1. YAZARLAR

  2. Mustafa Çağrıcı

  3. İyiliğin yanında, kötülüğün karşısında olma ilkesi
Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

İyiliğin yanında, kötülüğün karşısında olma ilkesi

A+A-

İslâm toplumlarında ahlâkî sorumluluk şuurunun meydana gelmesini sağlamayı amaçlayan Kur’ân-ı Kerîm’in iyiliğin yanında, kötülüğün karşısında olma (emr bi’l-ma‘rûf, nehy ani’l-münker) ilkesi İslâm’ın temel dinamiğidir. Aslında teorik olarak en mütevazı sivil toplum örgütünden Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlere kadar birçok ulusal ve uluslararası oluşumlar da sonuçta Kur’an’ın bu evrensel ilkesini gerçekleştirmek maksadıyla oluşturulmuş iyilik, barış ve güvenlik amaçlı çağdaş yapılardır.

Birçok şey gibi kötülüklerin de küreselleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada iyiliğin yanında, kötülüğün karşısında olma ilkesinin yahut Kur’an kavramıyla ma‘rûf (iyilik) düzeninin çökmesi, münker (kötülük) araçlarının alabildiğine geliştiği zamanımızda ahlâkî değerlerin zayıflamasına yol açmakta; bu da –İsrail soykırımında olduğu gibi- vahşete kadar varan kötülükler üretmektedir.

Gazzâlî, “dinde kutb-i a‘zam” (en büyük eksen/ilke) diye nitelendirdiği iyiliğin yanında, kötülüğün karşısında olma ilkesinin gerçekleşmesi için Allah’ın peygamberler gönderdiğini belirtmiş; bu ilkenin ihmal edilmesi halinde peygamberlik müessesesinin de anlamını kaybedeceğini, toplumda (şimdi dünyada) fesat ve anarşinin yayılacağını, ülkelerin harap olacağını ta o zaman yazmıştır (İḥyâ, Kahire 1382, II, 306). Aynı görüşleri İbn Teymiyye de tekrar etmiştir (el-İstiḳâme, Medine 1403, II, 199, 211).

***

İyiliği hâkim kılma ve kötülüğü önleme ilkesinin Müslüman toplum üzerine farz-ı kifâye olduğunda klasik ulema arasında görüş birliği vardır. Bu toplumsal görevin, günümüz demokrasilerinde halkın temsilcilerinin oluşturduğu parlamentolar tarafından düzenlendiğini, parlamentoların çıkardığı yasaların devlet teşkilatı aracılığıyla hükümetler ve onlara bağlı organlarca icra edildiğini söylemek mümkündür. (Kanaatimce bazı toplumlarda bu sistemin sağlıklı işletilememesi, demokrasiden değil, o toplumların kültürlerinden kaynaklanmaktadır.)

Bu suretle çağımızda Kur’an’ın hedefi olan maʿrûf (iyilik) düzeninin bir devlet organizasyonunda daha kurallı, Kur’an’ın talep ettiği ahlâkî ilkelere daha uygun ve insan haklarını gerçekleşmeye daha elverişli bir sistemle uygulanma imkânı bulduğu düşünülebilir. Devletin yanında, bireyler de doğruluk ve dürüstlük, adalet ve hakkaniyet gibi ilkeler çerçevesinde devletin her alanında maʿrûf düzeninin yaşatılması ve geliştirilmesi yönündeki çabalarına katkıda bulunma sorumluluğu taşımaktadırlar.

Böylece Kur’an’ın iyiliğin yanında, kötülüğün karşısında olma ilkesinin uygulanması, çağımız demokrasilerinde biri devletin sorumluluğunda resmî, diğeri sivil toplumlar sorumluluğunda sivil düzeyde olmak üzere iki şekilde gelişmiştir.

***

Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, engelliler, kimsesizler, çalışanlar, yoksullar ile dezavantajlı durumda olan başka kesimlerin hakları, Kur’ân-ı Kerîm’den başlamak üzere bütün İslâmî kaynaklarda İslâm’ın kurulmasını ve yaşatılmasını gerekli gördüğü maʿrûf düzeninin vazgeçilmez gereğidir. Keza çevre, canlı ve cansız tabiat, halk sağlığı ve “kul hakları” (hukūku’l-ibâd) yahut insan hakları (İslâmî terimlerle hukūku’l-nâs, hukūku’l-âdemiyyîn, hukūku’l-insân), ilim ve kültür, adalet, hürriyet, genel güvenlik, toplumsal barış gibi değerler ve idealler de aynı maʿrûf düzeninin vazgeçilmez şartlarındandır.

İslâmî literatürde ‘mesâlih’ denilen tüm bu genel ve küllî iyilik ve yararlara temel oluşturan ve İslâm’ı bu yönde anlamamızı gerekli kılan yüzlerce ayet, hadis ve kültürel miras var. Bundan dolayı Kur’an, Müslüman ümmeti “en hayırlı ümmet” diye nitelemiş (Âl-i İmrân 3/110); Hz. Peygamber, risâletin nihai amacının “ahlâkî erdemleri (mekârimu’l-ahlâk) tamamlamak” olduğunu belirtirken bu genel yararları (mesâlih) kastetmiştir. Bunlara yönelik her türlü zararlı ve yıkıcı girişimlerin etkisiz kılınması ve genel olarak Kur’an’ın fitne ve fesat saydığı kötülüklerin önlenmesi, İslâmî kaynakların temel hedeflerindendir.

Çağımızda bütün bu hedeflere ulaşmak maksadıyla kurulan dernek, vakıf vb. teşkilâtların, sivil toplum yapılarının belirtilen İslâmî ölçülere uygun çalışmalarının da toplum için farz-ı kifâye sayılmış olan maʿrûf düzenini hâkim kılma ve geliştirme faaliyetleri içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu tür faaliyetlerin kurum planında arttırılarak sürdürülmesi hem İslâm’ın ruhuna hem de modern hayatın gerçeklerine uygun görünmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar