
Ahlaki Hayatın Sonu
Muhafazakar ya da seküler, bütün önyargılar, sağduyudan yoksun oldukları için, ahlaki hayatlar yaşamayı imkansız hale getiriyor. Toplum, bu önyargılar sebebiyle, politik rekabet ve karşıtlıklar sebebiyle, ahlaken/hukuken/vicdanen sorunlu uygulamalara, bas
Atasoy Müftüoğlu - İslamianaliz
Kendilerini, yerli-milli bağlama/önceliklere/beklentilere, hassasiyetlere, çıkarlara/ilişkilere/bağımlılıklara/parçalara kapattıkları için; İslami bütünü/bütünlüğü temsil bilincine/ahlakına sahip olmayan, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, Türkiye’de, kendilerini bütünüyle oportünist/popülist/sağ/muhafazakar politik gündemle, insani hayatı imkansız kılan kutuplaştırıcı/kamplaştırıcı gündemle, sınırlandırdıkları için, bu gündemin, toplumu bütün boyutlarıyla ahlaki ve düşünsel erdemlere yabancılaştırdığını, toplumun bütünüyle ahlaki-düşünsel erdemlerden koparıldığını görmüyor ve hissetmiyor. Toplumsal farkındalığın farkında olmayan bu çevreler, toplumda, her alanda ilkelliğin kol gezdiğini teşhis edemiyor. Kültürel duyarlılık yoksunluğu, toplumsallaşıyor. Bu nedenle de ahlaki-düşünsel erdemlere yabancılaşmanın, bu erdemlere hiç bir suretle ihtiyaç duymamanın, çok büyük bir trajedi kaynağı olduğunu konuşmuyor, tartışmıyoruz. Bütün bunlar, Türkiye’de, ahlaki hayatın sonu'nu yaşadığımızı gösterir.
Politik hayatın oportünist gündemi, hiç değişmeyen gündemi, varoluşsal anlamları/değerleri/kavramları bir antika nesnesine, müzelik nesnelere dönüştürüyor. Oportünist/popülist politik gündemin büyüsüne kapılan sağ-muhafazakar kesimler, etnik-mezhepçi ideolojik bencillikleri, önyargıları tahkim etmek suretiyle, yaşanmaya değer anlamlı bir hayatı yaşamaktan, gönüllü olarak vazgeçiyor, gönüllü köleliği seçiyor. Gönüllü kölelikler radikal haksızlıklara, radikal sapmalara tutunarak, bunları içselleştirebiliyor. Epistemik edilgenlik/yetersizlik/dikkatsizlik/ilgisizlik/kayıtsızlık içerisinde bulunan toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da ahlaki-eleştirel düşünce yoksunluğu sebebiyle politik ihtiraslar, iktidar ihtirasları, süfli beklentiler-yönelişler, selim akla ve ahlaka galip gelebiliyor.
Muhafazakar ya da seküler, bütün önyargılar, sağduyudan yoksun oldukları için, ahlaki hayatlar yaşamayı imkansız hale getiriyor. Toplum, bu önyargılar sebebiyle, politik rekabet ve karşıtlıklar sebebiyle, ahlaken/hukuken/vicdanen sorunlu uygulamalara, baskıcı, terörize edici uygulamalara maruz kalıyor. Muhafazakar ya da seküler önyargılar, düşüncesiz ve bilgisiz yargılardan kaynaklanıyor. İnsani müsamaha, muhakeme/tefekkür/muhasebe erdemlerini reddederek, inkar ederek, politik çıkarlar adına, muhalif tercihleri, ötekileştirmek, aşağılamak, hapishanelere kapatmak, ahlaki anlamda savunulabilir bir durum değildir. Toplumda, sistematik olarak korku ve nefret üreten, politik zihniyetten ahlaki yargılarda bulunması beklenemez. Mevcut sistemin/düzenin kaçınılmazlığına inanmak, yeni başlangıçlara, yeni tahayyül ve tasavvurlara geçit vermiyor. Kendilerini İslam’a nisbet eden, düşünce kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, mevcut politik uygulamaların, sistemi meşrulaştırabilmek için, İslam’ı araçsallaştırmasını çok derin bir sessizlikle onaylayabiliyor.
