
Ey Hacı, Bize Ne Getirdin?
Kurban, sadece hayvan kesmek veya bağışta bulunmak değildir. Asıl mesele, “En çok sevdiğini feda edebilecek misin?” sorusuyla yüzleşebilmektir. Her insanın bir İsmail’i vardır. Kimisi için bu makam, kimisi için mal, kimisi için nefistir. Gerçek kurban, en
Aşk Yolculuğu
Hac, sıradan bir seyahat değil; Allah’ın davetiyle çıkılan bir aşk yolculuğudur. Yaklaşık 15 yıl önce bulunduğum diyar-ı İstanbul’dan o kutsal aşk merkezine uzandığımda yüreğimin o kadar harlanıp gözyaşlarımın beni tamamen esir alacağını tahmin bile edememiştim. Öyle ki; O’nun özel davetlisi olarak çağrılmanın derin mahcubiyeti ve de ezikliği ile o “aşk merkezi”nin alicenaplığı, tevazusu aynı potada çarpışmış, olağanüstü duygular sarmalamıştı her tarafımı. Sıcağı sıcağına bütün o duygu ve düşünceleri kayda geçirmiş, akabinde ise kitap formatında dostlarıma postalamıştım. (1)
Merhum Dr. Şeriati’nin “yaratılış gösterisi”, “tarih gösterisi”, “birlik gösterisi”, “İslami düzen gösterisi”, “ümmet gösterisi”… olarak ifade ettiği Hac, o andan itibaren sadece bedenin hareketi değil, ruhun secdesi olarak da kazındı hafızama.
Siyah Örtülü Ev
Kâbe; insanlar için Mekke’de kurulan ilk ev… “Beytü’l-Haram” ve “Beytü’ül-Atik” olarak da adlandırılan insanlığın ilk mabedi Beytullah… Ya da “Siyah Örtülü Ev”… Başka bir ifadeyle; maddi olan her şeyin eriyip yok olduğu mana âleminin gönül sofrası… O’nda yok olunan birlemenin merkezi…
Rivayetler Kâbe’nin Hz. Âdem’den sonra ilk defa Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından inşa edildiği yönünde. Tarih boyunca birçok hadiseye şahitlik yapan Kâbe defalarca yıkılmış ve yeniden yapılmıştır. Her yıl milyonlarca Müslüman büyük bir aşk ile Hac vazifesini ifa amacıyla bu kadim merkeze gelir.
Buraya gelenler önce kendilerine bir mekân edinirler. Kimi Hilton, Zemzem Tower, Ecyad, Merve, Şişe, Aziziye, Mesfele… gibi birçok yıldızlı mekân ve otellerde konaklarken, kimi de Beytullah’ın hemen yanı başında açık alanda, köprü altlarında, cadde ve sokaklarda ihramı yorgan, terliği yastık olarak kullanan ama gözlerini göğe diktikleri zaman bir yığın yıldız gören “çok yıldızlı” mekânlara yerleşir. En çok da Endonezya, Malezya, Afrika kökenli Müslümanlar…
Yine de ortak mekânlarda -Arafat’ta, Şeytan taşlamada, tavafta, sayda…- eşitlenir fiziksel koşullar. Her şeye rağmen oynadıkları İbrahim rolünü hayatlarından bir parça haline getiren, çok yıldızlı mekânın oyuncularının olağanüstü performansı kalıcı iz bırakır. En çok da yeri yatak, göğü yorgan yapan o kutlu misafirler…
İlk insan Hz. Âdem yeryüzüne tek başına gönderildiğinde yüce Allah tarafından Mekke’ye gidip Kâbe’yi inşa etmesi ve etrafında tavafta bulunması emredilmişti. O gün bu gündür bu ulvi merkezde aynı usul üzere tavaf devam ediyor. Suyun oluşturduğu haleler gibi dalga dalga insan seli o kadim merkezin etrafında durmadan dönüyor.
Kelebekler gibi beyazlara bürünmüş o âşıklar güruhunu izlerken bir kez daha o yüce öğretiyle bilinçleniyor insan. Öyle ki bu aşk merkezinde en sevgilinin doğduğu evi uzaktan seyrediyor, yaşadığı beldede bulunuyor, ayak basıp çile çektiği o cadde ve sokaklarda yürüyor, Dar’ul Erkam’da onun sohbet halkasına katılıyor, adalet abidesi Hz. Ömer’le selamlaşıyor, Bilal-i Habeşi’nin sesinden ezanı dinleyip rahatlıyor, Musab Bin Umeyr’in bütün işkencelere rağmen o kavi duruşunu içinde hissediyor ve Hz. İbrahim gibi içindeki putları deviriyor insan.
