1. HABERLER

  2. MAKALELER

  3. Düşüncesizleştirilen Nesneler
Düşüncesizleştirilen Nesneler

Düşüncesizleştirilen Nesneler

Aziz İslam’ın, siyasetten ve tarihten dışlanarak, manevi-ahlaki bir zihniyete-mesaja indirgendiği günden bu yana İslam ve Müslümanlar, varoluşun ve tarihin kıyılarında yaşıyor.

A+A-

Atasoy Müftüoğlu - islamianaliz

İnsanlığın en büyük düşmanı Haçlı-Siyonist emperyalizmi, emperyalist dünya; direniş mücadeleleri ve direniş önderleri dışında, İslam dünyası olarak bilinen dünyayı, bu dünyanın politik-kültürel mevcudiyetini asla umursamıyor. Bu alçaltıcı durum, bu dünyanın, İslam dünyasının, İslam dünyası ulus-devletlerinin bağımsız bir siyasal-kültürel kişilikten yoksun olduğunu gösterir. Bağımsız bir siyasal ve kültürel kişilikten yoksun olan toplumlar-halklar-ülkeler, İslami varoluşun hayati meselelerine, tarihsel meselelerine, temel meselelerine nüfuz edemiyor, bu meseleleler doğrultusunda bağımsız bir entelektüel iklim oluşturamıyor. Bağımsız siyasal ve kültürel bir kişiliğe sahip olmayan toplumlar, siyasal-kültürel sömürgeciliğe açık hale geliyor.

Aziz İslam’ın, siyasetten ve tarihten dışlanarak, manevi-ahlaki bir zihniyete-mesaja indirgendiği günden bu yana İslam ve Müslümanlar, varoluşun ve tarihin kıyılarında yaşıyor. İslam toplumlarında, halen yaşamakta bulunduğumuz bütün siyasal kültürel yenilgiler, hamaset maskesiyle örtbas ediliyor. İslam toplumlarında, araçsal rasyonaliteyi seçen, yerli-milli siyaset, bu seçimi yapanların, haysiyetlerini ve kimliklerini inkar etmeleri pahasına gerçekleştirilebiliyor. Bütün ahlaki-insani-vicdani kültürel değerler modernlikle birlikte yok edildiği için, yüz yıla yakın bir zamandır, Filistin davası ve Filistin halkı, yüzlerce kez ihanete maruz kalıyor. Burada, Mikhail Bulgakov'un, "Şeytanın insanlık karşıtı bir modernizm şeklinde dünyaya gireceği "öngörüsünü hatırlamak ve hatırlatmak çok önemlidir.

Günümüzde, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, İslam toplumlarının içerisinde bulunduğu utanç verici siyasal-kültürel gerçekliği asla konuşmuyor, böyle bir şey yokmuş gibi davranmaya devam ediyor. İslam her alanda, kavramsal bir çerçeve içerisinde konuşuluyor. Sahip olduğumuz kavramsal bilgilerin ancak uygulandığında bir anlam taşıyacağı düşünülmüyor. Somut, etkin, pratik bir İslami varoluş için neler yapılabileceği hiç gündeme gelmiyor. İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da kamuoyu mühendisliği aracılığıyla kitleler sistematik bir biçimde manipüle ediliyor. Hamaset ticareti yoluyla kitleler manipüle edildiklerini hiçbir zaman fark etmiyor. Zihinlerin aptallaştırılabildiği, hayatlarımızın nesneleştirilebildiği bir toplumda ve dünyada, gerçeklerden ödün vermeksizin yaşamak her geçen gün çok daha zor hale geliyor. İkiyüzlü politik tercihler ve kişilikler sebebiyle, gerçek politik tercihlerin ve kişiliklerin nasıl olabileceğini bilmiyoruz, öngöremiyoruz. İslam toplumları, günümüzde jeopolitik güç politikalarının acımasızlığı ile korkunç bir tarih'le karşı karşıya bulunuyor. Bilinç özürlü toplumlarda yaşadığımız için, toplumun düşüncesizleştirilen nesnelerden oluştuğunu anlamıyoruz. Düşüncesizleştirilen nesneler, kamusal sorumluluk almadıkları için hiçbir alanda risk almayı, eleştirel bir duruş belirlemeyi asla göze alamıyor. Düşüncesizleştirilen nesnelerden oluşan toplumlarda hayat bütünüyle içeriksizleşiyor, ruhsuzlaşıyor, kısırlaşıyor. Toplumlarımızda, otoriter politik popülist propaganda dili/söylemi ve yoğunluğu, hayatı yaşanılabilir olmaktan çıkarıyor, umuda geçit vermiyor, politik hafriyatçılık hayatın şiirini yok ediyor. Otoriter sağ politik popülizmin hakim olduğu bir toplumda, umutla umutsuzluk arasında, gerçeklikle yüzleşmeden yaşamak, insani yanımızı eksiltiyor, azaltıyor, çürütüyor.

