Anayasaya bakarak günü anlamaya çalışmak…
Önce, ülkemizle ilgili, son zamanlarda unutulmaya terk edildiğini düşündüğüm, bir temel gerçeği hatırlatayım.
Türkiye bir demokrasi; anayasalı bir demokrasi…
Anayasasında devletin nitelikleri sayılırken ‘demokratik’, ‘laik’ ve ‘sosyal’ özelliklerinden sonra ‘hukuk devleti’ olduğu da belirtiliyor…
Defalarca değiştirilse bile, sayılan bu nitelikler anayasada kalmaya devam ediyor; şimdilerde sürekli kendisinden söz edilen ‘yeni anayasa’ çalışması sona ulaştığında da -tabii ulaşırsa-, mevcut anayasanın saydığı bu niteliklere dokunulmadığını göreceğimize eminim.
Sebebi belli: Türkiye’nin sistemini belirleyen bu nitelikler toplumun büyük kesimi tarafından benimsenmiş unsurlar…
Keşke bu nitelikler sayılırken ‘insan haklarına saygılı’ denilip geçilmese, metin evrensel hak ve özgürlüklere teker teker yer verilerek yazılsaydı…
Olsun, o temel hak ve özgürlükler anayasanın maddeleri arasında var.
Sayalım:
Haberleşme hürriyeti (m. 22)
Yerleşme ve seyahat hürriyeti (m. 23)
Din ve vicdan hürriyeti (m. 24)
Düşünce ve kanaat hürriyeti (m. 25)
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26)
Bilim ve sanat hürriyeti (m. 27)
Basın hürriyeti (m. 28)
Dernek kurma hürriyeti (m. 33)
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı (m. 34)
Mülkiyet hakkı (m. 35)
Hak arama hürriyeti (m. 36)
Kanuni hakim gücencesi (m. 37)
Üstelik, yukarıda tek tek sıralanan hak ve özgürlükleri korumayı amaçlayan bir maddesi de var anayasanın (m. 40).
İyi de, anayasasında açık seçik yazılan hak ve özgürlüklere sahip olması beklenen ülkemizin vatandaşları, neden diğer demokratik ülkelerin insanları kadar mutlu değiller?
Neden koruma altında oldukları yine anayasada yazılı olan hak ve özgürlüklerin herbiri toplumun tartışma gündeminden hiç düşmüyor, her bir hakkın kullanımı sorun çıkarıyor ve özgürlükler üzerinde kopkoyu gölgeler bulunuyor?
Anayasa değişse, bu gerçek ortada dururken, ne değişmiş olacak ki?
Üzerinde herbirimizin -fakat daha çok da yönetim kademelerinde yer alanların- uzun uzadıya düşünmesi gereken bir dizi soru bunlar...
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ülkenin önünü açmanın formulü olarak üç özgürlüğü bıkıp usanmadan tekrarlardı: Din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü...
Başbakanlık yapmış, sonunda cumhurbaşkanı da olmuş Süleyman Demirel gömlek cebinde minik bir anayasa taşır, doğru-yanlış icraatlarına yönelik eleştirileri her seferinde ondan alıntılar yaparak cevapdırırdı.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında görüş ayrılığı olduğunu, bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sırasında, Sezer’in Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatması sonrasında öğrenmiştik (2001).
Şimdilerde siyasi tartışmalarda en fazla konu edilen de ‘anayasa’; fakat çoğu kimsenin anayasaya yeterince saygı göstermediği bir ülke olduğumuza da kuşku yok.
Anayasanın korunmasıyla anayasa tarafından görevlendirilmiş olanların, kendilerini bu alanda hesaba çekmeleri gereken bir ortamdan geçiyoruz.
Cezaevleri siyasilerle dolup taşıyor; seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp yerlerine devlet görevlileri atanıyor…
Gazeteciler hedefte; eleştirilerde birazcık aşırıya kaçanın yolu cezaevine düşüyor… RTÜK adını taşıyan devlet kurumu ekran karartıyor, ağır cezalar yağdırarak muhalif kanalları zor duruma sokuyor…
Beğenilmeyen kişiler, kurumlar, partiler, ekranlar için eski defterler karıştırılıp yeni suçlar icat edilebiliyor…
Demokrasileri demokrasi olmayan sistemlerden ayırmada en belirgin ölçü, iktidara alternatif olabilecek bir muhalefetin varlığıdır; Türkiye’de anamuhalefetin cumhurbaşkanı adayı ile 17 il ve ilçenin o partiden seçilmiş belediye başkanı yerlerinden edildi, çoğu cezaevlerinde; partinin genel başkanı da topun ağzında, dokunulmazlığı kaldırılmak isteniyor…
AK Parti iktidarının ilk 12 yılında çevresine ‘örnek ülke’ haline dönüşen Türkiye, sıraladığım türden uygulamalarla, ‘‘Demek ki, böyle yapıldığında ilanihaye iktidarda kalınabiliyormuş’’ diye düşündürerek, başka demokratik ülkelerin yöneticilerine ‘kötü örnek’ olmaya başladı.
Oysa o ilk 12 yılındaki icraatlarına borçlu AK Parti süregiden iktidarını; iktidara nefes darlığı yaptıran ise, ayakta kalabilmek için siyasi alanda ittifaklar arayışına girmek ve topluma karşı sertleşmek zorunda kaldığı son 12 yılı…
İşini kendisi zorlaştırdı AK Parti; giderek içinden çıkılmaz hale işi yine kendisi getiriyor…