Zalimlere eğilim göstermek
Kur’an’ın genel tanımına göre “en büyük zulüm Allah’a ortak koşmaktır” (31/Lokman, 13); “Zulüm ile küfür/inkâr” arasında bağlantı vardır, bir bakıma zulüm inkârın eylemlerde tezahür etmesidir (2/Bakara, 254). Ancak ahlaki ve ameli olarak Allah’ın hükümlerine riayet etmemek, konulmuş sınırları/ölçüleri aşmak da zulümdür (2/Bakara, 229). Zulme götüren ana sebep, ilahi norm ve kurallara aykırı işler yapmaktır ki, kişi farkında olsun olmasın, sınırları aşıp da kendisi norm ve kuralın kaynağı olduğunu ilan ettiğinde Allah’a şirk koşmuş olur.
Zalime ise yakınlık duyulmaz, ona muhabbet beslenmez, onunla işbirliği yapılmaz, amellerine rıza gösterilmez. Bu pozisyonda olanlar onun zulmüne iştirak etmiş sayıldıkları için, kendileri de zalimdirler:
“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (11/Hud, 113.)
Ayette anahtar terim olan “terkenu” eğilim duymak, yönelmek anlamında olduğu gibi, “er rükün“la bağlantılı olarak dayanmak, sırtını verip güvenmek ve bir şeyden hoşnut olmak anlamlarına da gelir. Kadı Beydavi “rükûn”un az eğilmek anlamına geldiğini söyler, nitekim namazda rüku’a 90 derece eğilir ama sücutta olduğu gibi tamamen yere kapaklanmayız.
İbn Abbas, kelimeyi zalimlere yağcılık olarak tefsir eder, onlara yağcılık yapan amellerini de hoşgörür, zalimlerin amellerini hoş görmek yasak ise onlardan yardım-destek istemek de doğru değildir. Kurtubi’yi göre zalimlere eğilim göstermek apaçık zulümdür. Zulme eğilim manevi bir hastalık, kalbin en şifa bulmaz hastalıklarından biridir, çünkü onların etrafında durmak, onlardan çıkar beklemek onların gücüne, haksız yere kullandıkları imkanlarına sığınmayı gerektirir, bu da ahlaki kişiliği bozan dalkavukluktur. Ebussud Efendi, kelimenin zalimlerle tamamıyla birlikte olmayı değil, onlara meyletmeyi ifade ettiğini söyler. Bazı müfessirler ikinci anlamın ayetin bağlamıyla daha uygun düştüğünü söyler. Çünkü “ateşin dokunması” bir azap, başka bir ifadeyle olumsuz bir fiile karşı takdir edilen ceza mevkiinde bir ifadedir.
Dini, inancı, rengi, dili ve kimliği her ne olursa olsun bir başkasına haksızlıkta bulunmak; can, mal ve ırzına zarar vermek veya bu amaçla herhangi bir yönelimde bulunmak tasvip edilemez, böyle bir yönelim hoş görülemez. Bunun gibi zulme ve zalimlere mücerret anlamda eğilim duymak da elbette tolere edilemez. Hukukçular, açık bir tehlike söz konusu olmadığı sürece, -o da belli bir süreliğine ve kişinin içinden zalime ve yaptığı zulme hiçbir yakınlık duymadan- zalimle her türlü yönelimi yasaklamışlardır. Başka tefsirciler, ayette geçen yönelme/rükn’ün zalimlerin yaptıklarından hoşnut olmak, onlara yağcılık yapmak, geçimini onlara bağlamak, onların zulümlerinden maddi, siyasi ve sosyal olarak yararlanmak veya zulümlerine karşı çıkmamak gibi anlamlara da geldiğini söylemişlerdir.
Bütün bu anlamlardan çıkan sonuç şu ki, zulümden ve zalimlerden kesin ve kategorik olarak kaçınmak gerekir, eğilim duymak bile tehlikelidir. Nasıl ateşin her nesneyi kavurduğu alana girildiğinde bir anda ateş ona yaklaşanı da içine alıp yakıyorsa, zulüm de öyledir, kim ona eğilim duyarsa, tolere ederse onun ateşiyle tutuşur. Eğilim veya yönelim bir tür fikri ve duygusal yakınlıktır ama yine de eyleme dönüşmüş değildir. Bu durumda “ateşi dokunduracak azap”, fiili bir duruma ceza olarak takdir edilmiş olması gerekir ki, bu da ikinci anlam çerçevesinde Müslümanların zalimlere dayanması, onlarla işbirliğine girip geleceklerini ve güvenliklerini onlara bağlamalarının cezası olarak takdir edilmektedir.
Bu çoğu zaman başka Müslümanların aleyhinde olmak üzere tahakkuk eder. Yani bir Müslüman grup, parti, halk, devlet, siyasi iktidar veya cemaat, kendi şahsi çıkarını, cemaat, grup hesaplarını esas alıp diğer Müslümanlara karşı yıkıcı ve tahripkâr tutum ve eylemler içinde olan zalim güçlerle açık veya gizli ittifaklar kurar, onlara sırtlarını dayarlar. Zulümden hoşnut olmak, zalimin politikalarını, fiillerini mazur göstermek, kötülük ve tahripkârlık değil de iyilik ve yarar olarak tanıtmak veya zalimle içli dışlı olmak bunlar arasında yer alır.
