Süveyda’da Yakılan Fitil

Süveyda’da Yakılan Fitil

Süveyda’daki gerilim yalnızca yerel bir sorun değildir; etnik-mezhepsel fay hatlarını tetikleyebilecek bölgesel bir krizdir. Bu nedenle çözüm, yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde çok katmanlı olmalıdır.

A+A-

Adnan Boynukara - Perspektif

Arap Baharı sonrası Suriye’de oluşan fay hatları artık hem iç hem dış müdahalelerle şekillenmeye devam ediyor. Süveyda’daki gelişmeler bu bağlamda yalnızca yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda İsrail’in bölgesel stratejisinin yeniden konumlanmasına işaret eden çok katmanlı ve tehlikeli bir kırılma. Bölgede var olan ve İsrail ile doğrudan ilişkili kimi isimlerin başı çektiği, uzun süredir Şam yönetimine karşı pasif bir direniş sürdüren bölge bu defa açık çağrılar, sembolik gösteriler ve dikkat çeken sloganlarla yeni bir evreye geçti.

Burada yaşananlar hem Suriye’nin hem de bölgenin geleceğini şekillendirecektir. Burası İsrail’in bölgesel yayılmacılığının ve saldırganlığının yeni laboratuvarına dönüşmüş durumdadır. Bu, aynı zamanda Türkiye’nin de hem Suriye hem de bölgedeki konumunu yakından etkileyecektir. 

Süveyda olayının arkasında, İsrail’in desteği ve sağladığı silahlarla harekete geçen, başını Hikmet el-Hicri’nin çektiği kişilerin olduğu biliniyor. Bölgedeki çatışmayı durdurmak için giden Suriye ordusuna pusu kurularak İsrail’in verdiği mühimmatla 700 askerin öldürülmesi bu grubun işi. Bahsettiğimiz Dürzi grup, ülkenin temel fay hatlarına yönelik saldırılar yapıyor; İsrail bayrağı taşıyor, SDG’yi çatışmaya çağırıyor, yeni Suriye yönetimini tahkir ediyor, Suriye ordusuna pusu kuruyor ve İsrail’in teolojik projelerinin taşıyıcısı olmaya hevesli. Bu pozisyon, meselenin sadece yerel sorunlarla ilgili olmadığını, bölgesel bir strateji olduğunu gösteriyor.

Dürzi El-Hicri ve SDG İttifakı mı?

Dürzi toplumu, yıllardır Esad rejimiyle karmaşık bir ilişki sürdürüyordu. Süveyda halkının ne tamamen muhalif ne de rejime entegre bir pozisyonu vardı. Yeni Şam yönetimi ile ana Dürzi toplum arasında karşılıklı bir mutabakat oluştu. Temel hakların güvence altına alınması, siyasi katılım ve temsiliyet konusunda alınan kararlar kıymetliydi. Ancak İsrail’in desteklediği el-Hicri grubunun pozisyonu farklı. Yaptırımların kalkmış olması, Donald Trump’ın Ahmed Hüseyin eş-Şara ile görüşmesi, AB’nin Şam hükümetini meşru kabul etmesi ve ülkenin sorunlarını çözmeye ilişkin adımlar İsrail’i tedirgin etmeye başladı. İsrail talimatıyla hareket eden el-Hicri ise agresifleşti.

Ortaya çıkan tabloyu, Suriye’nin yaşadığı sorunların dışavurumu olarak okumak yetersiz olur. Çünkü var olan tablo daha farklı temellere oturuyor. Çoğulcu Suriye yapısında etnik ve dinî bölünmelere zemin hazırlama eğilimi var. Üretilen çatışma dinamikleri, kullanılan kavramlar ve ifade biçimleri etnik ve dinî geleceğe işaret ediyor. Bunun somut göstergeleri ise grubun dillendirdiklerinin diğer tarafta yankı bulması. 

Bu kargaşa içinde, Kürt-Arap aşiretlerinin birikimi üzerine kurulmuş olan ve ‘örgüt kadroları’ tarafından yönetilen SDG’nin, İsrail aklının biçimlendirdiği “gelecek projeksiyonuna” hemen cevap vermesi, silahlı unsurların araçlı görüntülerinin servis edilmesi, tuzağın boyutunu göstermeye yetiyor. Hatta olayın spontane değil, planlı bir strateji olduğunu da gösteriyor. Bu tutum, kuzeydeki pozisyonunu uluslararası baskılar altında kaybetme riski içinde olan grubun, güneyde yeni bir meşruiyet alanı oluşturma arayışı olarak okunabilir.

