Adaletsizliğin böylesi
Toplumda adaletsizlikten şikâyet, artık ekonomik sorunlardan sonra gelen ikinci yakınma konusu.
PanoramaTR Direktörü Hatem Ete, Kasım ayı araştırmasında bu sonucu bulduklarını söyledi.
Araştırmanın dürüstlüğüne peşinen inanmak için Hatem Ete adı yeterli bir delildir.
Ete’nin Medyascope’taki açıklaması şöyle:
“Ülkenin gidişatından memnun olmayanların oranı %70. Ekonomiden memnuniyetsizlik ise %80 seviyesinde. Eskiden listede ekonomi ve terör öne çıkarken artık ‘adalet’ kavramı seçmenin en acil çözüm beklediği alanlardan biri haline gelmiş durumda…”
Ete’nin bahsettiği araştırmayı ben de okudum.
İmamoğlu hakkındaki soruşturmanın siyasi olduğuna inananların oranı Temmuz’da yüzde 57 iken, 4000 sayfalık iddianame açıklandıktan sonra Kasım’da yüzde 60.5’e çıkmış. İktidarın kontrolündeki medyanın yayınlarına rağmen hem de…
Bu, yargıya güvensizlikte pek çok örnekten sadece biri…
TEMELDEKİ SORUN
Bizim siyasi kültümüzdeki temel sorun, siyasetin hukuktan üstün olmasıdır; gelişme düzeyimizle ilgilidir.
Bazı kısa süreli dönemler dışında, kendini güçlü hisseden iktidarlar daima yargıyı ‘araçsallaştırma’ politikası izlediler.
1950-1960 arasındaki müthiş kavganın sebeplerinden biri, muhalefetteki CHP’nin Tek Parti’den gelen yargı bürokrasisini korumaya, iktidardaki DP’nin ise “bizden” bir yargı oluşturmaya çalışmalarıydı.
Doğal sürecinde makul bir yapı oluşabilirdi fakat 27 Mayıs darbesi, “kuyruk” dediği hakim ve savcıları tasfiye etti, Bülent Ecevit’in “yargı devrimcilerin elinde” dediği yapıyı kurdu. 28 Şubat yargısı bu geleneğin eseriydi.
Erdoğan ve AK Parti, bu “vesayet yargısı”na karşı “Kopenhag kriterleri”ni savunarak ve evrensel hukuk kavramlarını kullanarak mücadele etmişti…
YARGI KAVGASI
Erdoğan “vesayet”le mücadele ederken HSYK üyelerinin çoğunluğunun seçimle oluşmasını savunmuştu. Ama yeterince güçlenince, CB sisteminde tamamen partili cumhurbaşkanı ile onun Meclis grubunun belirlediği bir HSK kurdu, seçimi kaldırdı.
Oysa 2010 reformuyla oluşan yeni Anayasa Mahkemesi, hizip ve cemaatlerin, siyasi partilerin liste çıkarmasına imkan vermeyecek “tek adaya tek oy” sistemiyle HSYK üyelerinin seçimle belirlenmesini tavsiye etmişti. (Karar No: 2014/81)
Erdoğan ve iktidarı bu tavsiyeye uymadı, Adalet Bakanlığı’nın desteklediği “liste” ile HSYK’ya üye seçti. “Yürütmeyle uyumlu” HSYK oluşturuldu. FETÖ kadrolaşmasına karşı bu anlaşılabilirdi ama CB sisteminde HSK üyelerinin hemen tamamını iktidarın belirlediği bugünkü HSK’yı kurdu.
Venedik Komisyonu, defalarca ve sonuncusu geçen yılki raporunda, parti lideri cumhurbaşkanının “yargı üzerinde güçlü siyasi etkisini” tescil etti. (7-8 Aralık 2024)
Cumhurbaşkanı, yargının bağımsız olduğuna inanılmasını istiyor. Adalet Bakanı “bağımsız yargı” sözünü nakarat haline getirdi. Ama sözle olmuyor.
Yargı bağımsızlığı, hâkim ve savcıların atanmasındaki yöntemle ölçülmektedir, bütün dünyada.
Ve demokrasilerde hâkim ve savcı atamaları partili cumhurbaşkanı mekânında yapılmıyor, parti polemiği dinlemiyorlar.
MİLLİ İRADE VE YARGI
AK Parti’nin 2011 seçimlerinden sonraki hukuki metinlerinde “hukukun üstünlüğü” kavramı aşağı çekilirken “milli iradenin üstünlüğü” kavramı kutsallaştırılıyor. Hele “kuvvetler ayrılığı”nın adı bile geçmiyor.
Oysa modern hukuk devletinde kuvvetler ayrılığı temeldir. Sandıktan çıkan milli irade de anayasaya, kuvvetler ayrılığına, yargı bağımsızlına uymak zorundadır. Bu konuda AYM üyesi Prof. Yusuf Şevki Hakyemez’in “Mutlak Monarşilerden Günümüze Egemenlik Kavramı” adlı eserini önemle tavsiye ederim. (Özellikle s. 289 vd.)
Hukuku üstün tutmak bakımından, Türkiye’de HSK’nın denetleyemediği organ, yüksek yargı organlarıdır. Özellikle de Anayasa Mahkemesi…
AYM için temel hukuki metin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’dir, emsal içtihat AİHM kararlarıdır. AYM’de üyelerin görev süresi on iki yıldır, kompozisyonu ancak yeni atamalarla tedricen değişiyor.
Bazı kararlarını eleştirsem de, bu yönleriyle AYM adalet konusunda daha bir ümit vermektedir. İktidarın uymadığı, tanımadığı veya saygı duymadığı yargı kararları da AYM’nin kararlarıdır
Netice: Madem vatandaş adaletsizlikten böylesine şikayetçi, madem iktidar yargı bağımsızlığına inanılmasını istiyor, öyleyse “Kopenhag Kriterleri”ne uygun köklü bir hukuk reformunu niye yapmıyor?


