
Siyonizm’in Kırılgan Sınırı: Falaşalar ve İç Direniş Potansiyeli
Falaşalar, İsrail toplumunun en alt tabakasında yer alan, sistematik ayrımcılıkla sindirilmiş bir halk olabilir. Fakat aynı zamanda bu sistemin en tehlikeli fay hattını da oluşturuyorlar. Tarih boyunca içten gelen sarsıntılarla çöken birçok otoriter rejim
her şey bir rüzgâra bakıyor ağabey
bakma esrar çekip mayıştıklarına
bir gün var ya bu mağribli çocuklar
bir gün yakacaklar Paris’i
— Hakan Albayrak
Hakan Albayrak’ın 1996 yılında yazdığı Mağribli Çocuklar şiiri, Mağribli çocuklar Paris’i yakıp yıkmaya başladığında çokça konuşulmuş ve Türkiye’de bir direniş şiiri haline gelmişti. Aslında Albayrak’ın bu meşhur şiiri sadece Paris’in banliyölerinde değil, tüm dünyada ötekileştirilenlerin bir gün içten yanacak bir ateşe dönüşeceğini anlatıyordu. Bugün Ortadoğu coğrafyasında aynı ihtimal İsrail için de geçerli. Çünkü İsrail, yalnızca bir işgal devleti değil, aynı zamanda bölgede kalıcı bir kaos üretme projesinin merkez aktörlerinden biri. Bu yayılmacı ve yıkıcı politikaların uzun vadede İsrail’in içinden doğacak bir direnişle sarsılacağını söylemek şaşırtıcı değil. Bu iç direnişin potansiyel taşıyıcıları ise İsrail’in kendi ötekileri; yani Falaşalar, Etiyopyalı Yahudiler.
İsrail’in Yayılmacılık ve Savaş Stratejisi
İsrail, son yıllarda Ortadoğu’da askerî ve istihbarî müdahalelerini yoğunlaştırdı. Henüz 1948’de kurulmadan önce bile Filistin’i terörize eden İsrail, özellikle 7 Ekim olaylarından bu yana Ortadoğu’ya kâbusu yaşatıyor. Son iki yılda Gazze’ye yönelik yürüttüğü geniş çaplı saldırılar, on binlerce sivilin ölümüne ve tüm kentin büyük ölçüde yok edilmesine sebep oldu. Aynı dönemde Lübnan sınırında yaşanan çatışmalar da ciddi bir bölgesel savaş riskini doğurdu. İran ile süregiden örtülü savaş ve sonrasında İsrail’in, 2025 yılında İran’a yönelik saldırıları ve sabotajları bölgedeki kaosu zirveye çıkardı.
Diğer yandan 10 yılı aşkın süren iç savaşın ardından Suriye ekonomisi çöktü, siyasi otorite zayıfladı ve toplumsal yapılar derin yaralar aldı. Bu kırılganlık, İsrail için müdahale ve nüfuz genişletme açısından uygun bir zemin oluşturuyor. 16 Temmuz 2025 tarihinde Suriye Genelkurmay Başkanlığı’nı vuran İsrail, bu saldırılarla sınır tanımazlığını bir kez daha ortaya koydu.
Bu saldırgan politika, yalnızca bölgeyi değil, küresel güvenliği de tehdit ediyor. İsrail’in “Önleyici Vuruş Doktrini” çerçevesinde geliştirdiği bu strateji, askerî üstünlüğünü sergilerken bölgesel istikrarsızlığı derinleştiren bir araç haline geldi. İsrail’in bu yayılmacılığı, “vadedilmiş toprak-seçilmiş halk” öğretisinin modern bir jeopolitik pratiğe dönüştürülmesinin doğrudan sonucu. Bu Siyonist anlayış, İsrail’in kuruluşuna sözde ahlaki meşruiyet çabası içeriyordu. Yine bu anlayış, Filistin topraklarının ötesine taşarak, Lübnan, Suriye, İran ve hatta Yemen gibi alanlarda İsrail’in “güvenlik” kisvesi altında yeni alan kontrolü sağlama hevesini daha görünür kılıyor.