Günümüzde, düşüncesizleştirilen nesnelerden oluşan toplumlarımızda, İslami mücadele risk almayı, bedel ödemeyi gerektirdiği için, kendilerini İslam’a nispet eden topluluklar/cemaatler vb. yollarını değiştirerek, hiçbir risk almayı ve bedel ödemeyi gerektirmeyen oportünist muhafazakarlığı, oportünist dindarlığı ve oportünist siyaseti seçiyor. Bu tür toplumlarda, hemen her gün yaptıkları ilkesiz tercihler sebebiyle, en ufak bir güven duygusuna sahip olmaması gereken politik figürler, düşüncesizleştirilen nesneler nezdinde, ne pahasına olursa olsun itibarlarını koruyabiliyor. Toplumlarımızda, alternatif yeni bir toplumun, değişimin, dönüşüm halinde gerçekleşebilmesi için, kalabalıkların birey'e, bilinçli özne'lere dönüşmesi, dayanışma ve direniş yoluyla bilincin yükseltilmesi gerekir.

Hangi toplumda olursa olsun, propaganda söylemi, kelimeleri/kavramları kirletiyor, kelimeler/kavramlar/ilkeler buharlaşıyor. Propaganda söyleminin hakim olduğu ikiyüzlü toplumlarda, sevgisiz, saygısız, fiziksel yakınlıklar, çıkar yakınlıkları belirleyici oluyor. Toplumun bir kesiminin gerçek fikirlerini açıklamaktan korkar hale gelmesi, ilgili toplumun bir korku toplumu olduğunu gösterir. Muhalif hareketlerin adil söz ve eylem hakkına sahip olmadığı bir toplumda, ahlaki-kültürel-siyasal acil bir durum var demektir. Bir toplumun/halkın klişelere/sloganlara hapsedilmesi, söze/hakikate hayat hakkı tanınmaması kadar büyük bir kötülük olamaz. Klişelere-sloganlara-hamasete hapsedilen bir toplum, kültürel anlamda intihar etmiş bir toplumdur. Sözün, eleştirel bilincin güçsüzleşmesi, ahlaki ıssızlık, hiçliğe giden yolları açar. Propagandaya maruz kalan hayatlar sebebiyle, bugün, İslami umutlarımızı gerçeklerle buluşturamıyoruz. Eyleme dönüşmeyen sözler-tercihler, ciddi bir kişilik-karakter bozukluğu ile karşı karşıya bulunduğunuzu gösterir.

