içinde envai türlü renk, dil ve başka beşeri farklar bulunmaktadır. Nasıl göklerde ve yeryüzünde envai türlü canlı yaratılmışsa ve bunlardan insanlar, hayvanlar ve bitkiler toprak üzerinde yaşıyorsa (42/Şura, 29), farklı renk ve dillere sahip insan türü de maddi cevheri itibariyle topraktan yaratılmış ve toprak üzerinde yaşamaktadır.

İnsanları diğer hemcinslerinden ayırmaya ve bu sayede birbirlerini “tearuf üzere” (49/Hucurat, 13) tanıma ve anlamaya yarayan diller ve renkler Allah’ın birer ayeti, O’na tanıklık eden belgeleri, işaretleridir. Dolayısıyla aralarında ayrımcılığa mesnet teşkil edecek herhangi bir fark söz konusu değildir. Renk ve dil farkı sadece tanımaya matuftur ve bir hikmet üzere yüce Allah insan topluluklarını bu hal üzere yaratmıştır.

Her bir dil veya renk grubunun kendine özgü özellikleri, isimleri ve eğilimleri vardır. Ancak bunların tümü maddi cevherler olup birinin diğerinin üzerinde üstünlük, tahakküm veya hegemonya kurmasına meşru gerekçe teşkil edemez. Tıpkı Veda Hutbesi’nde Efendimizin buyurduğu gibi “Ne beyazın siyaha, ne siyahın beyaza; ne Arap’ın Arap olmayana, ne Arap olmayanın Arap’a üstünlüğü yoktur. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır.” (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, V, 411.)

Hz. Peygamber (s.av.), annesinin deri renginin siyah olmasından dolayı, bir başka Müslümanı ayıplayan bir sahabeye şöyle demiştir: “Sende hala cahiliyeden kalıntılar var.” (Buhari, İman, 23.) Her bir renk ve dil grubunun, dolayısıyla tabii hallerde oluşmuş kavim ve toplulukların hakları birbirine eşittir, birine az diğerine daha çok hak dağıtılmaz. “Mizan”ın sahibi Tabatabai, bir dilin alt kolları yani lehçelerinin de “Allah’ın birer ayeti” olduğunu söyler. Binaenaleyh herkesin, her kavim mensubunun kendi dilini özgürce konuşma, her alanda kullanma hakkı vardır. Bu ayette dil ve renk farkının vurgulanmasından şu üç önemli sonucu çıkarıyoruz:

a) Birbirinden farklı olan dil ve renk grupları Allah’ın yaratmasıdır;

b) Hepsinin ontolojik kökeni topraktır;

c) Hepsi Yüce Allah’ın irade ve kudretine, azamet ve hikmetine birer delil ve işarettirler; O’nun hikmetine, kudret ve azametine kanıt teşkil etmektedirler. Göklerin ve yerin yaratılması ne ise insanların aralarındaki farklılıklarla yaratılması da öyledir. (35/Fatır, 27-28.)

İnsanlar arasında gözlemlenebilen fark renk ve dillerde hemen anlaşılabilir. Daha yakından aynı dil veya renk grubunun içinde, hatta aynı ailenin kardeş bireyleri arasında dahi önemli farklılıklar vardır. Göz renginden saça, yüz çizgilerinden boylarına ve ses tonuna kadar. Bunlar da yüce Allah’ın kudret ve azametine birer işarettirler, yaratılışta derin hikmet vardır.

Bu hikmeti anlayabilecek, renk ve dil farkına dayanıp ırkçılık, şovenizm ve milliyetçiliklere/ulusalcı ideoloji ve siyasetlere kapılıp çatışmalara sebebiyet verecek insanlara bütün bu farklılıkların Allah’ın dilemesi olduğunu izah edecek olan âlimlerdir. Âlimler, varlık âlemi ve insan üzerinde vahyin ışığında ve hikmetle araştırma yapıp bilen kimselere denir. “Âlem” üzerinde araştırma ve tefekkür sonucunda elde edilen “ilim” insanı ayetin işaret ettiği “âlim” mevkiine çıkartır. Bu özellikleriyle “Âlimler peygamberlerin varisleridir.” (Buhari, İlim, 11; İbn-i Mace, Mukaddime, 17 ; Tirmizi, İlim, 19.)

Ancak biz belli bir zümre ve özel eğitimden geçmiş “bilginler” ifade eden kavramsal anlamın dışında bu temel gerçeğin, yani dil ve renk farkının Allah’ın varlığına ve yaratılıştaki hikmetine delil olduğundan bilincinde olanlar ve bu hakikati “bilenler” manasında düşünebiliriz. Hal böyle olunca siyasiler ve başka fikir adamları, dil ve renk farkını çatışma, ayrımcılık, inkâr ve asimilasyona sebep saymaz, aksine yaratıştaki güzelliğin, çeşitliliğin, hikmet ve kudretin tezahürü, zenginliği görür; sosyo-politik sistemi buna uygun tasarlar ve düzenler.

Tek kimlik üzerine inşa edilen modern ulus (milli) devletlerde, bir takım kavimlerin farklı etnik özelliklerinden dolayı ayrıma tabi tutulması ve bununla ilgili ana dillerini kullanmaktan engellenmeleri Kur’an’ın Müslümanların zihin dünyalarından ne kadar uzağa düştüğünü göstermektedir. Hâlbuki her toplumsal grubun kendini –başkalarına üstünlük ve imtiyaz sebebi saymadığı müddetçe-kendi kavmiyle bilinmesi ve hangi kelime ve kavram zenginliğinde olursa olsun, ana dilini serbestçe ve her alanda kullanması temel İslami haklar arasında yer almaktadır (Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, V, 367-368.).

Peki, madem Kur’an bize, meselenin hallinin bu kadar kolay olduğunu söylüyor, bize ne oldu ki 45 senedir, düşük yoğunluklu bir savaş veya çatışma yaşadık, bunca insanın kanı döküldü, bunca kaynak heba oldu?

Günün sonunda Kürd’e Kürt demeyi, Kürtçe üzerindeki kamusal baskıyı kaldırmayı kabul ettik. Dış mihrak, dış güçler vs. denmesin, bunların hepsi geçerli mazeret değil, bir yerde bir sorun iç aktörler tarafından çözülmeyip akut hale gelirse “dış güçler” harekete geçer, kendi çıkarları için kullanır. Sorunu öncelikle dışarıda değil, içeride, iç bünyemizde aramamız lazım.

Önceki ve Sonraki Yazılar