Aynı şekilde Mescid-i Haram’a girerken de her an onunla karşılaşabilir düşüncesiyle yüreğiniz pır pır atar. Bu aşk ile o kutlu cemaatle omuz omuza Allah’ın evi Kâbe’yi seyre dalarak Peygamber’in imamlığında huşu içerisinde namaz kılar ve onun arkadaşlarıyla arkadaş olmanın bahtiyarlığını yaşar gibi olursunuz.
Kutsal Rol: Hz. İbrahim, Hacer ve İsmail’in Temsili
Hac, sadece mal ve beden ile yapılan bir ibadet değil; sembolik bir temsiliyettir de aynı zamanda. Hz. İbrahim’in, Hz. Hacer’in ve Hz. İsmail’in rollerini üstlendiğiniz bir sahnedir. İhram, bu tiyatronun sade ama en anlamlı kostümüdür. Bu oyun, yalnızca oynanmak için değil aynı zamanda yaşanmak için sahnelenir.
Her Müslüman ihrama büründüğünde, iki parçalık kostümünü kuşanır ve sahneye çıkar: Sahne Kâbe’dir, rol ise Hz. İbrahim’inkidir. Yan rollerde ise Hz. Hacer ve Hz. İsmail vardır. Tek rakip ise Şeytan’dır. Çünkü oyunu şaşırması, başarısız olması için şeytan sürekli onun sağından, solundan, arka ve önünden yanaşarak yanıltmaya çalışacaktır. Dosdoğru yolu üzerinde oturacak ve ayağını kaydırmaya çalışacaktır.
Lakin bu performans sadece bir oyundan ibaret olmayıp kişinin kendi hayatından parçalarla oynadığı bir temsildir. Arafat’ta vakfe, Şeytan’ı taşlamak, Safa ile Merve arasında koşmak, tavaf, Müzdelife ve Mina durakları… Her biri sadece fiziksel bir hareket değil, derin sembolik anlamlar taşıyan içsel dönüşüm adımlarıdır da.
Kıyamet Provası: Ölmeden Önce Ölmek
Bir başka açıdan Hac, Müslümanlar için bir kıyamet provasıdır. Ya da bir başka ifadeyle; “…‘ölmeden önce ölmenin’ bir yeryüzü provası…”dır.(2)
Dünyanın dört bir yanından gelen değişik yaş, renk, dil, ırk ve cinsteki insanlar… Her tarafta beyaz örtülerine bürünmüş kafileler… Adeta ölümden sonra diriliş gibi büyük bir fotoğraf oluştururlar bu büyük sahnede. Milyonlarca insan beyaz kefenleri içinde birden ayağa kalkar ve bir koşuşturma başlar. İhrama bürünen o milyonlarca Müslüman Beytullah’ın çevresinde dört dolanır.
Tam bir kıyamet sahnesi!
Böylece her Müslüman’ın kendisiyle hesaplaşması da başlamış olur. Bütün ömrü, bir film şeridi gibi gözlerinin önüne serilir. Yapıp ettiği bütün fiiller detaylı bir şekilde canlanır gözlerinde ve çoğu kere keşkeler gözyaşı eşliğinde dudaklardan dökülmeye başlar.
Bu keşkelerle önce yedi kez dolanırlar O’nun evi etrafında. Af, mağfiret ve bağışlanma dilenip yüce Mevla’dan kendilerine bir fırsat sunulması istenir. Sonra Safa ile Merve arasında yedi yürüyüş, yani say yapılır. Tıpkı Hacer gibi…
Malum Hz. İbrahim eşi Sara’dan çocuğu olmayınca bir cariye olan Hacer ile evlenir. Allah, Hz. İbrahim’i sınamak amacıyla ihtiyarlık yaşında Hacer’den edindiği oğlundan ayrılmasını ister. O da Allah’ın emri üzere yanında Hacer ve oğlu İsmail ile birlikte bulunduğu Filistin bölgesinden Mekke’ye gelir ve o çorak vadiye Hacer ile oğlu İsmail’i bırakıp döner.