Bunun da ötesinde, İsrail’in bu yayılmacı siyaseti, küresel güçlerin pasifliği ya da örtük desteğiyle daha da pervasız hale geliyor. ABD ve AB gibi güçler İsrail’in saldırılarına onay verirken Rusya ve Çin gibi güçler ise kendi çıkar hesapları nedeniyle etkisiz kalıyor. Bu uluslararası sessizlik, İsrail’i daha cüretkâr kılıyor.
İsrail İçindeki Sistemik Ayrımcılık
Bu yayılmacı dış politikanın iç yansıması ise İsrail toplumu içindeki ırk ve etnik temelli sınıflandırmalarda açıkça görülüyor. İsrail’de Yahudiler arasında da bir hiyerarşik ayrım var. Avrupa kökenli Eşkenaz Yahudileri İsrail’in siyaset, ekonomi ve kültür alanlarında hegemonik konumunu oluşturuyor. Kuruluş sürecinden itibaren devletin elit kesimini temsil ediyorlar. Sefarad Yahudileri ise İspanya’dan sürülen ve Osmanlı coğrafyasına yerleşen Kuzey Afrika ve Ortadoğu kökenli Yahudilerdir. Eşkenazlara göre daha düşük bir statüye sahip olan Sefaradlar, eğitim ve refah seviyelerinde görece geride kaldı. Etiyopya kökenli Yahudiler olan Falaşalar (Beta Israel topluluğu) ise İsrail’de en altta konumlandırılan kesimdir. Kökleri M.Ö. dönemlere kadar uzanan Beta Israel topluluğu, binlerce yıl boyunca Afrika kıtasında yaşadı. Fakat Yahudi dünyasında daima tartışmalı bir yere sahip oldu. 1980 ve 1990’larda “diaspora kurtuluşu” söylemi ve Moses ve Solomon gibi göç operasyonlarıyla İsrail’e getirilen Falaşalar, sağlık hizmetlerinden eğitime, iş hayatından orduya kadar birçok alanda ayrımcılığa ve ırkçılığa maruz kalıyor. Bu durum, Siyonist projenin “üstün Yahudi milleti” idealinin de ırksal ve kültürel kodlarla şekillendiğini açıkça gösteriyor. Nitekim İsrail toplumunda ten rengi, köken ve kültürel miras, vatandaşlık bağının ötesinde sosyal sınıflamaların temel belirleyicilerinden biri.
Siyonist rejimin sahte yüzünü ilk gösterdiği olay 1996’daki Kan Skandalı oldu. İsrail Kızılayı’nın (Magen David Adom), Falaşalardan alınan kanları sistematik olarak imha ettiği ortaya çıktı. Bu olay, devletin kendi vatandaşlarını biyolojik bir tehdit olarak kodladığının göstergesi olarak yorumlanırken üstünlük ideolojisinin biyopolitik bir düzleme nasıl taşındığını gösterdi. Devam eden yıllarda ise polis şiddeti ve yapısal ırkçılık daha belirgin hale geldi. 2015 yılında üniformalı Etiyopyalı Yahudi asker Damas Pakada’nın sokakta polis tarafından dövülmesi sonucu İsrail’de on binlerce Falaşa sokaklara inerek gösteri yapmıştı. Etiyopya kökenli Tel Aviv Vali Yardımcısı Mehereta Baruch-Ron ise kendisinin de ayrımcılığa maruz kaldığını dile getirmişti. Haziran 2019’da, Etiyopya asıllı 18 yaşındaki Solomon Teka’nın bir polis tarafından öldürülmesi Falaşaların öfkesini bir kez daha sokağa taşımıştı. Bu protestolar İsrail’in içeride uyguladığı ırksal ve sınıfsal tahakkümün açık bir reddiyesi olarak tarihe geçti.
Diğer yandan ordu içerisinde de Falaşalara yönelik ayrımcılık dikkate değer. Etiyopya asıllı İsrailli askerlerin intihar oranı oldukça yüksek. Shomrim Merkezi tarafından yapılan bir çalışma, intihar eden Falaşa askerlerinin ciddi sosyal baskı, ekonomik sıkıntı ve aile sorunları yaşadığını ortaya koyuyor.