Ancak bu, hesaplandığı gibi yarar getirmez, belki tam aksine maksadının zıddına trajik sonuçlara yol açar. Bu türden ilkeden uzak “pragmatik hesap ve stratejiler”in şu veya bu şekilde yıkıcı sonuçlara yol açtığı deneysel olarak ortaya çıkmıştır. Genel bir kural olarak “Kim bir zalime yardım ederse, Allah onu kendisine musallat eder.” Bu hemen hemen şaşmayan ilahi bir sünnettir. Nitekim birçok tarihsel ve aktüel olayda bu yasa hükmünü icra etmiş, bugün de hükmünü icra etmeye devam etmektedir. Zalime yardım etmenin çeşitli yolları vardır. Ayet, buna işaret olmak üzere “Zalime yardımın veya ona güven duyma”nın cezasının “zalimin ateşi” olduğunu belirtir. Böyle bir cezaya müstahak olmuş bir kimseye veya Müslüman bir gruba ne Allah yardım eder ne mü’minler. Sonuçta yapayalnız yaptıklarıyla ortada kalakalırlar, kendilerini içinde bulundukları zor durumdan kurtaracak bir yardımcı bulamazlar, en azından Hesap Günü’nde karşılaşacakları durum budur.
Bazı argümanlar desteğinde zulme ve zalime destek olanlar, zalimin fiilinin kendilerine bir miktar ve geçici yarar sağlayacağını düşünebilir. Nitekim haksız fiil ve eylemlerde bulunanların bazı insanlardan ve çevrelerden elde ettikleri destek büyük ölçüde bu türden beklentilere dayanmaktadır. Bu, hırsızın çaldıklarından veya başkasının topraklarına ve kaynaklarına göz koymuş işgalcinin yağma ve talanından bir miktar yarar umanların tavrından farksızdır.
Ahlaki olarak zalime herhangi bir yakınlık, sevgi ve güven duymak (rükun) mümkün olmadığına göre, zalime karşı tutumu belirleyecek olan bu kelimenin zıddı olan “nüfur” yani nefrettir. Her Müslüman kim olursa olsun zalimden ve zulümden nefret etmek durumundadır. Ayetin açıkça belirttiği ve bizi uyardığı üzere ahlaki görevimiz, değil zalime fiili yardımda bulunmak veya onun suçuna iştirak etmek, ona ve fiiline fikri ve duygusal açıdan yakınlık ve eğilim duymak bile cezayı gerektiren bir cürümdür.
Burada ilginç olan nokta şu ki, objektif hukuk kuralları bakımından eyleme dökülmemiş hiçbir suç açık, somut ve maddi bir müeyyideye konu olamaz. İnsanlar kalplerinden geçirdikleri niyet ve duygular ile zarar verici eyleme dönüşmedikçe açığa vurdukları düşünce ve görüşlerinden dolayı sorumlu tutulup yargılanamazlar. Ancak zulüm ve zalimlere karşı tutum, somut hukuki müeyyide ve teamüllerin dışında ilahi planda cezaya konu olmakta, zalime yardımcı olanlar veya eğilim duyanlar eninde sonunda kendilerine “dokunacak ateş”le cezaya uğratılmaktadır.
Burada sözü edilen “ateş” ahiretteki cehennem ateşinden ibaret olduğunu, dünyada böyle bir karşılığın söz konusu olmayacağını iddia etmek mümkün değildir. Zalime eğilim duymanın, ona güvenmenin ve onunla işbirliği yapmanın hem dünyada hem ahirette öngörülen cezası “ateş”tir.
Demek ki, her soyut duygu ve teorik düşünce büsbütün masum veya cevapsız değildir. Duygular ve düşünceler kendi soyut dünyalarında kaldıkları sürece belki maddi cezalara konu olmazlar ama kuşkusuz ilahi cezaya müstahak olurlar. Zalim istikametten sapmıştır; ona eğilim duyan ve yardım eden de aynı durumdadır. Doğru “istikamet veya Sırat-ı müstakim” adl, i’tidal ve adalet bilincinin hayatın, bütün beşeri/toplumsal ilişkilerin merkezi ve amacı haline getirilmesiyle bulunabilir. Bunun da yegâne ölçütü Kur’an’da ve Sünnet’te açıkça belirtilmiş hükümlerin zıddına kararlar vermek, icraatlarda bulunmaktır.
“Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” Kişi, grup/cemaat veya bir halk, dünyada her neyi umuyorsa, sadece Allah’ı dost edinerek bunu elde etmenin yollarını araştırıp bulmalıdır. Dünya yararı için zalimlerle işbirliği yapmak, Allah’a dost olmaya manidir. Bu durumda olanlara ne Allah yardım eder ne zulme karşı olan insanlar.
Bu ahlaki bakış açısı yeterince bilindiğinde, bu bilgi (bilinç) bizi şu ayetin hükmüne götürür: “Düşmanlık sadece zalimleredir” (2/Bakara, 193.)