1. YAZARLAR

  2. Mensur Akgün

  3. Suriye’nin geleceği giderek daha az tartışılırken…
Mensur Akgün

Mensur Akgün

Suriye’nin geleceği giderek daha az tartışılırken…

A+A-

Suriye yönetiminin işi hiç kolay değil. 14 yıllık iç savaş sonrasında yıkılmış, parçalanmış bir ülkeyi istikrara kavuşturmak, ekonomisini canlandırmak, hasımlarından korumak çok zor. Güneyde Dürziler, en azından bir kısmı, kuzeyde PKK türevi SDG bağımsızlık istiyor. Kendilerine bağlı birlikler de dahil kimse şiddeti siyasetin aracı olarak kullanmaktan kaçınmıyor.

Neyse ki ülkenin başında stratejik vizyonu olan bir ekip var, üslendikleri sorumluluğun farkında görünüyorlar ve uzlaşmayı, meşruiyet zemini yaratmayı, dünyaya hitap ederken doğru terminoloji kullanmayı önemsiyorlar. Provokasyonlara kapılmadan, uzun erimli çıkarlarını gözeterek hareket ediyorlar. Takip edebildiğim kadarıyla da Türkiye’nin telkinlerine önem veriyorlar.

Rusya’nın başının Ukrayna’da dertte olması, İran’ın kendini kurtarmaya, rejimin fiziki bekasını sağlamaya çalışması, Gazze sorununun çözüm yolunda ilerlemesi, Avrupa’nın belli başlı ülkelerinin hiçbir şey için değilse bile mülteci konusu yüzünden ülkenin istikrarını ciddiye alması, hepsinin ötesinde toprak bütünlüğü korunmuş bir Suriye’nin Trump’ın bölge vizyonuyla örtüşmesi kendilerine yardımcı oluyor.

Zaman zaman çıkan çatışmalar geçtiğimiz günlerde olduğu gibi genelde Amerika’nın diplomatik müdahalesiyle sonlandırılıyor, ülke yavaş ama kararlı adımlarla demokratik meşruiyetinin çok tartışmalı olmayacağı bir yönde ilerliyor. Büyük ölçüde ikincil seçmenlerce kullanılan oyların neticesinde kurulacak Halk Meclisi de -kapsama alanındaki açık kapatıldığında- bu doğrultuda atılan bir adım olacağa benziyor.

Eğer rejim ülke içi ve dışındaki meydan okumaları şimdiki gibi doğru okuyup makul politikalar üretmeyi sürdürürse sonuçta ortaya dış, güvenlik, iktisat ve maliye politikalarında bütünleşik, kültürel otonomisi olan, muhtemelen federal ya da ona benzer bir yapı çıkacak. Yeni Suriye sanırım eskisinden daha çok ama evrensel standarttan daha az demokratik olacak, fakat umarım yönetim modeli anlamında Lübnan’a benzemeyecek.

Türkiye açısından bakıldığında da güvenlik tüketen bir yer olmaktan çıkacak. Eski rejimin en sadık destekçisi Rusya ile kurdukları özel ilişkiler, tepkiselliği ve ideolojik saplantıyı dışlayan politikaları, ülkelerinde bulunan iki askeri üssüne karşı takındıkları yapıcı tutum umut vadediyor. Rusya’nın sınırlı da olsa ekonomik desteğinden, diplomatik ve belki ileride askeri korumasından yararlanma imkanının kapılarını açıyor.

Bu ilişkinin niteliği Foreign Affairs’de Hanna Notte’nin vurguladığı gibi Amerika ve Avrupa ile pazarlık pozisyonunu da güçlendiriyor. Güvenlik Konseyi’indeki veto yetkisini yeni rejimin beklentileri yönünde kullanmasını sağlama potansiyeli taşıyor. Tahıl yardımı yapılmasının zeminini oluşturuyor. Bence Rusya’nın başta SDG olmak üzere farklı aktörlere yatırım yapmasına engel oluyor. Kim bilir belki de Esad’ın gizlendiği Rusya’da zehirlenip hastaneye kaldırılmasının -eğer çıkan haber doğruysa- arkasında bile böylesi bir anlayış veya pazarlık yatıyor.

Ancak Suriye’nin her anlamda yeniden ayakları üstüne dikilebilmesi, hatta kimse için tehdit olmadığının daha iyi anlaşılması için kendi rejimi kadar Türkiye’ye de önemli sorumluluk düşüyor. Türkiye de aslına bakarsanız elindeki imkanları, kimseyi yabancılaştırmadan, sorumluluk almaktan kaçırmadan, Suriye’yi kendi arka bahçesi gibi algılatmadan ve göründüğü kadarıyla egemen eşitlik temelinde kullanıyor.

Bizim bu politikayı sürdürmemiz, SDG ve/veya İsrail’in teşebbüslerinden etkilenmeden Suriye’yi normalleşmeye teşvik edici adımlar atmamız, ülkenin koşullarını iyi okuyup maksimalist taleplerle değil coğrafi bütünlük temelinde ülkenin geleceğini tasavvur etmemiz, diplomasinin imkanlarından da sonuna kadar yararlanmamız gerekiyor ki sonunda her anlamda biz karlı çıkalım…

Önceki ve Sonraki Yazılar