SDG’nin Arap aşiretlerini yönetime entegre etme ve etnik yapısını genişletme çabaları sıkça gündeme geliyor. Ancak bu hamlelerin yüzeysel olduğu ve karar alma süreçlerinde gerçek bir değişim oluşturmadığı da biliniyor. Nihai karar mekanizmalarında hiçbir Arap temsilcinin olmadığı bir yapının nereden biçimlendiği gizli değil. Bunu en son ABD özel temsilcisi Tom Barrack açıklamıştı. SDG’nin Süveyda’ya yaklaşımı da bu bağlamda, etnik çeşitlilik bahanesiyle yeni nüfuz alanları oluşturma girişimi olarak görülmelidir. Bu pozisyon, yalnızca Suriye’nin toprak bütünlüğü açısından değil, Türkiye’nin sınır güvenliği ve kimliksel fay hatları açısından da risk üretme kapasitesine sahip.

İsrail’in Müdahalesi ve Vekil Arayışı

Hikmet el-Hicri ve adamlarının İsrail bayrağıyla yürümesi, çoğu zaman radikal bir jest gibi algılansa da pratikte çok daha fazlasını temsil ediyor. Bayrak, provokasyon ve İsrail’den “koruma, destek” talebidir. İsrail ise bu tür konularda zaten arzulu ve arzusunu fiili adımlarla ortaya koyuyor. Şam merkezine yönelik terörist saldırılar bunun göstergesiydi. İsrail, güney ile kuzey arasında bir bağ oluşturmayı ve iki grubu himayesine alıp vekil olarak ‘atamayı’ planlıyor.

“Davut Koridoru”, teoride Dürzileri hem kuzey hem de güneyde birleştirecek bir hat anlamına gelir. Bu sadece etnik bir proje değil. Tampon bölge, belki de gelecekte Şam rejimine alternatif bir siyasi kurgunun ilk adımı gibi. Ancak bölge ülkelerinin bu olasılığa izin vermeyeceği açıktır. İsrail, yıllardır bölgede iş görme tarzını monarşilerle ilişki kurmaya dayandırıyor. Belki de ilk defa halkların ismini kullanan örgütlerle ilişki kurmak arzusunda. Bölge halklarının, coğrafyayı kan gölüne çeviren bir terör devletinin işbirliği teklifine destek vermeyeceğine ilişkin kanaat güçlü. Ancak örgütlerin farklı davranma olasılığı var ve bu tutumun bölge hakları tarafından boşa çıkarılabileceği umudu güçlü.

Bu koridorun oluşturulması halinde, İsrail’in kuzey sınırındaki güvenlik kuşağı stratejisini Lübnan-Suriye sınırından Ürdün sınırına kadar yayması söz konusu olabilir. Ayrıca bu koridorun, mezhepsel bir tampon bölge olarak da işlev görebileceği ve böylece İsrail’in ‘içeriden kuşatılma’ algısını kırmayı hedeflediği de açık. Aslında üzerinde durulması gererken önemli konu, İsrail’in bölgedeki etkisini artırmak için yeni bir “soydaş” tanımı ve kapsamı geliştirme projesidir. İsrail bu proje ile güvenlik sorununu çözmek istiyor. Şu an Dürzilerle kurulan mevcut ilişki bu projenin ilk adımı.

Aşiretlerin Ortaya Çıkışı

Suriye’deki toplumsal dinamikleri doğru okumak önemli. Tüm etnik ve dinî grupların bir arada yaşaması kıymetlidir. Ancak farklı projelerin aparatı olan yapıların karşılaşacağı tablonun ne olacağı, son olaylarda net olarak görüldü. İsrail destekli el-Hicri ve adamlarının agresif siyasi adımlarına en somut tepki, çölün Arap halklarından, yani aşiretlerden geldi. Arap aşiretlerinin pozisyon almaları ve süreci yönetenlerin geri adım atması, bölgede geleneksel dengeleyici gücün kim olduğunu ve nasıl çalıştığını gösterdi. Aslında ortaya çıkan tablo, sosyolojinin harekete geçmesidir. Sünni Araplar, Baas’tan gördüklerini unutmadı ve yeni Şam yönetimine destek verdi. Suriye’nin farklı formatlarda bölünmesi üzerine kafa yoranların, ittifaklar geliştirmeye çalışanların ve vekâlet arayışında olanların bu sosyolojik gerçeği görmesi gerekir.

