1. YAZARLAR

  2. İbrahim Kiras

  3. ‘Bu süreçte’ dilimize dikkat etsek…
İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

‘Bu süreçte’ dilimize dikkat etsek…

A+A-

Bir kısım muhalif siyasetçinin ve kimi aydının şiddetli itirazına karşılık, Terörsüz Türkiye projesine toplumun genelinde yüksek bir destek olduğu görülüyor. Ankara Enstitüsü tarafından yapılan kamuoyu araştırmasına göre halkın yüzde 69’u -PKK’nin gerçekten silah bırakacağına inanmasa da- Terörsüz Türkiye sürecini destekliyor. Bu çok yüksek bir destek oranı; kıymetini bilmek lazım. Söz konusu süreci sahiden başarıya ulaştırmak istiyorsanız bu desteği kaybetmemeye çalışmanız gerekir. Bunun için de bu desteğin hangi şartlara bağlı olduğunu, hangi çerçevede, hangi sınır çizgileri içinde geçerliğini koruyacağı iyi anlaşılmalı. “Süreç” bu sınırları gözeterek halkın hassasiyetlerini dikkate alarak yürütülmeli.

Bu yapılıyor mu? Hayır. Aksine toplumun sinir uçlarıyla oynanıyor. Milletin hassasiyetleri yok sayılıyor.

Fark ettiyseniz Kandil çevresi hep üsttenci bir dille konuşuyor. Sürekli yeni yeni şartlar ileri sürüyorlar. Kendi liderlerinin silah bırakma çağrısına olumlu cevap verdikleri için sanki bize bir lütufta bulunmuş gibi davranıyorlar. Geçmişte yaptıklarını savunmaktan da geri durmuyorlar. Yanlış yaptık yok, pişmanlık yok, toplumdan özür dilemek yok.

Ama bundan daha acısı, kimi iktidar ve muhalefet sözcülerinin de “karşı tarafla empati kurmak adına” söylediklerinden çıkan mana: “PKK haklı ve meşru bir mücadele sürdürmüş ve bu mücadelenin sonucunda devlet tarafından Kürtlerin anayasal hakları tanınma yoluna girmiştir.”

Bu çok tehlikeli, çok yanlış ve çok provokatif
bir dil.

Gelgelelim, fatura yine millete kesiliyor. “Bu hassas günlerde dilimize dikkat etmemiz” isteniyor. Söz gelimi, PKK’lılar için terörist sıfatının kullanılması “süreç karşıtlığı” olarak nitelendiriliyor.

“Dağdan inip silahlarını yakan insanları incitebilecek söz ve davranışlardan kaçınalım” uyarıları yapılıyor. “Aman, vazgeçmesinler” diye bir kaygıyla herhalde.

Ama kantarın topuzu kaçırılıyor. Yanlış taraftaki hassasiyetlerin üzerine titreniyor. PKK’lıları rica minnet bir şeylere razı etmeye çalışıyormuşuz gibi bir görüntü oluşuyor.

Siyasi irade neye yol açacağını iyi bildiği böyle bir tablonun ortaya çıkmasını asla arzu etmez tabii ama bu süreçte ikinci derece roller üstlenmiş bulunan kimi aktörler züccaciye dükkanına girmiş filler gibi davranabiliyorlar. Neticede devlet tarafının elini zayıflatacak birtakım hasarlar oluşuyor.

Bir defa, PKK’nın kendisini feshedip silah bırakma kararı alması lütuf değil. Yolun sonuna gelmiş, miadını doldurmuş bir hareketten söz ediyoruz burada. Soğuk Savaş konjonktürü içinde varlık bulmuş ve bugünkü dünyada mevcudiyetini sürdürme gerekçesi kalmamış bir örgütten.

Bu süreç onlar için de güvenli bir çıkış yolu.

Üstelik, “Kurucu Önder” Apo’nun talimatı söz konusu olduğunda buna direnecek hali olmayan bir kitle var karşımızda. Apo’nun yegane motivasyonu ise “cezaevi şartlarının iyileştirilmesi”. Süreci idare eden denklem bundan ibaret.

Yani PKK’lılar silah bırakarak bize lütufta bulunmuyorlar. Kendilerine teşekkür borcumuz yok!

İkincisi, “bu süreçte” dilimize dikkat etmemiz gerekiyorsa, bu gereklilik terör örgütü mensuplarının değil, toplumun hassasiyetlerini gözetmek anlamına gelmeli.

“Karşı tarafı da anlamaya çalışalım, adamlar yıllarca kendi dillerini konuşamadılar” şeklinde empati önerileri terör yüzünden on binlerce şehit vermiş bir toplumun “sürece” sempati geliştirmesini sağlamaz.

Çünkü bu millet silahlar sussun diye, daha fazla kan dökülmesin diye birçok şeyi sineye çekmeye razı olabilir ama PKK terörünü meşru görmeyi kabul etmez.

PKK’nın hiçbir şart ileri sürmeden silah bırakması için başlatıldığı açıklanan sürece toplumun büyük çoğunluğunun desteği terörün bitirilmesi ümidinden kaynaklanıyor.

Bu uğurda gerekirse Kandil’dekilerin affedilmesini de İmralı’dakinin salınmasını da sineye çekmeye hazır millet. Ama terörü meşrulaştırmak kabul edilemez. Siyaseten de kabul edilemez, ahlaken de kabul edilemez.

Bilhassa karşınızda hiçbir şekilde “Yanlış yaptık” demeyen bir muhatap varsa…

Bu böyleyken, yarım asırdır çoluk çocuk demeden masum insanları öldüren, “silahlı propaganda” adı altında cinayet işleyen örgütün aslında haklı gerekçeleri olduğunu söylemek nedir? Kahvehane diliyle “Adamlar da kendilerince haklı kardeşim” diyerek empati gösterisi yapmak hangi akla hizmettir?

Geçmişte silahlı teröre karşı sürdürülen mücadele sırasında devletin bazı yanlış uygulamaları problemi daha da büyüttü hatta çığırından çıkardı diyebiliriz. Ben öyle diyorum mesela. Amma velakin bu gerçek, terör örgütünü aklar mı? İşlenen cinayetleri, söndürülen ocakları, akan kanı yok saydırabilir mi? Terörün gerekçesi olur mu?

Kürtler de ülkedeki başka kesimler de birtakım sorunlar yaşadılar. Özellikle 1980 sonrası dönemde bölücü hareketi sindirme adına uygulanan yanlış güvenlik politikalarının bölge halkına acılar çektirdiği -ve böylece terör örgütünün ekmeğine yağ sürdüğü- bir gerçek.

Ama bu gerçek terörü meşru hale getirir mi?

Jandarma baskısıyla ilgili şikayetlerinizi veya sözgelimi ana dilde eğitim konusundaki taleplerinizi dile getirmenin yolu masum insanların katledilmesi olamaz.

Haksızlığa maruz kaldığınızı, baskı gördüğünüzü, ayrımcılığa uğradığınızı hatta yok sayıldığınızı düşünebilirsiniz. Ama ne olursa olsun kan dökmeye, can almaya hakkınız olamaz.

İşte tam bu noktada uzlaşmamız lazım. Burada uzlaşma sağlayamıyorsak Öcalan ile hükümet arasında sağlanan uzlaşmanın kalıcı bir değer yaratmasını beklememek gerekir. Bu yolla birinin “cezaevi şartları” iyileştirilmiş olur, öbürünün Meclisteki eksik sandalyesi tamamlanır ama bugünlerde âlây-ı vâlâ ile yapılan işlerin ülkeye ve millete fazlaca bir faydası olmaz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar