
Türk, Kürt Ve Arap İttifakı
“Neden ittifaklar kuramıyoruz?” sorusunun cevabını özeleştiri yaparak cevaplamaya başlarsak meseleyi çözebiliriz. Başka türlü, geçmiş tarih okumalarıyla, ötekinin hatalarını saymakla, kendini yüceltmekle ittifaklar kurulamaz. Özeleştiri ortak bir noktada
Kemal Öztürk - Kritikbakis
Benim babam Kafkasya’dan Türkiye’nin doğusuna göçen bir Türk’tü. Annem ise o bölgede yaşayan Kürt aşiretlerinden birinin kızı. Kürtlerin ve Türklerin evliliğinden doğmuşum yani.
Türkiye’nin güneyine gitseniz Araplarla Türklerin evliliğinden doğan binlerce insan görürsünüz. Kuzeyinde Gürcülerle, Lazlarla, batısında Boşnaklarla, Arnavutlarla yaşanan evliliklerin sonucunu yüzlerce farklı tipte insanın yüzünden okursunuz.
Benzer hikâyeler Irak’ta, İran’da, Suriye’de, Lübnan’da, Ürdün’de, Filistin’de, Mısır’da da anlatılır. Kanları ve soyları birbirine geçmiş milletlerin yurdu bu topraklardır. Bizim genetik tarihimiz incelendiğinde onlarca ırktan ve milletten izler bulunuyor her defasında.
Çocuklarımızın isimleri ortaktır. Kürtler, Türkler, Farslar, Araplar birbirlerinin dillerinde isimler koyar çocuklarına. Oğlumun bir ismi Türkçe, bir kızımın ismi Farsçadan, diğeri Arapçadandır mesela.
Şarkılarımız da ortaktır. Türkiye’de Feyruz’un, Ümmü Gülsüm’ün, Şivan Perver’in şarkılarını Türkçe okuyan çok sanatçı vardır. İbrahim Tatlıses’in türküleri̇ni bilmeyen Kürt ve Arap yoktur sanırım.
Diyeceğim o ki, birbirine et ve tırnak gibi geçmiş milletlerin harman yeridir yaşadığımız coğrafya. Sanırım ne olduysa son 150 yılda oldu. Topraklarımıza uzak diyarların ülkeleri göz diktikten sonra huzur bulamaz olduk. Tarih kitaplarını değiştirip bir zamanlar akraba olduğumuz milletleri kötüleyen bilgiler soktular ve öyle eğittik çocuklarımızı. O bilgilerin çoğu emperyalist devletlerin kirli oyunları sonucu girdi zihinlere. Arapları Türklere, Türkleri Kürtlere kötüleyen fitne sonunda başarılı oldu, hepimizi birbirimize düşman ettiler. Herkes kendi ırkının, asabiyesinin yüceliğini konuştu, üstünlüğünü dayattı birbirine. Ne acı, ne utanç verici bir hikâye.
Daha acısı ise şu: Hepimiz “siyah derili olanın beyaz derili olana üstünlüğü yoktur” diyen bir Peygamberin dinine iman ediyoruz ve O’nun ümmeti olmakla övünüyoruz.
Acaba diyorum, Hz. Muhammed’in (SAV) karşısında otursak, kendi ırkımızın ve soyumuzun yüceliğini, üstünlüğünü anlatsak bize ne derdi?
Metaforik olarak hepimiz ümmet kavramına inanıyoruz ve sanırım yazdıklarıma itiraz eden olmaz. Zaten dolaştığım ülkelerde Arapları, Kürtleri ve Farsları bu düşünceleri hararetle destekleyip Müslüman kardeşliği üzerine benden daha fazla ayet ve hadis okurken gördüm.
Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Bu kardeşliği bozanların hep başkaları olduğunu iddia edip yine kendini temize çıkartıyorlar. Yani kimse kendinde bir sorun görmüyor. İyi de o zaman neden ittifaklar kuramıyoruz?
Artık çoğu Müslüman ümmet birlikteliğinin, bir arada yaşamanın, Müslüman kardeşliğinin bir romantizmden ibaret olduğunu düşünüyor. “Bir araya gelmemiz imkânsız” diyerek içine kapanıyor, sınırlarını kalın çizgilerle belirginleştiriyor, ulus devletlerini yüceltmek için çalışmaya koyuluyor. Aşırı milliyetçilik öylesine garip hale geldi ki, etnik kimlikler kendi içinde “en hakiki Arap”, “en gerçek Kürt”, “en yüce Türk” diye bir tartışma bile başladı. Böyledir, ırkçılık sonunda kendini bile yiyip bitirir.
Bu konuları yoğun olarak tartışıyoruz Türkiye’de bu sıralar. Çünkü geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Arap, Türk ve Kürt ittifakı üzerine önemli bir konuşma yaptı.
Şöyle dedi:
“Türkler, Kürtler ve Arapların ittifak yaptığında atlarının rüzgârı Çin Denizi’nden Adriyatik’e serin esintiler yaydı. Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. Moğol orduları acımasızca İslam beldelerini yıktı. Çünkü Türk, Kürt, Arap ayrışmıştı. Haçlılar İslam beldelerine saldırdı. Çünkü Türk, Kürt, Arap birbirinden kopmuştu. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybettik, aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Kudüs’ü yitirdik çünkü tefrika vardı.”
Retorik de olsa İslam ülkeleri arasında bu denli ortaklık ve ittifak vurgusu yapan başka lider var mıdır bilmiyorum. Erdoğan’ın bu söylemi Türkiye’de belirli kesimler tarafından reddedildi ve eleştirildi. Eleştirenler, “Araplar bizi arkadan vurdu, Kürtler bizi bölmeye çalıştı” diye Batılı ülkelerin kodladığı tarih okumalarıyla kendini yetiştirenlerdi.
Eminim bir Arap lider Türkler ve Kürtlerle ittifak çağrısı yapsa onu da “Türkler Arapları geri bıraktı, asimile etmeye kalktı” diyen aynı Batılı kaynaklardan beslenen Araplar eleştirir.
Ezberlerimiz var, bagajlarımız var ve yanlış tarih okumalarımız var. Tüm bunların üstüne, ulusların ittifakına karşı çıkan siyasetçilerin kendine özgü çıkarları, yol haritaları, bencil tutumlarını ekleyin.
“Neden ittifaklar kuramıyoruz?” sorusunun cevabını özeleştiri yaparak cevaplamaya başlarsak meseleyi çözebiliriz. Başka türlü, geçmiş tarih okumalarıyla, ötekinin hatalarını saymakla, kendini yüceltmekle ittifaklar kurulamaz. Özeleştiri ortak bir noktada buluşmamızı sağlar, ayrılıklardan kurtulmaya yarar.
Fakat görüyorum ki, yükselen popüler milliyetçilik nedeniyle o kutlu Peygamberin çocukları, beyazın siyaha üstünlüğünü anlatmakla geçiriyor günlerini. Makul insanlar ise sessizce olan biteni izliyor. O zaman meydan şovenist, popülist, uçlara savrulmaya müsait tiplerin at koşturduğu bir alana dönüyor işte.
Konuşmalıyız ve makul olanı savunmalıyız cesurca. “Arap’ın Türk’e üstünlüğü yoktur” diye Arap aydınları; “Türk’ün Kürtlere üstünlüğü yoktur” diye Türk aydınları yüksek sesle konuşmalı, yazmalı, kendini göstermeli.
O zaman bölgede ittifakların kurulduğunu göreceğiz.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.