Bizim buralarda iki kere ikinin kaç edeceği belli olmaz
Muhalefet, bir önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde “Kazanacak aday” tabiri etrafında çok dolaşmıştı. “Kazanacak aday” dediler, sonunda ‘kazanamayacak aday’ı aday gösterdiler.
Kimdi ‘kazanamayacak aday?’
CHP’nin o zamanki lideri Kemal Kılıçdaroğlu mu?
“Evet” de desek “hayır” da desek haksızlık olur.
Kemal Bey’in kazanacağına dair umudu vardı. Kazanma ihtimali de vardı.
Ama seçimden sonra anlaşıldı ki Kemal Bey ‘kazanamayacak aday’mış.
Kemal Bey’in kendi adaylığında ısrar etmesi şaşılacak bir şey değildi.
Kazansaydı Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısındaki bütün yenilgileri mazide kalacaktı. Kariyerine muhteşem bir final ekleyecekti.
Böyle muhteşem bir final için risk almaya değerdi. Riski aldı ve kaybetti.
Kaybedince ne yaparsın?
Ya koltuğuna sımsıkı yapışırsın.
Ya da mahcup olursun “Sizi peşime taktım, yordum” dersin; herkese o zamana kadarki hizmetleri için teşekkür edersin. Namık Kemal’in dediği gibi “izzet ü ikbal ile” çekilirsin ‘bab-ı hükümetten.’
Bu bekleniyordu kendisinden, söyleyen de oldu, yazan çizen de.
Öyle yapmadı Kemal Bey. Koltuğunu sıkı sıkıya tuttu. Kaybettiği kurultayın ikinci turunda bile çekilmedi.
Bugünlerde CHP içinde tırmanışa geçen tartışmalara bakılırsa koltuğa iltisakı devam ediyor.
Bir önceki seçimlerde ‘kazanacak aday’ tabiriyle kimler kastediliyordu?
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş.
Onlar kazanabilirler miydi?
Kazanabilirlerdi.
Kesin miydi kazanacakları?
Hayır. Sadece bir ihtimaldi. Ama Kemal Bey’in kazanma ihtimalinden daha yüksek bir ihtimaldi.
İBB Başkanı İmamoğlu’nun siyasi hareket kapasitesi yüksek.
(ABB Başkanı Yavaş ise daha çok sonuç üretici durağanlıkla mesafe kat ediyor.)
Bu kapasitesi sayesinde CHP’deki ‘değişim’e öncülük etti ve başardı.
Sonunda müteakip seçimlerdeki cumhurbaşkanı adaylığını CHP tüzel kişiliğine teyit ettirdi.
Kıyamet de buradan koptu.
Bir çeşit ‘Ekremofobi.’
Onlarca soruşturma, sayısız operasyon, art arda gelen operasyon dalgaları, tomarlarca evrak… Yargı sistemi adli davalarda her gün sayısız suçluyu ‘adli kontrol şartıyla’ serbest bırakırken, suçluluğu henüz kesinleşmemiş sayısız CHP’liyi her gün ya da günaşırı tutukluyor.
İsrail’le İran ateşkes yapıyor, bizim siyasi davalar gece gündüz ateşe devam.
“Ekrem İmamoğlu’nun muhtemel bir cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma ihtimali olmasaydı bu kadar büyük bir kampanya olur muydu?” sorusunun cevabında bütün taraflar müttefik.
Seçim günü Ekrem İmamoğlu’nun siyasi yasaklı ve tutuklu olması, CHP’nin de manevra kabiliyetinin olabildiğince kısıtlanmış olması gerekiyor.
CHP’nin kurultay davası Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde bugün görüşülecek.
Çıkar mı mutlak butlan?
Bugün çıkma ihtimali düşük. Çünkü mahkeme CHP Parti Meclisi üyelerinin müdahillik talebini kabul etti.
Muhtemelen onları dinlemesi gerekiyor.
Dinlemezse kim ne diyebilir?
Birçok hukukçu parti kongrelerinin ve kurultayların YSK denetiminde yapıldığını, YSK’dan başka bir heyetin kurultayı iptal etmeye yetkili olmadığını savunuyor.
AK Parti’nin YSK temsilcisi Recep Öztürk “YSK tarafından verilen kararlar kesindir ve hiçbir yargı organı tarafından denetlenemez. CHP Kurultayı sonrası yapılan başvuru oybirliğiyle reddedilmiş ve seçim hukuku açısından kesinleşmiştir” diyor.
Muhtemelen doğrudur söylediği.
Ama biz, memleketimizin hallerini biliyoruz.
Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının mahalli mahkemeler tarafından uygulanmadığı, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunduğu vakaları da biliyoruz.
YSK’nın verdiği kararı çiğnemek daha kolay.
Bunu da Can Atalay vakasında gördük. YSK “Benim kararımı çiğniyorsunuz” demedi bile…
(Meclis Başkanımız Numan Kurtulmuş da bilir bu konuları.)
Bizim gerçeğimiz şöyle bir şey:
Hukukta 2 kere iki dört etmez.
2 kere 2’nin kaç edeceği belli olmaz.
5 de edebilir, sıfır da edebilir.