1. YAZARLAR

  2. Cemile Bayraktar

  3. Bugün ne yazmasak?
Cemile Bayraktar

Cemile Bayraktar

Bugün ne yazmasak?

A+A-

Yaklaşık 15 yıldır köşe yazarıyım, bunun içerisinde bu işi aktif gazetecilik olarak da yaptım, yorumcu olarak da yaptım ve ne yazacağım konusunda konu bulamadığım ya da tedirginlik duyduğum ya da on kez düşünerek yazdığım çok az olmuştur. Bu, o nadirattan biri çünkü ne yazsam’dan çok ne yazmasam üzerine düşünüyorum. Ve bu köşe, benim yazdığım bir köşe olsa da nihayetinde “beni” değil okuyanı ilgilendiren konuları ele almak zorunda. Bu minvalde bu konuda şahsi tecrübemi değil Türkiye’de sırtını iktidara, muhalefete, fonculara dayamayan, hırslarını mesleğinin önünde tutmayan, doğru yerde durmaya çalışan, hesapçı olmayan az sayıdaki köşe yazarı ve entelektüelin de aynı süreci yaşadığını düşündüğüm için ne yazmasam’ı ele almaya çalışacağım.

Elips Haber'de yer alan habere göre, İktidar, malum, çoğu kez dilediği konuda dilediği kişi ve kurumu yargı yoluyla susturuyor. Bu nedenle mesela iktidarı eleştirmek pek akıl karı değil. Dolayısıyla ana muhalefetin, yargı yoluyla susturulmaya çalışmasındaki haksızlıkları dile getirmek pek güvenli değil. Zira sussan gönül razı değil ama konuşsan gözaltı kararı… Allah korusun.

Muhalefetin haksızlığa uğraması nedeniyle, vaktiyle iktidar/AK Parti haksızlığa uğradığında yanında durmak gerektiği ve durulduğu gibi yanında durma gereği doğuyor. Ancak aynı zamanda muhalefetten tavan seviyesinde değil ama taban seviyesindeki iktidar karşıtlığı, çözüm süreci karşıtlığına dönünce ve hatta “ülkede demokrasi yok, ne süreci, DEM Parti bu hukuksuzlukların ortağıdır” açıklamaları gelince… “Kürtler, bu ülkede demokrasiden en az nasiplenen kesim ve ülkenin demokratik tıkanıklıklarının sebebi değil maalesef en büyük hedefi ve bu sorunu çözmek onlara düşmez ve dahası böyle bir tarihi fırsatı kaçırmak, PKK’nın silah bırakmasına taş koymak bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür” şeklindeki gerçekleri göremeyenlerin, demokrasi sadece bizim için anlayışında olduklarını görmek de bir başka çekingenliğe sebep oluyor.

Tabi siyaset ve sosyoloji, iktidar ve muhalefet ve onların kitlelerinden oluşmuyor, bi de kadim aşırı milliyetçilik ve nevzuhur bir seküler ırkçılık var ki, kendilerine her tür asimilasyonu, ırkıyla övünmeyi, kendileri dışındakileri yok saymayı hak görüyor ve belirledikleri tek tip dışında geri kalan kim varsa hain, terörist, bölücü ilan ediyor, çözümü hedef alıyor, sabahtan akşama kadar nefret suçu işliyor, sağı solu tehdit ediyor. Ve kendilerine “Güzel kardeşim, bu ülke hepimizin, hepimize yeter, etmeyin, eylemeyin, ülkeye nifak sokmayın” dediğinizde, “devran döndüğünde hepiniz göreceksiniz” şeklinde konum aldıkları için bunların şerrinden haliyle iktidara doğru yöneliyorsunuz ama bu konuyu da yazamıyorsunuz, eh dedikleri gibi devran bu coğrafyada tez dönüyor ve yarın başına bir şey gelmeyeceğinin garantisi yok; hayra davet etmenin bedeli sana “teröre yardım ve yataklık” olarak döner mi diye endişe de ediliyor. Ülkenin gençleri ölmesin, her gün bir şehide ağlamayalım gibi iyi bir niyetin, kimsenin umurunda olmaması da “bunu da yazmayalım” dedirtiyor.

Diyelim ki yürütülen çözüm sürecine inandığınız için süreci de aktörleri de desteklediniz. Ama onun da garantisi yok, Allah korusun, yarın farklı bir politikaya geçilirse, cümbür cemaat “dün dündür, bugün bugündür” derse size mahkeme yolları, mobbingler görünebilir. Eh bunu da yazmamalı… zaten farkındaysanız yazan da yok.

Yazması en zor olana sıra geliyor; 12 asker şehit oldu. “Altında ihmal mi var, provokasyon mu var, 12 fidana ne oldu?” Diyemiyorsun çünkü emekli asker bir arkadaşımın da ifade ettiği gibi bu meselede sorumlu olanlar değil, doğru soruları soranlar tedirginlik duyuyor. Haliyle, 12 evlat gitti, o evlerin hepsi kerpiç, sıvasız… Acı Kürt-Türk ayırmıyor, Kürt askerimiz de şehit olmuş, sözleşmeli er maaşıyla şu ekonomide yetim bakan yetim evladımız da şehit… diye ağlayamıyorsun çünkü bu olayın nedirliğini, bilmediği halde olayı Kürt düşmanlığına çeviren bir fırsatçı alçaklık seni sinirden kilitliyor. Bu kesime, “Bu kadar kan akmasının sebebi sen ve senin gibilerdir” yazsan ne olacak, nicedir buralarda doğrunun değil sadece ama sadece azgınlığın alıcısı oluyor.

Liste uzayabilir; orman yangınları elektrik şirketlerinin ihmalinden nasıl çıkar ve nasıl birden söner, şu mevsim anlaşmasına neden biz imza attık da dünyaya en fazla zarar veren ülkeler geri çekildi? Hatırlar mısınız; deli dana ile yerel büyük baş hayvanlarımız; kuş gribi ile köy tavuklarımız göz göre göre telef edildi… gibi şeyler de yazabilirsiniz ancak olan olduktan sonra yanan gittikten sonra yazsan ne fayda, yılgınlığı da ne yazmasam’a eklenince…

İşte böyle Karadeniz’in kara sularına kara kara düşünerek bakarken ve yazarken kağıt bardaktaki bir kahveye 130 lira vermiş olmanın yılgınlığı içerisinde, tek bir teselli ile az biraz ferahlayabilirsiniz; çok şükür bu haftaki yazıyı da kazasız belasız atlattık. Yine de tam emin değilim tabi, inşallah atlatmışızdır diyelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar