1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Yaratıcı Kaos
Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yaratıcı Kaos

A+A-

Son iki yüz senedir askeri ve siyasi hakimiyeti elinde bulunduran batılılar, batılı olmayan toplumlara isim vermekte pek heveslidirler. 19. Yüzyılda Osmanlı imparatorluğuna “hasta adam” demişlerdi; Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer Asya dinlerinin moderniteye teslim olurken, Müslüman dünyanın şu veya bu şekilde direnmesine “kaos, kaotik dünya” adını vermektedirler.

Kaos veya kaotik dünya basit, masumane bir isimlendirme değildir, çünkü eğer bu dünya kendi iç dinamikleri ve kaynaklarıyla kaostan kozmosa geç€miyorsa, batılılar bu işe el koyabilirler.  İsim koymak tanımlamak, müdahalede bulunmaktır, işte tam da bu sebeple batılılarr, adına “Ortadoğu” denen coğrafyaya “entegre edilemeyen boşluk” derler.

Bunların değerlendirmesine göre, kendi dinamikleriyle küresel sisteme entegre olmayı reddettiğinden, bölgeyi güç kullanarak ve dışarıdan mekanik müdahalelerde bulunarak entegre etmek gerekir. Irak ve başka yerlerde da cereyan eden olaylar bunun bir parçasıdır ve bunun teknik tabiri “ yaratıcı kaos”tur. Bunun ne kadar tuttuğu yaşanan büyük trajediden anlaşılıyor, Irak’ın ardından 2011’den başlamak üzere bu operasyon Suriye’ye uygulandı, 2024’ün sonlarına doğru kısmi başarıya da ulaştı.

“Yarıtıcı kaos” bölgeye acı getirdi, huzur ve özgürlük getirmedi. Oysa bunca acıları yaşamaya gerek yoktu, geçen yüzyıldan bu yana biliyoruz ki dışarıdan gelen her güç kendi modelini ve politik görüşünü bu bölgeye empoze ediyor, ama başarılı olamıyor. İngilizlerin hâkim olduğu yerlerde monarşiler vardır, Fransızların hâkim olduğu yerlerde askerî dikta cumhuriyetleri kuruldu. Şimdi de ABD Irak’tan sonra Suriye’ye kendi politik modelini empoze etmeye çalışıyor.

Burada ihmal edilen konu şu: Bizim coğrafyamızda büyük dinler (İslamiyet, Hıristiyanlık, Yahudilik); etnik gruplar (Türk, Kürt, Arap, Fars vs.); mezhepler (Sünni, Şii ve bunların alt fıkhi ekolleri: Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli); inanç grupları (Alevi, Dürzi, Ezidi) çeşitli tarikatlar (Nakşibendi, Kadiri vs.) ya da ana dini akımlara göre heretik sayılabilen başka inanç grupları var. Bütün bu gruplar iç içe ve yan yana yaşıyorlar, sırtsırtadırlar. Ortadoğu’nun neresine giderseniz gidin, bu farklılığı ve çeşitliliği kolayca müşahede etmeniz mümkün. Yoğunluk az veya çok olabilir, ama temelde söz konusu olan zenginlik ve çeşitliliktir. Beşeri havzalar iç içedir: Türk, Kürt, Arap, Sünni, Alevi, Süryani-Nasturi köyleri yan yanadır. Büyük kentlerde ise Şii kenti, Sünni kenti veya Arap kenti gibi kentlere rastlanamaz, çünkü bizim tarihimizde İsviçra kantonlarında olduğu gibi “kimin toprağı onun dini veya mezhebi” prensibi geçerli olmamıştır. Bizim için bu prensip utanılacak bir şeydir.

Bölgemizin ikinci özelliği tarih boyunca büyük devletler ve imparatorluklar tarafından yönetilmiştir. Her zaman sosyolojileri altında toplayan büyük bir şemsiye olmuştur, bu şemsiyeyi İslam dini açmıştır. Bu şemsiye bütün din mütesiplerini, mezhepleri, etnik grupları, kavimleri altında toplamıştır. Bu demek değildir ki, insanlar hep güllük gülistanlık içinde yaşadılar, hiç çatışmadılar. Hayır, elbette kavgalar, çatışmalar oldu. Ancak tarihimizde ırk, sınıf veya mezhep savaşlarına rastlanamaz. Belirli savaşlar vardır; hanedanlar, beyler birbirleriyle çatışmışlardır. İktidarlar hanedanların isimlerine atfedilerek kurulmuşlardır: Osmanlı veya Safevi devleti; daha öncesinde Abbasi veya Emevi devleti gibi..

Mülk Allah’ın ve mülkü kullanma Allah’ın bütün kullarının hakkı iken, yine de siyasi birliğin bir aileye veya hanedana nispet edilmesi çok rahatsız etmez. Yönetimin temel fikriyatı belli bir etnisiteyi veya belirli bir mezhebi hakim-resmi kimlik şeklinde dayatmadıkça sorun doğurmaz, doğursa da yıkıcı sonuçlara yol açmaz. ‘Ben Osmanoğulları hanedanının olduğu bir devlette yaşıyorum’ diyen, kendi etnik veya dini kimliğini inkar etmek durumunda kalmaz. Rakip hanedanlar arasında her zaman iktidar kavgaları olur; isyanlar patlak verir, bastırılır, bastırılmaz, yeni devletler kurulur; fakat bugün modern ulus devletlerin ve federasyonların özellikle çıkarttığı sorunlar müslümanların tarihinde yaşanmamıştır. Amerika kendi kültürünü getiriyor ve bir fil gibi bu nazik dükkana dalıyor. Her şeyin çok hassas bir şekilde dizayn edildiği bu bölge zücaciye dükkanındaki kristaller gibi son derece hassastır. Belli bir düzen, estetik ve adalet içinde yerleştirilmiştir. Fil dükkâna destursuz dalıyor ve her şeyi alt üst ediyor. Bu modelin tutması mümkün değildir.

Bu anlatılanlar çerçevesinde İslam dünyasında bugün yaşanan kaosa baktığımız zaman, savaşların ve iç çatışmaların sadece iç dinamiklerden kaynaklanmadığını söyleyebiliriz. Tarih boyunca benzer çatışmalar ve savaşlar olmadı da neden şimdi olmakta? Şiiler, Sünniler niçin birbirlerini öldürüyor? Bütün bu dramatik olaylara Batı’daki gördüğümüz örnekleriyle “din, mezhep, etnik çatışma” demek mümkün değildir. Müslüman fikir adamları, alimler, kanaat önderleri neden bu sorular üzerinde kafa yormuyor da, ateşein üzerine benzinle gidercesine, şu veya grubun tarafında yer alıyor?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar