Bugün dünyanın her yerinde giderek ağırlaşmakta olan bir mülteci sorunuyla karşı karşıya bulunuyoruz.
Rakamları sabitlemek neredeyse imkansız, zira hareketlilik durmaksızın sürüyor. 2015 yılında Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Avrupa’ya o yıla kadar deniz yoluyla ulaşan göçmen ve sığınmacı sayısının 250 bine yaklaştığını açıklarken, Avrupa’ya kaçak yollardan girmek isterken Akdeniz’de boğularak ölen göçmenlerin sayısının da 3 bin 500 olduğunu belirtmişti.
Mülteci akını kolayca duracak gibi değil, dünya ölçeğinde mülteciler büyük bir sorun olmaya başladı.
BM’ye göre yollara dökülüp de ölümle yüzyüze olan göçmen sayısı 200 milyon civarındadır. Rakamlar her geçen gün değişiyor.
2009’da Uluslararası Hidrojen Enerji Ajansı Başkanı Prof. Dr. Nejat Veziroğlu, “Güney ve kuzey buzulları eriyor. Bir sürü ada devleti ve Maldivler bu yüzyıl sonunda yok olacak. Bangladeş ve Hollanda gibi ülkeler deniz seviyesinin yükselmesinden çok çekecekler. Yaklaşık 150 milyon kişi 6 kıtadan taşınmak zorunda kalacak. Bu yüzyıl sonunda deniz seviyesi bir metre artacak” diyordu.
Göç veya mülteciler sorunu sadece küresel ısınma, iklim değişikliği, emek yoğun sanayii ve buna bağlı ekolojik dengenin bozulmasından kaynaklanmıyor, sorun açlık, aşırı yoksulluk, iç çatışmalar, bölgesel savaşlar, terör, ulus devletlerin sebep olduğu etnik arındırma ve baskı rejimlerinden de kaynaklanıyor.
Tarih boyunca trajik göçler vuku bulmuştur.
19. ve 20. yüzyıllarda göçlerde geometrik artışlar yaşandı. “Rus Çarlığının emriyle 1864 yılında 1,5 Kafkasyalı yurdundan oldu. Tehcire zorlanan Kafkas halklarının birçoğu sürgün yolculuğunda açlık ve kötü şartlara yenik düşerek can verdi, binlercesi Karadeniz’in azgın dalgalarına dayanamayan gemilerin batmasıyla engin sularda boğuldu, yüzlercesi kalıcı hastalığa yakalandı. Karadeniz’deki Taman, Tuapse, Anapa, Soçi, Sohum, Poti ve Batum gibi limanlardan Rus, Osmanlı ve İngiliz gemilerine bindirilen muhacirler, Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Varna, Köstence ve İstanbul’a getirildi. Arşiv kayıtlarına göre, Kafkaslar’dan sürgün edilen insanların yüzde 30’una yakını, yolculuk tamamlanamadan öldü.”
Balkanlarda milyonlarca müslüman göç etmek zodunda kaldı, bazıları rakamın beş milyon civarında olduğunu söylüyor..
Bugün İslam dünyasında başgösteren mülteci sorunu benzer karakterde seyrediyor.
İsrail’in topraklarını işgal etmiş olması dolayısıyla altı milyon Filistinli mülteci durumuna düşmüş bulunuyor. 2023’te İsrail’in başlattığı katliamın 2025’te geldiği nokta, 2 milyon 300 bin Gazzeli’nin silah zoruyla veya kıtlığa, açlığa ve susuzluğa mahkum edilerek yerlerinden edilecekleri kerteye geldi; Amerikan Devlet Başkanı Trump da, Gazze şeridini bir turizm ve sayfiye haline getirmek istediklerini söyledi.
2011’de başlayan Suriye iç savaşı dolayısıyla ülke nüfsunun 1/3’ü yerinden yurdundan olup mülteci durumuna düştü. Suriye yanında Afganistan, Irak, Yemen ve Libya’daki iç savaşlar kitlesel mülteciler hareketine sebep oluyor. Açlık ve iç savaşlar dolayısıyla Afrika’daki mülteci olayları hiç eksik olmadı.
Arakan başta olmak üzere Asya’da, Bengladeş ve Pakistan’da da benzer olaylar yaşanıyor. Mesela Pakistan ordusunun Kuzey Veziristan bölgesinde Taliban’a yönelik başlattığı bir askeri operasyon bir anda 572 bin kişinin yerinden olmasına yol açabiliyor. Rusların işgalinden sonra beş milyon Afganlı İran’a iltica etti.
İltica ve mülteciler kanun dışı sektörleri geliştirip mülteci tacirlerini harekete geçiriyor. “2008’de Dünya genelinde her yıl 700 bin ile 2 milyon arasında kişinin insan tacirlerinin eline düşeceği, bu arada Türkiye’nin göç haritasında merkez ülkelerden biri olacağı” öngörülüyordu. Öngörü doğru çıktı.