İslam toplumlarında, istisnasız bütün cemaatler/partiler, düşünsel/eleştirel/entelektüel bağımsızlığa sahip olmayan, düşünsel/eleştirel bağımsızlığı akıllarından/hayallerinden bile geçirmeyen, bireyler tarafından oluşturulduğu için bütün tek adam rejimleri saltanatlarını keyfi bir biçimde/bütün aşırılıkları normalleştirerek sürdürebiliyor. İslam toplumlarında, hiç bir şekilde sorgulanmayan yapısal edilgenlik sebebiyle, her tür statüko mevcudiyetini koruyabiliyor. Kadınları üreme makineleri gibi gören patolojik bir kültür, toplumu maganda toplumuna dönüştürüyor. Sözünü ettiğimiz, sorgulanamayan, tartışılamayan yapısal edilgenlikler sebebiyle, İslam dünyası ulus-devletleri, kendi varoluş koşullarını belirleme iradesine sahip olmadıkları için, Siyonist terör devleti İsrail, İslam ülkelerinin siyasal iddialarını da bütünüyle soykırıma tabi tutabiliyor.
Güç eşitsizliklerinin belirleyici olduğu, teknik akılcılık dünyası karşısında, İslam dünyası parçalanmışlıklardan tekbenciliklerden kaynaklanan derin hiçlikler yaşıyor. İslami bütünü/bütünlüğü temsil yeteneğine sahip entelektüel hareketler/kadrolar, siyasal hareketler/kadrolar ortak sorumluluk duygusu temelinde, ortak çabalarla, içerisinde bulunduğumuz ağır koşulları, ilkel koşulları değiştirebilirdi. Ancak, günümüz İslam toplumlarında, ihtiras ile malûl yerel tiranlar, evrensel İslami bilincin uyanışını, yerli-milli araçlarla engellemeye devam ediyor. Bu noktada, Aristo'dan bir alıntı yapmak çok anlamlı olabilir "Hedef iyiyse, zeki olmak takdire şayan bir şeydir, fakat, hedef süfliyse, zeki olmak demek, ahlaksız olmak demektir."
İslami misyonu/vizyonu/ufku ve evrensel İslami içeriği temsil ve tecrübe etmek çok büyük nitelikler, çok kapsamlı derinlikler ister. Vulgarize edilmiş bir dindarlığın, evrensel İslami bilinci bütünüyle etkisiz kıldığı bir toplumun, bir maganda toplumu haline gelmesi/getirilmesi yadırganmamalıdır. Bugünün dünyasında, toplumlarında, özellikle de İslam toplumu olarak tanımlanan toplumlarda, ahlaki bilinç mücadelesi hayati önem taşıyan bir mücadeledir. Bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda, bu bağlamda, ahlaki bilinç mücadelesinin izine rastlamak mümkün değildir. Popülizm/hamaset ve propaganda kültürü tarafından istila edilen bir toplumda/büyük nitelikler aramak, büyük bilgelikler aramak, büyük erdemler aramak, bu niteliklere sahip kadrolar aramak beyhude bir uğraştan ibarettir. Bugün, İslam toplumları ucuz umutların, ucuz ideallerin, ucuz iddiaların sefaletini yaşıyor.
Hangi toplumda olursa olsun, önyargı salgınlarının çok derin bir izansızlıkla sonuçlandığını görmek gerekir. Önyargıları politik çıkarlar adına tahkim etmeye çalışmak, kişilik ve karakter zaaflarıyla, feraset yoksunluğu ile ilgilidir. Başkalarıyla birlikte, muhaliflerle birlikte yaşamayı öğrenemeyen, hiç bir şey öğrenmemiş demektir. Birlikte yaşamak yerine başkalarına/muhaliflere yönelik olarak sürdürülen tahakküm ve kibir gösterileri, saldırganlıkla/dışlayıcılıkla, dayatmalarla yakından ilgilidir. Konformist bir kültüre mahkûm olan toplumlar, zombi düşüncelere, fikirlere de mahkûm olurlar. Ahlaki/düşünsel edilgenlik, değişime kapalı olduğu için, her şeyin hiç değiştirilmeden sürdürülmesini ister. Alışkanlıklar, gelenek ve görenekler, bağımsız-eleştirel düşünme yeteneğini yok ederler.
Zihinsel/ruhsal yeteneklerimize/niteliklerimize çok büyük zararlar veren önyargıların, tehlikeli bir virüs gibi yayılabildiği bir toplumda, eleştirel muhakeme yürütme yetisine sahip kadroların yetiştirilmesi, öncelikli bir sorumluluk olmalıdır. Önyargılar temelinde düşünmek/yazmak, kötülüğü düşünmek demektir. Entelektüel emperyalizme maruz kaldığımız ve bu emperyalizmle entelektüel bir hesaplaşma iradesi ortaya koyamadığımız için, kendi hayat tarzımızı, dünya görüşümüzü, düşünme, yorumlama tarzımızı seçmekte özgür değiliz. Maruz kaldığımız entelektüel emperyalizm sebebiyle, neyi/nasıl/hangi çerçevede, hangi içerikle, hangi üslupla konuşacağımızı, tartışacağımızı bilmiyoruz.
