Biz Siyonizmi yok etmezsek o bizi yok edebilir!
Siyonist katillerin Katar’ın başkenti Doha’da Hamas liderlerini hedef alan saldırısının ardından Katar’ın çağrısıyla, Arap Birliği (AB) ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bir ortak zirve gerçekleştirdi. İslam ülkelerinin birçoğunun devlet başkanı düzeyinde iştirak ettiği toplantıda, işgalci siyonistlere çok sert mesajlar gönderildi ama bu mesajların eyleme dönüşmesini sağlayacak herhangi bir karar alınmasından da kaçınıldı. Dolayısıyla toplantı beklenenin çok gerisinde kaldı.
Oysa, siyonist işgal rejimi ve onun arkasında duran ABD karşısında teker teker bir şey yapmaktan çekinen ülkelerin yöneticileri söz konusu zirve vesilesiyle bir araya gelmişlerdi. Bu, birlikte hareket etmek ve siyonist vahşetin önüne geçmek için gerçekten caydırıcı birtakım adımlar atılması açısından iyi bir fırsattı. Ama anlaşıldığı kadarıyla zirvede bedenler buluşmasa da ne yazık ki zihinler, kafalar buluşmamıştı. O yüzden de müşterek bir eylem planından çekinilmişti. Bunun sebebi güç yetersizliği değildi. Çünkü dediğimiz gibi her ne kadar bu ülkeler münferit hareket etmeleri durumunda zayıf görünseler de müşterek hareket ettiklerinde caydırıcı güce sahiptirler.
Öte yandan siyonist işgal rejimi, bizim onlarca yıldır anlatmaya çalıştığımız üzere, sadece Filistin’e hakim olmak için savaşmıyor. Siz eğer toplu halde bu katillere karşı durmazsanız, onlar teker teker sizi ortadan kaldırabilirler.
Bugüne kadar bunu başaramamış olamamalarının tek sebebi Filistin’de her ne şekilde olursa olsun direnişin devam ediyor ve işgalci katillerin önünü kesiyor olmasıdır. Ama ne yazık ki Arap dünyası ve genel anlamda İslam dünyası bu direnişe bile hakkıyla sahip çıkmadığı gibi çoğu zaman bu direnişi suçlu göstererek işgalci siyonistlerin söylemlerini dillendirdi.
Değerli mütefekkir ve akademisyen yazarlarımızdan Prof. Dr. Yasin Aktay, Katar’daki zirvenin ardından yazdığı yazıda İİT’nin siyonist işgal rejimine vereceği en iyi cevabın Hamas’ı tanımak olduğunu dile getirdi. Tabii bunun sahada da bir karşılığının olması gerekir.
Bugün Gazze’de devam eden soykırım savaşını sürdüren ve tüm yükünü çeken aslında ABD’dir. O, bilfiil savaşın içindedir. Ama kendinin savaştığını söylemiyor. Kamuoyuna lanse edildiği şekliyle savaşan İsrail’dir. Ama savaşın bütün malzemelerini, araçlarını temin eden, askeri stratejilerini geliştiren, tecrübeli elemanlarıyla işin içinde fiili olarak yer alan, ekonomik yükünü çeken, diplomatik alanda savunmasını yapan, uluslararası alanda işgalcilerin önünü açan, yargılanmalarını ve mahkum edilmelerini engelleyen ABD’dir. İşte, İİT’nin ve İslâm ülkelerinin Hamas’ı tanıması da buna denk yani sahada karşılık bulan, eyleme dönüşen bir tanıma olmalıdır.
İslam ülkelerinin liderlerinin Katar’da zirve yaptığı sıralarda, ABD Dışişleri Bakanı Rubio da siyonist katilleri ziyaret etti. Eli kanlı Netanyahu’ya yeniden gaz verdi ve Gazze’ye yönelik kara operasyonuna da tam destek verdiklerini söyledi.
İslam ülkelerinin liderleri toplanıyor, konuşuyor, kınıyor, resmi açıklama yapıyor, fiili karşılığı olmayan kararlar alıyor ve sonra da dağılıyorlar. Ama ABD’nin başkanı Trump kendisi gitmeden sadece kuyruğunu gönderiyor. O da köpeği Netanyahu’ya; “Saldır arkandayız, kemik konusunda için rahat olsun! Henüz stoklarımız bitmiş değil!” diyor. Hemen ardından Netanyahu, Gazze’ye geniş çaplı kara operasyonunu fiili olarak başlattıklarını, Gazze şehrini tamamen yerle bir etmeyi hedeflediklerini açıklıyor.
Evet, kabullenmekte zorlanıyoruz ama karşımızda duran bir vakıa!
Siyonistlerin Katar’a yönelik saldırısının ABD’nin onayıyla ve hatta kararıyla gerçekleştirildiği konusunda artık herhangi bir şüpheye mahal kalmamıştır. Peki İslam ülkelerinin liderleri bu ABD’nin mi kendilerini koruyacağını düşünüyorlar?
Siyonist tehdidin sadece Filistin için değil tüm bölge ve hatta bütün İslam âlemi açısından bir tehdit olduğunu da Katar saldırısı bütün açıklığıyla gözler önüne serdi. Bu tehdit karşısında daha neyi bekliyorlar?