Küresel ölçekte giderek derinleşen eşitsizlikler yakın gelecekte dünyanın bugünkü yoksullarını ve can havliyle yerlerini terkedecek olanların sayısını katlayarak arttıracağını, yollara düşenlerin de yerkürenin batısına ve kuzeyine doğru akacağını gösteriyor. Belki de pek uzak olmayan bir gelecekte refah içinde yaşayan yüzde 10-15’lik bir azınlık, yoksullar, çaresizlerin ve başka yerlere göç etmek zorunda kalanların denizinde küçücük bir ada olarak kalacaktır.
Sorun küresel olduğundan çözüm de küresel olmak durumundadır:
a) Küresel ölçekte insanoğlunun bugün içine itildiği tüketim kültürü, büyümeye dayalı ekonomi politikaları ile bu çerçevede hükmünü icra eden vahşi piyasa kapitalizmi söz konusu sorunun birinci derecedeki sebebidir. Bunu kültürel-politik faktör olarak görebiliriz.
b) Başta Ortadoğu olmak üzere Afrika ve İslam dünyasındaki politik olaylara doğrudan veya dolaylı yollarla müdahil olan Batı iç çatışma, savaş ve otokrat rejimlerin baskılarının devamında önemli rol oynamaktadır. Herkesin kendi yurdunda özgür, güvenli ve insani asgari sosyo-ekonomik standartlara sahip bir politik düzen kurulmadıkça mülteciler sorunu devam edecektir. Batı, İslam dünyasının kaynaklarını kontrol etmek suretiyle mevcut refahını korurken, istikrarsızlığın, iç savaş ve çatışmaların onu etkilemeyeceğini beklememelidir.
c) Şüphesiz sorunun tamamı Batı’ya ait değildir. İslam ülkeleri yeni bir sosyo-politik düzen ve kaynak paylaşımı tasavvuruna sahip olup bunu hayata geçirmiyorlar.
Bu arada olan çocuklara, kadınlara ve çaresizce yerlerinden olan zayıflara oluyor.
Bunun en can atıcı olayı 2 Eylül 2015’te ailesi ile birlikte Muğla’nın Bodrum ilçesinden Yunanistan’ın İstanköy (Kos) adasına şişme botla geçmeye çalışırken annesi ve kardeşi ile birlikte boğularak ölen üç yaşındaki Suriyeli çocuk Aylan’ın cesedinin sahile vurmasında yaşandı.
Televizyon ekranlarında bu masum yavrucağın yıllardır Akdeniz’de, Ege’de, Meriç nehrinde kıyılara vuran cesetlere baktıkça aklımda şu ayet geçip durdu: “Ve diri diri toprağa gömülen kızcağıza sorulduğu zaman: Hangi suçtan dolayı öldürüldü?” (81/Tekvir, 8-9)
Genel bağlamı içinde ayetler kıyametin tasvirini yapar ama tümüyle dünyada olup bitenlere vurgudur. Nitekim 10. ayet “Sahifeler açıldığı zaman…” diye devam eder. “Sahifeler” dünyada herkesin amel defterleri yani dava dosyaları demektir, kim ve kimler bu felaketlere sebep oluyorsa, Büyük Mahkeme’de hesap verecektir.
Kozmik düzeni mümkün kılan tabii yasalar olduğu gibi tarihte ve toplumsal hayatımızda hükmünü icra eden ilahi yasalar vardır. Her iki yasaya “Sünen-i ilahi” denir. Yasalar halk dilinde anlaşılır deyişler şeklinde ifade edilirler. Mesela hiçbir mazlumun hakkının zalimde kalmadığı hükmü için “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” ya da “Mazlumun ahı indirir Şah’ı” veya “Zulm ile abad olanın akibeti berbad olur” denmesi gibi. Kısaca mazlumun hakkı zalimde kalmaz!
2011’den sonra Suriye’de olup bitenler mülteci sorunu daha çok konuşulur hale geldi. Milyonlarca insan bombalardan, çatışmalardan kaçıp başka yerlere kaçmak zorunda kaldıklarında, ciddi bir insani sorunla karşı karşıya olduğumuz anlaşıldı. 2025’e gelindiğinde ölenlerin ve iltica edenlerin sayısı milyonlarla ifade edilmeye başlandı. Suriye’yi derin bir krize iten tamamen politik hesaplar, küresel ve bölgesel liderlerin ihtirasları oldu.
Bir zamanlar Hıristiyanlar “Latin serpuşu görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz” derken, şimdi müstaz’af Müslümanlar, rejimlerden veya örgütlerden kaçarak Batı’nın merhametine sığınıyorlar.
Mülteciler sorunu bugünkü paradigma içinde kalınarak çözülemez aksine paradigma sorunun bir parçasıdır. Farklı bir paradigmadan sorunu doğru teşhis etmeye ve çözüm aramaya çalışalım. Sorunun bizi ilgilendiren yanı daha tarjik zira İslam dünyası hem en çok mülteci veren havza, hem de sürüp giden 10 çatışma alanından biri iltica ve mülteciler konusudur.