Toplumlarımızda, politik kadrolar, politik tercihlerinin dayatmalarının, keyfiliklerinin ahlaki mahiyeti üzerinde hiç düşünmüyor. Toplumlarımızda ötedenberi yaşanagelen keyfilikler, bencillikler, karşıtlıklar, düşmanlıklar, önyargı salgınları, epistemik sorumluluk ve dikkate sahip olmadığımız için sıradanlaşıyor. "Bizim için" her şey mubah, "onlar için" her şey haram siyaseti, çıkar ve iktidar savaşlarının sınır tanımayan keyfilikleri, ahlaki hayatın sona erdiğini gösteriyor. Ahlaki hayatın sonunu, kendilerini muhafazakar/dindar olarak tanımlayan kesimlerin hazırlamış olmaları utanç verici bir hikayenin konusudur. Muhafazakar/dindar kesimler, iktidar imkan ve ayrıcalıklarına sahip olduklarında, muhafazakarlığı ve dindarlığı, oportünist muhafazakarlığa, oportünist dindarlığa dönüştürmeyi ve soğuk faydacılığı öğrendiler, bu konuda uzmanlaştılar, bu nedenle de, bugün, bütün ahlaki soruları cevapsız bırakıyor, varoluşsal meselelere, hakikat ve adalete kayıtsız kalıyor. Soğuk faydacılık, oportünist muhafazakar kesimlerin, ahlaki akıl yürütme yeteneklerini ve sorumluluklarını kaybetmelerine neden oldu. İlkesel olarak soğuk faydacılığı ve evet efendimciliği seçen, düşünme-tefekkür ihtiyacı duymayan toplulukların varoluşsal meseleler üzerinde yoğunlaştıkları hiç duyulmamış, görülmemiştir.
Soğuk faydacılıkla, akademik soğukluk arasında ciddi bir yakınlık olduğunu kaydetmek gerekir. Soğuk faydacılıkların ve akademik soğuklukların kalbi yoktur. Soğuk faydacılık da, akademik soğukluk da, araçsal aklın, rasyonel aklın sınırları içerisinde yaşamaya mahkûmdur. İslam ülkeleri rejimleri bugün, hamaset söylemleri aracılığıyla gerçekleri gözardı etmeye devam ediyor. Ekonomik yamyamlığın, ırkçı yamyamlığın belirleyici olduğu, insanlık düşmanı bir sistemle, büyük kötülüklerin hükümranlığını temsil eden bir sistemle, bu sistemin emperyalizmi ile uzlaşan İslam ülkeleri, hem içeride, hem de dışarıda akıl almaz ittifaklar, akıl almaz karşıtlıklar, dostluklar oluşturuyor. Teknoloji tiranları, büyük teknoloji şirketlerinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde, her rejimle, otoriter rejimlerle de işbirliği yapabiliyor. Günümüz dünyasında her şey, her yeni gelişme, icat/inşa vb. kapitalist gerçekliğin sınırları içerisinde gerçekleşiyor.
Müslümanlar olarak, eylemlerimizin, etkinliklerimizin, ilişkilerimizin ve tercihlerimizin ahlaki yönü üzerinde bütün bir içtenliğimizle düşünmek zorundayız. Tercihlerimizle ilgili olarak, ahlaki hesap verebilecek bir inceliğe/dikkate sahip olabilmeliyiz. Muhakeme yeteneğine sahip olmayan kalabalıklar, ahlaki olmayan manipülasyonlara açık olurlar. Toplam kötülüklerin, toplam iyiliklerden çok daha fazla olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kötülük iradesi, iyilik iradesine hayat hakkı tanımıyor. Büyük kötülük iradesini temsil eden Amerikan emperyalizmi, insanlık tarihinin en korkunç soykırımını gerçekleştiren Siyonist katilleri tebrik ve takdir edebiliyor. Günümüz toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, ahlaki akıl ve ahlaki irade hayattan çekiliyor. Tahakküm iradesi, kötülük iradesi, araçsal olmayan ahlaki değerleri umursamıyor. Bir toplumda, Türkiye’de olduğu gibi, İslam ve faşizm sözcüklerinin birbirini tamamlayabilecek şekilde, bir arada kullanılabiliyor oluşu, İslam adına hareket ettikleri düşünülen iktidar sahiplerinin keyfi ve hukuksuz tasarruflarının toplumda uyandırdığı ahlaki infialden kaynaklanıyor olmalı.