Kısa sürede azığı tükenen Hacer, su bulmak niyetiyle Safa ile Merve tepeleri arasında dönüp durur. Bu koşuşturma yedi defa tekrarlanır. Ve Hacer, Merve’ye son gelişinde; oğlu İsmail’in zemzem suyu ile buluştuğunu görür. İşte Safa ile Merve arasında bu bilinçle yedi yürüyüş yapılmasının hikmeti budur. Her hacı adayı bu duygularla İsmail ile birlikte Hacer’in misyonunu üstlenmeye çalışır. Yine bu bilinçle Yüce Mevla’dan bir İsmail, bir Hacer olma dileğinde bulunur. Akabinde Mina’da İbrahim olur, ona yalvarır. Geceyi orada geçirir, Arafat’a çıkar. Güneş’in kavurucu sıcaklığı altında yalvardıkça yalvarır, gözyaşı döker. Tekrar kendisine fırsat sunulmasını ister.
Şimdi ey okuyucu!..
Farz et ki sen bir Hacer’sin… Issız, susuz, kuş uçmaz, kervan geçmez bir vadiye bırakıldın. İbrahim’e sitemin yok. Çünkü o emredileni yaptı ve sen de O’na teslim oldun. İki tepe arasında susuz kaldın. İsmail’in susuz…
Ne yapmalısın?..
Hacer’in, Safa ile Merve arasında oğluna su aramak için koşuşturması, çaresizliğin içindeki iman mücadelesidir. Aynı şekilde bizler de susuzluğumuza su, boşluğumuza anlam ararken Hacer’leşmek zorundayız. Çünkü zemzem, sadece bir su değil; gayretin, sabrın ve teslimiyetin mükâfatıdır.
Bu bilinçle ne kadar çaba sarf ediyorsun?
Bir düşün!..
Senin Kurbanın Ne?
Düşün ki; Arefe akşamı Mina’da bir İbrahim olarak dünyada en çok sevdiğin İsmail’inin kurban istemi rüyasını gördün. Derin duygular, tarif edilemez kederler içine girdin böylece. Geceyi Mina’da ihramlı olarak dua ve ibadetle geçirdin. Yalvarıp yakardın O’na. Ertesi gün rüyandan emin olup Arafat’a çıktın. 80 yıl evlat hasretiyle bekleyen baba rolündesin. Yüce Mevla sana nur topu İsmail’ini vermiştir. Şimdi de o en çok sevdiğin İsmail’ini kurban etmen isteniyor.
Bu duygularla Müzdelife’de taş toplayıp şeytanlara hücum hazırlığı yapıyorsun önce. Azığını alıp teçhizatını kuşanıyorsun. Mermilerini topluyorsun: Tam 70 adet taş…
Artık şeytanını taşlayarak İsmail’ini ona sunma vaktin gelmiştir. İsmail’ini kurbana hazırsın.
Rivayet odur ki; Hz. İbrahim, Kâbe’yi tamamladıktan sonra Cebrail’in rehberliğinde, Peygamberimizin Mina’da konakladığı (Mescid-i Hayf) ve müşrik kabilelerin de İslam’a karşı savaşmak üzere buluştuğu yerde şeytanı taşlamıştır. Yine rivayet odur ki; İsmail, Hz. İbrahim tarafından kurban edilmek üzere götürüldüğünde; anne Hz. Hacer’in haberi yoktur ve İsmail’in babası tarafından kurban edileceğini şeytandan öğrenmiştir. Hz. Hacer, şeytanın vesvesesine karşı “ya Allah emretmişse” akıl yürütmesini yaparak, bu haberin yanlış olduğunu düşünmüş ve imanını bilenerek oracıkta şeytanı üç cemre taşlamıştır.
Bu bilinçle sen de hemen mermilerini namluya sürüp peş peşe ateş ediyorsun şeytana. Kafasını yarıp burnunu yere sürterek içindeki şeytanı öldürmüş oluyorsun böylece. Şimdi sıra İsmail’ini kurban etmende…
İsmail’in dile geliyor:
“Hz. İsmail dedi ki: Ey babacığım sen emredildiğini yap.
Beni teslim olanlardan bulacaksın.” (3)
İşte tam da böyle bir teslimiyet!..
Ciğerpareni tam keserken Allah teslimiyetini sınıyor ve yerine bir koç kesmeni istiyor.
Evet, böylece yüklendiğin İbrahim, Hacer, İsmail üçlü misyonu ile içindeki şeytanları da taşlayarak kurbanını vermiş ve zafer kazanmış oluyorsun. Artık hürsün. Tıraş olup ihramdan çıkabilirsin.
Şimdi ey okuyucu!..
