Terörsüz Türkiye ve toplumsal hafıza
Bir sorunu yönetebilmek veya çözebilmek, öncelikle onu doğru tarif etmeyi gerektirir. Yani sorunun geçmişini bilmenizi, bugününü anlamanızı ve geleceğini öngörmenizi.
Bu cümleyi şöyle de kurabiliriz. Çözmek istediğiniz soruna dair bir hafızaya sahip olmak; aynı zamanda mevcut durumunu analiz etmek ve elbette sorunun gelecekte alabileceği biçim ya da boyutlar üzerine kafa yormak.
Terörsüz Türkiye sürecine dair yaşanan bazı tartışmalara eğilmek istiyorum bugün. Niyet ve irade konusunda hayli mesafe alınmasına rağmen, hedefe doğru ilerlerken yaşanan bazı tatsızlıkların nedenleri üzerinde durmak gerekiyor.
TOPLUMSAL HAFIZA CANLI
Önce hafıza boyutuna yakından bakmak istiyorum. Orada şöyle bir nokta var. Terörle mücadele ve örgütün bugüne kadar ülkemize, insanlarımıza yaşattığı acılar toplumsal hafızada sanıldığından çok daha canlı. Dolayısıyla sorunu çözmeyi murad ederken, ‘geçmişe takılıp kalmayalım, onların üzerini açmamak üzere kapatalım’ tarzı yaklaşımların toplumsal gerçekle bağı yok. Olamaz da.
İnsanların geçmişle olan bağlarını anlamak gerçekten büyük çaba gerektirir. Karmaşıktır; üst üste gelen hadiselerin, sevinçlerin, acıların katmanlarıyla yoğrulur. Kuşkusuz acının ve hüznün daha baskın bir yanı vardır. Hele bizim gibi toplumlarda bu çok daha belirleyicidir.
O nedenle bunca kayba uğramış ve acıya katlanmış insanların, geçmişe sünger çekmesini, unutmasını veya yokmuş gibi davranmasını beklemek beyhude bir çabadır.
DAHA FAZLA YARALAMAK
Anlaşıldığını hissetmeyen, acısı paylaşılmayan ve yaşadığı kaybın birileri tarafından değersizleştirildiğini düşünen her insan daha fazla yaralanmaya adaydır.
Konuşmak, modern dünyanın her derde deva ilaç gibi sunduğu bir araç olsa da; bazen daha kanatıcı ve sorunları derinleştiren tarafı olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Acının hafızası; üzerinin örtülmesini, laf olsun kabilinden konuşulmasını veya çözüme giden yolda bir dolgu malzemesi olmayı kabullenemez. Gündelik bir telaş, tüketilip sabah hatırlanmayacak bir hal ya da kavrayış değildir.
Tam aksine eğer çözüm yolunda adım atmak istiyorsak, geçmişi sıradan bir bilgi, malumat haline getirmekten özenle kaçınmalıyız. Hatırası olmayanın, bugünle bağı kalmaz, geleceğe bakamaz.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE BAŞARILI OLMALI
Niyetin sahih, çabanın anlamlı ve hedeflerinin makul olduğuna inandığım Terörsüz Türkiye konusunda, sürekli olarak dil ve üsluptan şikayet edilmesi tesadüf değil elbette. “Birbirimizi incitmeyelim, yaraları kaşımayalım” gibi uyarıları da çok samimi buluyorum. Ama aynı ölçüde de yetersiz görüyorum. Hayati önemdeki bir süreçte olduğumuza inandığım için bunları aktarıyorum.
İnsanları geçmişinden koparmak, hafızasındaki sevinç ya da hüzünleri “sil” tuşuyla ele almak, sadece daha fazla parçalanmayı beraberinde getirir.
DEVLET AYGITI VE AKLI
Devlet aygıtı, kendi aklını oluşturan mekanizmalarında bir sorunu ele alırken ve ona dair çözüm iradesi gösterirken, bir makine duyarsızlığında işleyemez. Sorumluluk hissettiği herkesin geçmişle olan bağlarını dinlemek, anlamak ve onu bir bütün halinde kavramak zorundadır.
Bir annenin yüreğinden asla çıkmayacak bir acıyı, bitmek bilmeyen konuşmalarla, “empati tüccarlığı”yla anlamak mümkün mü gerçekten? Sabrına, fedakarlığına ve bir başkasının o acıyı yaşamamasına gösterdiği hassasiyete yeterince değer vermeden alınacak bir mesafe olduğunu düşünmüyorum.
Hayatın kendi dengesi ve ritmi içinde varolanı yok sayarak yol alınamaz. Daha hızlı hareket etmeye değil, doğru hareket etmeye, hissetmeye ve hissettirmeye ihtiyacımız var.
Girilen yolun dönüşü olup olmadığını bilecek bir yerde değilim. Bildiğim, bir yola girilmişse, orada bir an önce sonuç almak adına yürünmesinin getireceklerine dair dikkatli olmak.
Toplumsal hafızanın varlığı, bir sorunun çözümüne engel değil, aksine ortak bir bilincin kaynağı olarak olmazsa olmazdır.


