Bir hakim ve bir savcı: Bütün mesele bu…
AK Parti'nin kurucularından, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, gazeteci Hasan Basri Akdemir’in programında tutuklu bulunan ve hastanede tedavi gören Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’ı ziyaret ettiğini, durumunun kritik olduğunu, cezaevi koşullarında kalmaya uygun olmadığını söyleyerek, derhal tahliye edilmesi çağrısında bulundu.
Dini hassasiyetleri sözde olan, insanlıktan nasibini alamayan bir gazetenin attığı merhametten yoksun “turp gibi” manşetine de tepki gösteren Arınç’ın Çalık’ın durumuna ilişkin sözleri şöyle;
“Hastaneye gittim, kurallar gereği Adalet Bakanlığı bana ‘kendisiyle görüşmeyin’ dedi. Hematoloji bölümünde tamamen steril bir ortamda kalıyor, mama ile beslenmeye başladı. Bir utanmaz gazete var, ahlaktan ve edepten yoksun. Gözlerini hırs bürümüş, manşet atmış ‘turp gibi’ diye. Allah’tan korkun, utanın biraz. Buradan söyleyeyim Murat Çalık turp gibi falan değil.”
Arınç’ın özellikle şu sözlerinin altını çizdim, çünkü bütün mesele de bu, diyor ki:
"Tahliyesi için bir hakim, bir savcı yeterli. Hiçbir sebebe de gerek yok."
Evet, Murat Çalık’ın, Ayşe Barım’ın, Muhittin Böcek’in, Şükrü Genç’in ve cezaevlerinde isimleri kamuoyunca bilinmeyen 335’i ağır, tek başına yaşamını devam ettiremeyecek durumdaki 230 ve yine yanında ancak bir destekle yaşamını devam ettirecek durumda olan 105, toplamda ise 1400’ün üzerindeki hasta mahkumun tahliyesi için hiçbir şeye gerek yok. Hukuk işleyen bir ülkede bütün bu hasta mahkumların tahliyesi için bir hakim ve bir savcı yeterli.
Bu kadar…
Bülent Arınç Murat Çalık’ı ziyaret ettiği için kendisini linç edenlere haklı olarak tepki gösteriyor. Dindar, mütedeyyin kesimin bir kısmı iktidarda olmanın akıl tutulmasını yaşıyor. Bülent Arınç sabah akşam Gazze’yi bombalayan katil Netenyahu’nun askerini ziyarete gitmedi, Murat Çalık ülkemizin bir insanı, belki de o tepki gösterenlerden daha çok vatansever, ülkesini seven, ülkesinin çıkarlarını kendi çıkarlarından daha üstün gören bir vatansever.
***
Cezaevindeki ağır hasta mahkumlar arasında iktidar siyasetçilerinin yakından tanıdığı bir ismi daha zikretmeliyim burada, Alaaddin Kaya. Hasarlı boyun omurgalarını korumak için ‘boyunluk’ ve yürüyemediği için tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan, beyin damarlarındaki kireçlenme nedeniyle beyin ameliyatı olması gereken, kalp kapakçığında yüzde 67 dejenerasyon tespiti ve yüzde 40 böbrek yetmezliği olan Koah hastası 75 yaşında bir mahkum Alaaddin Kaya.
Alaaddin Kaya camiada demokratlığı ile tanınan, darbelere, vesayete karşı biri olarak tanınan biridir. Nitekim Yargıtay 3. Ceza Dairesi de Alaaddin Kaya’nın suçsuz olduğuna hükmetmiş. Alaaddin Kaya’yı darbe suçundan ağır müebbet hapis cezasına çarptıran Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne “Alaaddin Kaya’nın bu yapının üst istişare kurulunda yer alması, örgütün medya yapılanmasını yönetenler arasında olması darbe suçu işlediğini göstermez. FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün örgütsel faaliyet kapsamında gerçekleştirdiği Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçuna ilişkin planlama, hazırlık ve icra organizasyonunda yer aldıklarına dair hukuken suç delili yoktur, dolayısıyla Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan sorumlu tutulamazlar” diyerek yerel mahkemenin kararını bozmuş.
Yerel mahkeme verdiği kararda direnince Yargıtay 3. Ceza Dairesi ikinci kez yerel mahkemenin kararını bozmuş.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un söylediği gibi Türkiye gerçekten bir hukuk devleti olsaydı Yargıtay 3. Ceza Dairesinin iki kez bozma kararı ortadayken Alaaddin Kaya cezaevinde tutulur muydu?
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin gördüğünü yerel mahkeme görmüyor mu?
Dünyanın neresinde böyle bir vicdansızlık olabilir? Türkiye hukuk devleti olsaydı bir hakim ve bir savcı bu durumda derhal tahliye kararı verirdi.
O kararı vermek için hiçbir hukuki engel yok, sadece vicdan yeterli… Fakat yargı üzerindeki başka illere sürülme korkusu ve daha iyi yerlere atanması beklentisi vicdanları baskılıyor.
Yargı olsun, Adli Tıp olsun, “yaşam hakkının kutsallığını” gözetmesi yeterli olurdu.
Ayşe Barım ağır hasta, beyninde anevrizma var, ani ölüm riski olan bir hasta. Sürekli koğuşunda baygın halde bulunuyor. Ayşe Barım’ın avukatları ellerindeki ölüm riski var raporuyla çalmadıkları kapı bırakmadı, bir çare arıyorlar. İstanbul 26’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki hakimler kapı duvar, tahliye kararını vermiyorlar.
Ayşe Barım’ın davasına bakan mahkeme ölüm riski olduğu gerçeğini bilmiyor mu?
Adli Tıp Heyetindeki, mesleğine Hipokrat Yeminini yaparak başlayan hekimler Ayşe Barım’ın beyninde anevrizma olduğunu, ani ölüm riski olan bir hasta olduğunu bilmiyorlar mı?
Her gün makam koltuğuna oturmadan “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, bir hukuk devletidir, Türk yargısı bağımsızdır, tarafsızdır, Anayasa’ya göre, kanunlara göre karar verir” açıklaması yapan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç cezaevlerindeki durumu bilmiyor mu?
Bakan Tunç, HSK’nın başkanı değil mi?
Hasta ve yaşlı mahkumlarla ilgili kanun çıkarmaya lüzum yok. Mevcut İnfaz Yasasını ve kanundaki tutuklama şartları uygulanmış olsa bugün ülkemizde vicdanları yaralayan böylesi bir sorunumuz olmazdı.
Anayasa Mahkemesi, dün Resmi Gazete’de yayınlanan kararında, kişilerin tutukluluğu için “kaçma, delilleri etkileme” gibi sebeplerin “soyut, genel veya basmakalıp bir şekilde” gerekçe gösterilemeyeceğini, bunun “somut olgularla” gerekçede gösterilmesi gerektiğine hükmetti.
Şimdi “bir savcı ve bir hakim” deniliyor ya, dosya hangisine giderse, soralım: Bu hasta, bu bakıma, sürekli tıbbi desteğe muhtaç insanlar nasıl kaçabilirler?... Dosyanızdaki delilleri nasıl karartabilirler?
Bu soruya doğru cevap ancak “vicdan”la verilebilir ve o cevap, ‘tahliye’dir, adli kontrolle de olsa…