İç Direniş Potansiyeli ve İsrail’in Kırılganlığı
İsrail’in Ortadoğu’daki saldırganlığı büyüdükçe, içerideki sosyo-politik fay hatları da derinleşecektir. Dışarıda sürdürdüğü askerî şiddetin mantığı, içeride kendi yurttaşlarını ayrıştıran, aşağılayan ve bastıran bir yapıyı yeniden üretiyor. Bu nedenle Falaşalar, yalnızca İsrail’in içindeki marjinal bir grup değil, aynı zamanda devletin içten çözülme potansiyelini barındıran bir halk.
İsrail toplumunda yerleşik hale gelmiş sınıfsal ve etnik ayrımlar, devletin sürdürülebilirliğini tehdit eden yapısal zayıflıklara işaret ediyor. Falaşalar, kendi tarihsel kimliklerine ve dinî bağlılıklarına rağmen sürekli olarak “şüpheli Yahudi” muamelesi görüyor. Bu durum, İsrail’in resmî söylemindeki birlik ve güvenlik temalarının gerçekte ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor.
Falaşa gençliği arasında artan sosyal farkındalık, kültürel özgüven ve dijital mecralardaki örgütlenme potansiyeli, gelecekte kitlesel bir iç başkaldırının temel dinamiklerinden biri olabilir. Bu potansiyelin en güçlü göstergesi, 2015 ve 2019’daki sokak eylemleri oldu. Fakat bu çıkışlar henüz süreklilik ve örgütlülük açısından zayıf görünüyor. Siyonist devletin ideolojik ve güvenlik merkezli baskı aygıtları, potansiyel hareketlenmeyi erken evrede bastırma konusunda oldukça uzman. Nihayetinde baskıcı ve saldırgan bir rejim olarak bölgeyi ateşe sürüklüyor.
Tarih boyunca çöken her otoriter devlet gibi İsrail de bir gün çökecek. Bu çöküşün -Siyonist saldırganlığa dur diyen bir devlet/yapı olmadığı düşünülürse- kendi içindeki en dışlanmış grup tarafından gerçekleştirilmesi bir çelişki olmayacak. Falaşalar bu anlamda, yalnızca mağdur bir topluluk değil; aynı zamanda sistemin zayıf karnı.
Sonuç
Bugün Ortadoğu’da yaşanan her yıkım, yalnızca Filistin’in değil, Lübnan’ın, Suriye’nin, İran’ın ve daha birçok ülkenin insanlarını derinden etkiliyor. Gazze’de bombalanan mahalleler, Şam’da hedef alınan çocuklar, Beyrut’ta yıkılan evler ile Tel Aviv sokaklarında polis coplarıyla ezilen siyah bedenler, aynı sistemin farklı coğrafyalardaki tezahürleri olarak okunmalı. İsrail’in hem dışarıya karşı yürüttüğü savaş politikaları hem de içeride uyguladığı ırksal ve sınıfsal tahakküm, aynı sömürgeci zihniyetin ürünüdür. Bu zihniyet, yalnızca dışarıdan değil, içeriden de çözülebilecek kadar kırılgan.
Falaşalar, İsrail toplumunun en alt tabakasında yer alan, sistematik ayrımcılıkla sindirilmiş bir halk olabilir. Fakat aynı zamanda bu sistemin en tehlikeli fay hattını da oluşturuyorlar. Tarih boyunca içten gelen sarsıntılarla çöken birçok otoriter rejim gibi, İsrail de kendi içinde yıllardır biriken bu sosyal gerilimlerin sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacak.
Bugün uluslararası toplumun sessizliği ve büyük güçlerin çifte standartlı politikaları, İsrail’in saldırgan tutumunu cesaretlendirmeye devam ediyor. Her ne kadar İsrail lehine olsa da bu durum tarih, yalnızca dış müdahalelerle değil, içeride büyüyen adaletsizliklerle de yön değiştiriyor. Siyonist rejimin dışarıda ürettiği kaos hali, içeride bastırdığı öfkeyle birleştiğinde bir kırılma anı kaçınılmaz olabilir.
Hakan Albayrak’ın Mağribli Çocuklar şiirinde olduğu gibi:
bir gün var ya bu Habeşli çocuklar
bir gün yakacaklar Tel Aviv’i…
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.