Türkiye’ye Etkisi

Bu olaylar, Suriye’nin iç meselesi gibi görünse de SDG’nin olayların parçası olma arzusu ve hamlesi, Türkiye için stratejik tehdit anlamına geliyor. Bu gelişmeler, PKK’nın silah bırakma sürecini sabote edebilir. Yoğun bir çaba ve duyarlılıkla yürütülen sürecin, küçük jeopolitik oyunlara ve bölge halklarının ortak düşmanı olan İsrail’in çıkarlarına kurban edilmemesi önemli. ABD’nin bölgeden çekilmeye başladığı bu süreçte, SDG’nin siyasal, askerî ve ideolojik pozisyonu konusunda Türkiye’nin tezlerini tekrarlaması önemlidir ve dikkate alınmalıdır. ABD özel temsilcisinin de katıldığı Şara-Mazlum görüşmelerinden hemen sonra, Şam yönetimine ilişkin yapılan açıklamalar, SDG’nin gerçek niyetini ortaya koyuyor.

Salih Muslim’in yaptığı açıklamada, “Suriye cumhurbaşkanını (Ahmed Şara) kim seçti? Cihatçı gruplar dışında hiç kimse. Bu sözde geçici hükümet yalnızca Sünni cihatçılardan oluşuyor. Kürtler, Ezidiler veya başkaları yok. Bunu kabul etmiyoruz. Buna uymayacağız” ifadeleri yer aldı. Bu sözler yalnızca geçici hükümete değil, genel olarak Arap Sünni temsiliyetine karşı çıkan, suçlayan, hatta mahkûm eden ve Suriye dışı unsurlara mesaj vermeyi içeren bir açıklamadır.

SDG ve Muslim, ABD’nin ve AB’nin Şara ile doğrudan görüştüğünü ve yaptırımları kaldırdıklarını unutuyor. Kullanılan dil, yalnızca iç kamuoyunda değil; aynı zamanda bölgesel ve uluslararası çevrelerde de endişe yaratıyor. SDG’nin Batı kamuoyunda kendisini seküler, demokrat ve eşitlikçi bir yapı olarak sunmasının sahici olmadığı, sahadaki mezhepsel ve etnik ayrıştırıcı açıklamalarla açıkça görülüyor. İkili dil ve örtülü ilişkilerin ürünü olan ajanda var oldukça, bölgesel aktörlerin diyalog kurma imkânı ortadan kalkar.

Bu tür açıklamalar sadece Arap-Sünni eksene mesafeli durmakla kalmıyor; SDG’nin etnik kimlikler üzerinden bölgeyi yeniden tasarlama isteğine ilişkin algıyı da güçlendiriyor. Bölge ülkeleri açısından bu pozisyonun hoş karşılanmayacağı açıktır. SDG, bu açıklamayla hem kendisini Şam’a karşı konumlandırıyor hem de Esad/Baas rejimini deviren Suriye muhalefetinin dayandığı Arap-Sünni eksenine mesafeli olduğunu ve ülke dışı unsurlarla işbirliği arayışına açık olduğunu ima ediyor.

Bölgesel Aktörler

Suriye, Soğuk Savaş sonrası dönemin en uzun süren vekâlet savaşına sahne olmuş bir ülkedir. Bu savaşta aktörlerin pozisyonları değişse de amaçları büyük oranda sabit kalmıştır: Etki alanı kazanmak, jeopolitik çıkarları güvence altına almak ve rakip ittifakları dengelemek. Türkiye dışında, Suriye konusunda ne düşündüğü önemli olan ülkeler ABD, Suudi Arabistan ve Körfez’in diğer aktörleriyle Ürdün’dür. İsrail ise bugün Suriye’deki stratejik istikrarsızlığı savunan ve bunu uygulamaya koymaya çalışan ana aktör konumundadır. İsrail, Suriye’nin istikrarını kendisi için ulusal güvenlik tehdit olarak kodlamış durumunda.

İran, Suriye’de Esad döneminden beri en güçlü dış aktörlerden biri olsa da yeni Şam yönetimiyle ilişkileri sınırlı. Şara yönetimini doğrudan tanımamış ve gelişmeleri temkinli bir şekilde izlemektedir. Ancak İran açısından Suriye’nin toprak bütünlüğünün çok önemli olduğu açık. Bu nedenle Süveyda’daki ayrışma girişimleri ve yeni denklem olasılığı, İran’ı rahatsız eder. Hikmet el-Hicri gibi İsrail’e açık selam duran aktörlerin öne çıkması, İran’ın bölgeye ilişkin pozisyonu açısından tehdit olarak okunur. İran sessiz ama endişelidir.

Rusya, yeni Şam yönetimiyle siyasi temaslarını sınırlı tutmaktadır. Moskova, geçiş sürecini ABD ve BM ile uyumlu yürütmek istemektedir. Süveyda’da yaşanan gelişmeler ise Rusya için yeni bir istikrarsızlık riski anlamına gelir. İsrail’in güneyde vekil yapı kurma hamlesi, Rusya’nın Suriye’de kurmaya çalıştığı dengeyi bozabilir.