Kurban Bayramı’ndasın ve sembolik olarak kurban kesiyorsun. Kurbanını dahi görmeden bir büyükbaş hayvanın hissesine giriyorsun ve etlerin kıymalık, pirzolalık, kuşbaşı… olarak tasnif edilmiş vaziyette evine geliyor. Ya da bilgisayarın başına geçiyor tek tuşla Afrika’ya, Afganistan’a, Pakistan’a, Gazze’ye… ya da yurt içine kurban bağısında bulunuyorsun.
Bu mu kurbanın?… Bu kadar mı sadece?..
Oysa kurban, sadece hayvan kesmek veya bağışta bulunmak değildir. Asıl mesele, “En çok sevdiğini feda edebilecek misin?” sorusuyla yüzleşebilmektir. Her insanın bir İsmail’i vardır. Kimisi için bu makam, kimisi için mal, kimisi için nefistir. Gerçek kurban, en çok bağlandığını teslim etmekten geçer.
O halde bir düşün; senin İsmail’in kim/ne? Ve onu kurbana hazır mısın?..
Ey Hacı, Bize Ne Getirdin?
İşin doğrusu asıl Hac; fıkhi olarak gerekli ritüelleri yapıp evine döndükten sonra başlıyor. Deyim yerindeyse; hızlandırılmış bir eğitime tabi tutuluyor, yoğun bir temrinde bulunuyor, uluslararası ilahi bir kongre gerçekleştiriyor, kıyamet provasında bulunuyorsunuz bu kısa süre zarfında.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir tablo görmen mümkün değil. Milyonlarca insan aynı vakitte, aynı mekânda, aynı hareketleri yapıyorlar.
Müthiş bir olay ve de kelebek etkisiyle katlanarak dalga dalga yayılan olağanüstü bir sinerji… Ve bu durum yüzyıllardır tekrarlanıyor.
Sonuçta hayatına açılan bu yeni sayfaya özenle kuracağın cümleler asıl haccının kabul (mebrur) olup olmayacağını ortaya koyacaktır. Çünkü dünyaya yeniden doğmuş ve hayata sıfırdan başlıyorsun.
O nedenle her hacı öncelikle şu soruları kendine sormalı;
Şimdi nereye dönüyorsun?..
Ve dönüşte heybende neler var?..
Hangi hediyelerle sevenlerine gidiyorsun?..
Seni gözyaşı içinde uğurlayanlara neler vereceksin dönüşte?..
Takke, tespih, seccade ve oyuncaklarla birlikte enva-i çeşit hediye midir bavuluna doldurdukların!..
Ya da kolilerce hurma, zemzem ve kokular mı?…
Yoksa Pakistanlı büyük şair ve düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle; “O kutlu beldeden Hz. Ebubekir’in sadakati ve cömertliği, Hz. Ömer’in adaleti, Hz. Osman’ın ahlakı, Hz. Ali’nin ilim ve cesareti” midir beraberinde getirdiklerin?
Bir düşün!..
Merhum Dr. Şeriati’nin o içten seslenişiyle;
“Ey hacı! Nereye gidiyorsun şimdi? Hayatına ve dünyana mı dönüyorsun? Geldiğin aynı yola mı giriyorsun hacdan sonra? Asla! Asla!
Bu sembolik gösteride İbrahim’in rolünü oynadın! İyi bir aktör, kişiliği, rolünü oynadığı şahsın karakterinden tamamıyla etkilenen insandır. Eğer bunu iyi becerirse, gösteri bitecek, fakat eseri sürecektir. Oynadıkları rolü sürdüremeyip, unutulup giden pek çok aktör vardır!
İbrahim’in rolünü oynadın, yalnızca oynamış olmak için değil, ibadet etmek ve sevmek için. İbrahim’in rolünü oynadıktan sonra yeniden kendi rolünü oynamaya dönme, İnsanların Evi’ni bırakma. Kendini bir köşeye çekme. İhramını önceki elbiselerinle değiştirme.” (4)
Bir düşün!..
Hediyen hidayet olsun. O kutlu beldenin feyiz ve bereketini, verilmiş sözlerin sadakatini ve yeniden doğmuş olmanın mükâfatını Hac sonrası yeni sayfana özenle işlemen gerekiyor.
Yine de bir düşün ey hacı, bize ne getirdin?…
Kaynakça
1-Yusuf Tosun, Hac Postası, Çıra Yayınları
2-Necmettin Şahinler, Kâbe ile Konuşan Adam, İnsan Yayınları
3-Kur’an-ı Kerim, Sâffât Suresi / 102
4-Ali Şeriati, Hac, Fecr Yayınevi
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.