İslam toplumlarında, otoriter politik popülizmler, hayatın/toplumun ruhunu-kalbini ve bütün eleştirel bilinç alanlarını yok ediyor. Politik popülist propaganda söylemi, hayatı, insani ilişkileri anlamsızlaştırırken, aydınları-gazetecileri de trollere-aparatçiklere dönüştürüyor. Otoriter politik popülizmin, kin ve nefretten başka topluma sunabileceği hiçbir şeyi yok. İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, günümüzde, İslami bilince musallat olan, yerellikler, kabilecilikler, mezhepçilikler, basmakalıplıklar, oportünist muhafazakarlığın, dindarlığın ve siyasetin sıradanlaşması, sosyal medyanın aptallaştırıcı etkileri, ahlaki sınırları tanımayan teknolojiler, dijital kölelik, haysiyeti kaybetmek pahasına çıkarları koruma kaygısı vb. gibi hayati sorunlarla yüzleşme ihtiyacı duymuyor. Çıkarlar ve ayrıcalıklar söz konusu olduğunda, oportünist muhafazakarlık ve dindarlık, açıkça materyalist ve hedonist tercihler yapabiliyor. Durdurulması mümkün olmayan derin çürümeyi görmeyen muhafazakarlık ve muhafazakar siyaset, materyalist ve hedonist skandallar, yolsuzluklar ve münkerat konusunda çok derin bir sessizlik/suskunluk sergiliyor. Otoriter politik popülizm, toplumun kalbini kazanmak yerine, korku ve nefret üreterek toplumu dehşete düşürüyor. Düşüncesizleştirilen nesneler toplumunda, kültürel bir koma hali yaşandığı halde, otoriter popülizm bu durumu kayıtsızlıkla, büyük bir pişkinlikle karşılayabiliyor. Hiçbir alanda, hiçbir özgünlük üretemeyen bir toplumda yaşadığımız için, İslam’ı da etkin bir düşünceye-eyleme dönüştüremiyoruz. İslam dünyası toplumları/halkları/aydınları, kronik bir iyimserlik önyargısı içerisinde bulundukları için, tarihsel gerçekliklere nüfuz edemiyor, bu konuda etkili analizler yapamıyor. İslam’ın somut anlamda yeniden başlayabilmesi için, varlıklarıyla özgürleştirici olan, eleştirel evrensel İslami zihinler yetiştirmek gerekiyor. Büyük bir kliniğe dönüşmüş bulunan toplumlarımızda, bugün bu amaca yönelik hiçbir çalışma yok. Siyasal tercihleri ve duruşları olan eleştirel entelektüel kadrolar-topluluklar oluşturma sorumluluğu ile karşı karşıya bulunduğumuzu, aklımızdan ve gönlümüzden çıkarmamalıyız. İslami varoluşun, misyonun, vizyonun, bir bütünlük bilinci ve ahlakı içerisinde dünyaya/insanlığa duyurulması gerekiyor. İslami varoluşun, her alanda bütün taşralılıklardan, kabileciliklerden arınmak suretiyle, evrensellik bilinciyle/ufkuyla/bilgisiyle başlayabileceğini unutmamak gerekir. Zamana yenik düşen yerelliklerle, kabileciliklerle, kendilerini çıkarlarına adayan muhafazakarlıklarla, siyasetlerle, yeni bilinç alanları, evrensel bilinç alanları açılamaz.

Tarihin yanlış yönde, ırkçılık/faşizm/İslam karşıtlığı yönünde ilerlediği bir dönemde, evrensel İslami bilinç, dayanışma, direniş alanları açmanın, tarihsel/hayati bir önem taşıdığını bilmek/anlamak gerekir. İslamın-Müslümanların emperyalist siyaset ve kültür tarafından sistematik bir biçimde patolojikleştirilmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde, hangi gerekçeye dayalı olursa olsun, emperyalist/faşist iradenin dostluğunu kazanmaya çalışmak, hakikat ilkesine, hakikat ülkesine ihanet anlamı taşır. Yerli-milli, kabileci-mezhepçi, hizipçi bir zihin ve ruh dünyası, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde, gerçek anlamda Müslüman olmayı, İslam’ı temsil ve tecrübe etmeyi öğrenemez. Böyle bir zihin ve ruh dünyasının, yeniden İslami başlangıçlar yapabilmesi için, İslami bütünlüğü bütün boyutlarıyla temsil edebilmesi, yerellikleri ve taşralılıkları aşma iradesine sahip olması gerekir. Tüm zamanların ve mekanların evrensel bilincinin edilgenliği, teslimiyetçiliği hiçbir şekilde ve asla mazur gösterilemez.