İslamı araçsal bir değere indirgeyerek değersizleştiren soğuk faydacılıkla ilgili olarak, kendilerini İslam’a nisbet eden kesimler, hiçbir sorgulama yapmayı düşünmüyor. Bir toplumun ahlaki yanlışları yanlış olarak kabul etmemesi kadar derin bir çürüme ve kokuşma olamaz. Ahlaki duyarlılık kaybına uğrayan, ahlaki felaketleri, ahlaki fosilleşmeleri umursamayan bir toplumda, politik basiretsizliğin ve yüzsüzlüğün sıradanlaştığı bir toplumda, iftihar edilebilecek hiç bir şey yoktur. Popülizmin ve hamasetin istilası altında bulunan toplumlarda, eleştirel bilginin, eleştirel düşüncenin sorumluluğunu üstlenebilecek entelektüel kadrolar yoktur. Konformist bir geleneğe hapsedilen bir toplumda, Türkiye’de de, somut olarak görülebileceği üzere, eleştirel evrensel içerik üretebilecek çapta düşünürler yetişmiyor. Popülizm ve hamasetin istilası altında bulunan toplumlarda, popülizm ve hamaset pazarlamacılığıyla varlıklarını sürdüren politik figürler, yaptıkları tercihlerin doğru mu, yanlış mı, isabetli mi, isabetsiz mi olduğunu, ahlaki olup olmadığını kavrama yeteneğine sahip değildirler.
Sağcı-muhafazakar, politik popülizm ve hamaset kültürünün istilası altında bulunan toplumlarda, Türkiye’de de, hiç bir kültürel/entelektüel/felsefi/estetik değer üretilmiyor. Bu tür toplumlarda hiç bir zaman derinlikli-nitelikli yapısal değişimlerin mümkün olmayacağını idrak etmek gerekir. Sorgulayıcı düşünceye hayat hakkı tanımayan, sağ-muhafazakar/otoriter bir rejim adına, kültürel/felsefi/entelektüel/estetik değer üretemeyen toplumları tahakküm altında tutmak, dışlama ve meşrulaştırma aracı olarak kullanılagelen, etnik/dini hassasiyetler aracılığıyla, tahakkümü tahkim edebiliyor. İslam dünyası ulus-devletleri, devlet emperyalizmleri aracılığıyla, İslam’ı evrensel işlevlerinden, misyonundan, tüm insanlığı etkileyebilecek içeriğinden alıkoymak üzere, yerli-milli-mistik-cüppeli meczuplar üreterek, bu meczuplara dini bir otorite ve meşruiyet kazandırarak, bunlar aracılığıyla toplumu istenilen doğrultuda yönlendirmek üzere psikolojik manipülasyonlar üretiyor.
İslam toplumlarında yerel tiranlar, kendi çıkarları doğrultusunda icat ettikleri-kurguladıkları gerçekliğe tapınan narsistler olarak mevcudiyetlerini rahatlıkla sürdürebiliyor. Gerektiğinde otoriteyi sorgulaması, eleştirel sorgulamalar yapması gereken İslami kültür, bugün, ne yazık ki, otoriteye tapınan bir kültüre dönüştürülmüş bulunuyor. Eleştirel sorgulamalar yapmayan, yapamayan toplumlar/kültürler, zihinsel-ruhsal kötürümleşmeyi derinleştirmekten başka bir şey yapamazlar. Keramet/kehanet/menkıbe üretme yeteneğine sahip oldukları halde, kültür üretme yeteneğine/bilincine/ufkuna sahip olmayan toplumlar, bu konumlarıyla sıfırı tüketen toplumlar arasına katılırlar.
Sömürgeci ırkçı amaçlar doğrultusunda, dünyayı, kültürel anlamda biçimlendiren, modernleştirme saplantısı adına, saldırgan-kibirli-sömürgeci varoluş/düşünüş/yaşayış tarzını, toplumlarımıza dayatan entelektüel emperyalizm karşısında, İslam’ın evrensel imkanlarına başvurmak yerine, konformizme/hamasete/popülist propaganda kültürüne tutunmak, hiçbir şekilde çıkışı olmayan bir mahkûmiyeti seçmek demektir. Yayılmacı bir kültür karşısında, içe ve yerelliklere kapanan, hep sabit kalan bir kültür tarih üretme yeteneğini kaybeder.
Günümüzde, küresel İslami misyonu-etkisi-belirleyiciliği olan bir İslam dünyası projesi, bir kader birliği projesi; patolojik ulus-devlet bencillikleri, sınır tanımayan milliyetçilikler ve mezhepçilikler tarafından engelleniyor. Bütün bu tuhaf engellemeler, İslam’ın varoluşsal değerlerini dikkate almayan bir bilinç çürümesinden kaynaklanıyor.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.