Ürdün, Süveyda’ya sınırı olan, Dürzilerle tarihsel ilişki kurmuş bir ülkedir. Ancak en büyük hassasiyeti sınır güvenliği ve mülteci baskısıdır. Süveyda’da silahlı grupların güç kazanması, Ürdün için doğrudan tehdit anlamına gelir. Özellikle SDG gibi yapılar üzerinden dış aktörlerin bu bölgeye sızması, Amman yönetimini alarma geçirir. Ürdün bu nedenle diplomatik sessizliğini sahada güvenlik önlemleriyle tamamlamaktadır.

Çözüm Mümkün mü?

Süveyda’daki gerilim yalnızca yerel bir sorun değildir; etnik-mezhepsel fay hatlarını tetikleyebilecek bölgesel bir krizdir. Bu nedenle çözüm, yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde çok katmanlı olmalıdır. Yerel düzeyde, Dürzi toplumunun meşru taleplerini tanıyan ama ayrılıkçılığa kapı aralamayan bir mutabakat güçlendirilmeli. Yeni Şam yönetiminin, tüm toplumsal temsiliyetlerle doğrudan ve şeffaf biçimde temas kurması önemli. Bölgesel düzeyde, Türkiye, Ürdün, Irak ve Lübnan gibi komşu ülkeler, Suriye’nin toprak bütünlüğünü esas alan bir ortak zemin geliştirmelidir. İsrail’in vekil aktörler yoluyla kurmak istediği etnik kuşatmaya karşı ortak refleks göstermeleri ciddi karşılık bulabilir.

Uluslararası düzeyde, SDG’nin ABD ve AB nezdindeki destek mekanizmaları gözden geçirilmelidir. Örgütün demokrasi ve temsiliyet söylemleriyle eylemleri arasındaki çelişkiler muhataplarına iletilmelidir. Yeni Şam yönetimine verilecek destek, merkezileşmeyi ve birliği güçlendirebilir. Kısacası, çözüm sadece askerî değil; siyasi ve sosyolojik bir yaklaşım gerektiriyor. Provokasyonlara karşı soğukkanlı ama kararlı şekilde hareket edilmesi, Suriye’de kalıcı barışın anahtarı olabilir.

Eski Haritalar, Yeni Hesaplar

Süveyda’daki eylemlerin sahadaki organizasyonundan İsrail destekli Dürzi şeyhi sorumludur. Ancak son gelişmeler, bu hareketliliğin birkaç paralel aktör tarafından tetiklendiğini ortaya koymaktadır. İlk grup Lübnan, İsrail ve Avrupa’daki Dürzi diasporası, ikinci grup Baas rejiminin yeraltına çekilen unsurları, üçüncü grup ise SDG ile taktiksel işbirliğine açık duran çevreler. Bu gruplar, sosyal medya üzerinden söylem belirleme, Şam yönetimi aleyhine kamuoyu oluşturma ve sahayı biçimlendirme konusunda etkililer. Öte yandan SDG’nin Şam yönetimine ilişkin açıklamaları ve askerî konvoy görüntüleri, meselenin sadece halk tabanlı olmadığını, aynı zamanda profesyonel bir planlamanın sonucu olduğunu da teyit ediyor.

Süveyda’daki gelişmeler, Suriye iç savaşının ilk dönemindeki dinamiklerden çok farklı bir noktaya evrildiğini gösteriyor. Bu artık sadece rejim-muhalif çatışması değil, etnik, mezhepsel ve uluslararası boyutları olan bir sürece işaret ediyor. Ortaya çıkan tablo, Şam yönetimi için yeni bir istikrarsızlık olmanın ötesinde, bölge ülkeleri için de yeni bir tehdit anlamına geliyor. Süveyda fitili yanarken, çölün dengesini sarsmak yalnızca Suriye rejimini değil, bölgedeki tüm düzenleri etkileyebilecek potansiyele sahip. İsrail’in yeni “soydaş” kapsamının genişleme olasılığı da bölge ülkelerini bekleyen farklı bir tehdit.

Ancak hesap yaparken sosyolojiyi yok saymanın hesapları bozabileceği görüldü. Bu bağlamda, bölge ülkelerinin ve özellikle Türkiye’nin, Suriye’nin toprak bütünlüğünü önceleyen, yerel halkların temsilini gözeten ama dış müdahalelere set çeken bir diplomasi stratejisi geliştirmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Zira tarihin her döneminde olduğu gibi Suriye gibi çok katmanlı toplumlarda istikrarsızlık yalnızca sınırlar içinde kalmaz, tüm bölgeyi etkiler. Bu nedenle çok taraflı bir diplomasi stratejisi elzem.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.