İslamcılık niçin hedefte?
Doktorlar, insanın ateşinin yükselmesinin aslında sağlık işareti olduğunu söylerler. Dediklerine göre dışarıdan sızan mikroplara karşı vücudun bağışıklık sistemi savunmaya geçtiği için ateş yükselir. Bu sırada dışarıdan ilaç desteğiyle mikropları yenilgiye uğratmak ve ateşi bir an önce düşürmek gerekir. Çünkü vücudun ateşinin yükselmesi sağlık işaretidir ama makul bir düzeye indirilmezse kalıcı hasarlara, en hafifinden menenjite sebep olur demeyi de ihmal etmezler. İlaç, bu tehlikenin ortadan kaldırılmasını sağlayan destek kuvvettir.
Ben İslamcılığı, Müslüman ümmetinin bağışıklık sisteminin öz savunma gücü olarak bir anlamda ümmet vücudunun ateşinin yükselmesine benzetirim. Dışarıdan düşünsel ya da ameli herhangi bir mikrobik sızmaya karşı tarihin her döneminde bu sistem ortaya çıkarak savunma işlevini görmüştür nitekim. İslam dini ilk ortaya çıktığı günden beri saldırılara maruz kaldığı ve bu saldırılara karşı çeşitli savunma mekanizmaları oluşturduğu için de ilk günden beri bir İslamcılık akımının şu veya bu şekilde var olduğunu söyleyebiliriz. Mekke döneminde ilk Müslümanların Ka'be'de ibadet etmek için Kureyş'in şirk esaslı müesses nizamını zorlamaları, sonra Medine'ye hicret etmeleri, sonra Bedir, Uhud ve Hendek savaşları, Hudeybiye hareketi birer erken dönem İslamcılık çıkışları olarak nitelendirilebilir. Müslümanlık ile onun savunma mekanizması İslamcılık ilk günden itibaren ayrılmaz ikili olarak sahnedeki yerlerini almışlardır.
Tıpkı vücudun savunma mekanizmasının ilaçla desteklenmesi gerektiği gibi ümmetin savunma mekanizması İslamcılığın da çeşitli ilimlerle, ahlak prensipleriyle, adaletle, hukukla desteklenmesi bir varoluşsal zorunluluktur o yüzden. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Müminlerin hepsi toptan cihada çıkacak değildir. Onların her kesiminden birer grup dinde yeterli bilgi sahibi olmaya çalışmak ve seferden dönen topluluklarını uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar" (Tevbe, 122). Bu ayetten anlıyoruz ki ümmetin vücuduna yönelik mikrobik saldırıya karşı mücadele eden (İslamcı) gruplara ilaç desteği sağlamak için her zaman ümmetin bir kesiminin ilimle uğraşması ve mücahitlere ahlaki prensipleri ve adaleti hatırlatması bir zorunluluktur. Nitekim İslam'ın ilk günlerinden itibaren bu mekanizma bu şekilde işleye gelmiştir.
Kuruluş aşamasındaki fiili müşrik saldırılarını Kur'an'ın ve Hz. Peygamberin (s.a.v) akidevî, ilmî, ahlakî direktiflerinin yanında, yukarıda işaret ettiğimiz savaş ve direnişlerle savdıktan sonra, oturmuş İslam ümmetine yönelik düşünsel saldırılar dönemi başladı. Ümmetin kemiyet olarak büyümesi, birçok toplumun İslam dinini benimsemesi beraberinde eski dinlerin kalıntılarının, tortularının topluma sızmasına neden oldu. Bu tortuların, kalıntıların özellikle akideye taalluk edenleri büyük tehlike oluşturuyordu. İslam inanç sistemi ağır bir tehdit altına girmişti. Bu yüzden İslam ümmetinin bünyesinde ilmi bir savunma hareketi başladı. Kelam mezheplerinin oluşması bu sürecin bir gereğiydi. Hatta Eş'arî mezhebinin kurucusu büyük kelam alimi Ebu'l Hasan el-Eş'arî'nin bir eserinin adı "Makalatu'l İslamiyyin", bu günkü Arapçayla söyleyecek olursak "İslamcıların görüşleri"dir. Müellifin kastı doğrudan doğruya bugünkü nitelik değilse de işlev aynıdır çünkü, İslam akidesini savunmak, yani İslamcılık. Sistematik ve ilmi ilk İslamcılık kelam ilminin şahsında somutlaşmıştır diyebiliriz bu yüzden.
Düşmanın ilk önce askeri hedeflere saldırması gibi bugün içeriden ve dışarıdan İslamcılığın hedef alınması, yoğun bir saldırıya maruz bırakılması da bu yüzdendir. Amaç, İslam'ı, İslam ümmetini savunmasız bırakmak. Bugünkü manzaraya baktığımız zaman büyük ölçüde başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Tamamen başarılı olmalarına da ramak kalmış. Çünkü İslamcılık müthiş bir baskı altına alınarak sindirilmiş, bu meydanda varlık gösterenler de maalesef ahlak, adalet ve ilim desteğinden yoksun bırakılmıştır. Kendilerine İslamcı diyen birilerinin batı medeniyetinin ırkçılık mikrobunu ilaç diye benimsemeleri başka türlü mümkün olabilir miydi?