İç karartıcı bir teslimiyetçilik ve utanç içerisinde bulunan İslam toplumlarının, İslami düşünce/kültür hayatının, hakikatin onuru için, kendi benlikleriyle düşüp kalkan yerel muhafazakar tiranlar tarafından ihanete maruz bırakılan evrensel İslami bilinci, büyük sesler, büyük zihinler yetiştirerek yeniden tarihe kazandırmaları gerekir. Zaman, ıssızlık/sessizlik/suskunluk/kayıtsızlık zamanı değil, bilinç/dayanışma direniş/sorumluluk zamanıdır. Bugün, İslam toplumları siyasal-kültürel acziyetleri, yetersizlikleri ve iradesizlikleriyle yüzleşmek yerine; dini motifler, hamaset uyuşturucuları-menkıbeleri aracılığıyla güçsüzleştiriliyor. Bu güçsüzlük sebebiyle, Türkiye-İsrail ilişkilerinde her zaman reelpolitik belirleyici olabiliyor. Filistin halkı için adil bir gelecek inşa edilmedikçe, Ortadoğu'da hiçbir şekilde bir istikrar sağlamak mümkün olmayacak. Sahip oldukları eleştirel dil ve duruşlarıyla, günümüzün ihtiyaç duyduğu kamusal düşünürler ve aktivistler olmadıkça, oportünist muhafazakar-sağcı kesimler, bugünün gerçekliğiyle yüzleşemeyecek, mağlup umutlar biriktirmeye devam edecekler, Koşulları değiştirmek yerine, koşulların gereğini yerine getirmeye çalışan oportünistleri, oportünist muhafazakarları, koşullar, hesapçı çıkar makinelerine dönüştürüyor. Çıkarların amansız ve acımasız baskısı, muhafazakar-dindar kesimleri, helal-haram ölçütlerine ve sınırlarına yabancılaştırıyor. Ahlaki çekiciliğin yerini, çıkarların çekiciliği alıyor. Günümüzde siyasal tercihler, ilkeler ve değerler merkezinde değil, çıkarlar doğrultusunda şekilleniyor. İlkesizlik ve çıkarcılık, yıkım/hiçlik/alçalış ve düşüşü hızlandıran karanlık bir dönem oluşturuyor, geleceğin tıkanmasına neden oluyor. İlkesizlik ve çıkarcılık, varoluşsal meseleler-sorunlar-yoksunluklarla ilgili endişe verici bir duyarsızlık oluşturuyor. Entelektüel/felsefi/kültürel/estetik derin bir yoksulluk içerisinde bulunan, sağ ya da sol popülizmlere/sloganlara mahkum edilen toplumlarda, umut ettiğiniz hayatları yaşayamıyor, umut ettiğimiz ilişkileri gerçekleştiremiyoruz. Yerli-milli, resmi-tekdüze hayat tarzı, tek boyutlu otoriter siyaset tarzı, Müslümanları evrensel İslami ilgilere/dikkate ve üretkenliğe yabancılaştırıyor. Bugünün oportünist muhafazakarlığı/sağcılığı, fikri-felsefi temelleri olmayan, teorik özgünlüğü, tutarlılığı, üretkenliği olmayan, ucuz propaganda klişelerine dönüşmüştür. Oportünist muhafazakarlık/dindarlık ve siyaset bugün, yalnızca kitle toplumu ve kitle kültürü üretiyor. Ötekileri, muhalifleri hayatın dışında konumlandırmaya çalışmak, kötülüğün gerçekliğine işaret eder. Bir iktidarın ahlaki olup olmadığı, adil olup olmadığı, muhaliflere yönelik olarak uyguladığı yaptırımlara bakarak değerlendirilebilir. Ahlaki değerlendirilmelere, sorgulamalara tabi tutulamayan politik süreçler, uygulamalar faşizan bir zihniyetle karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, iktidarın tek bir kişi ve tek partinin eline geçmesi, her durumda politik tuhaflıklara ve saçmalıklara neden olur. İnsani yanımız çölleştikçe, umutlarımız da çölleşir. Tevazu ve alçakgönüllülüğü öğrenemeyenler bütün bilgeliklerin düşmanıdır. Öteki'ne karşı, muhalife karşı sorumsuzluk, ahlaki sorgulamaları gerektirir.

Günümüzde, Müslüman halklar olarak, kültürel kuraklık sebebiyle, ne yazık ki, tarih üretemiyoruz. Kültürel kuraklık aynı zamanda anlam kuraklıklarına da neden oluyor. Kültürel kuraklık, toplumun referans çerçevelerinin de çözülmesine yol açıyor, parçalanmaları ve belirsizlikleri derinleştiriyor. Kültürel kuraklık, yenilenme ve yeniden inşa yeteneğini de yok ediyor. Kendilerini İslam’a nispet eden toplumlar, bütün bu kuraklıklar, yozlaşmalar sebebiyle, hiçbir şekilde kaderlerini değiştirmek istemiyor. Anlam ve değer kuraklığı sebebiyle bugün, oportünist siyaset, toplumu, muvafık/muhalif, olumlu/olumsuz klişelere hapsederek, İslam medeniyeti mirasına da ihanet ediyor. İslam medeniyeti mirasının varoluşsal şiarının farklı kültürlere, tarzlara, görüşlere, çoğulluklara saygı temelinde şekillendiğini hatırlamak istemiyor. Kültürel kuraklık, içerisinde yaşadığımız toplumda da görülebileceği üzere, toplumsallığın çöküşüne neden oluyor. Politik çıkar/rekabet mülahazalarıyla, İslam medeniyetinin kapsayıcı ilkelerinin, varoluşsal bir referans kaynağı olmaktan çıkarılması, içerisinde yaşadığımız toplumun akıl almaz bir yabancılaşmayla karşı karşıya bulunduğunu gösterir.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.