Savaş mı, Cinayet mi? (2)
(Fetva veya içtihat gerektiren konu)
7 Ekim 2023’ten beri batının mutlak desteğinde katliam yapan İsrail’in işgal ve savaşın askeri, politik ve stratejik yönleri önemli ama bu konumuz açısından ayrı bir bahis. İşgal sırasında kullanılan yöntemlere bakmak lazım.
Denir ki, Hz. Ali (r.a.), savaşta bir müşriki yatırmış tam boynuna kılıcı indirecekken, adam, öfkeyle mübarek yüzüne tükürür. Hz. Ali, birden durur ve kısa bir duraklamadan sonra, adamı öldürmekten vazgeçer. Hayretler içinde kalan müşrik sorar: “Niye beni öldürmedin?” Her hareketi “takva” üzere olan Hz. Ali cevap verir: “Seni savaşta olduğumuz için öldürecektim. Yüzüme tükürünce nefsim harekete geçti ve seni kendisi için öldürmemi emretti. Onunla mücadele ettim ve seni öldürmekten vazgeçtim. Eğer seni nefsim için öldürecek olsaydım, katil olurdum.”
Bu müthiş nefs muhasebesinin eseri yüksek bilinç karşısında müşrik kelime-i şehadeti getirir, Müslüman olur.
Peygamberimiz (s.a) savaşta da olsa “düşman askerlerine veya cesetlerine müsle (işkence, kötü muamele) yapılmayacağı”nı buyurur, bu amir bir hükümdür, aksini yapan mürim olur. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, din adamları, ibadethaneler savaşın dışındadır. Fiilen savaşa katılmayan sivil insanlar da hedef değildir. Bunun yanında yaralılara kötü muamele yapılmaz, tedavilerine engel olunmaz. Amerikalılar Afganistan’da ambulansları vurdular, İsrail Gazze’de 35 hastaneyi enkaza çevirdi. Savaş ortamında geçerli kurallar, muharebe meydanı ve zamanıyla sınırlıdır. Savaş bitince diğer genel geçer kurallar devreye girer.
Steven Runcıman anlatır: “Kudüs’e giren Selaheddin Eyyubi, Franklar’a gayet adil davrandı. Onların 88 yıl önce kurbanların kanı içinde yüzmüş oldukları yerlerde ne bir bina yağma edildi, ne bir insana sataşıldı. Selaheddin’in emriyle askerler Hıristiyanlara karşı bir taşkınlık yapılmasın diye devriye gezdi. Patrik Heraclius’un isteğiyl 700 esir serbest bırakıldı. Sonra bütün yaşlı ve kadınlar serbest bırakıldı. Kadınlar ağlaşınca Selaheddin, Hıristiyan esir erkekleri de saldı., dul ve yetimlere mevkilerine göre tahsisatlar ayırdı. Onun bu tutumu, ilk haçlı seferine katılan Hıristiyan galiplerin kötülükleri ile garip bir tezat teşkil etti (Steven Runcıman, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara, 1987, C. ll, s. 390-391).
Malazgirt Meydan muharebesinin muzaffer komutanı Alp Arslan’ın, yendiği Bizans İmparatoru Romanos Diyojen’e karşı tutumu ünlüdür: “Alp Arslan, imparatora çok alicenap davrandı ve ‘-Müteessir olmayınız, insanların maceraları böyledir. Size esir değil büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım. Ona özel bir çadır kurdurdu, hizmetçiler verdi ve onu şerefli bir misafir gibi ağırladı” (Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, 2. Bsk., İstanbul, 1969, s. 140).
Çanakkele’ye gelip bağımsızlığımıza kasteden Anzaklar’ın hala hayatlarını kaybettikleri yerde mezarları var. Her sene torunları gelip mezarlarını ziyaret ediyorlar.
İsrail’in esir tuttuğu Filistinlilere uyguladığı kötü muamele ile, Hamas’ın İsrailli esirlere gösterdiği muamelenin küçük bir mukayesesi iki din müntesibinin savaş kültürleri konusundaki farklı tutumları hakkında bize yeterince bilgi vermeye yeter.
Bu örneklerin sayısını arttırmak mümkün. İslam tarihinde savaşın bağlı olduğu hukuk ve ahlak prensipleri asli, bu prensipleri ihlal eden vak’alar istisnadır. Elbette hukuk ihlali olmuş, tarihimizde de kötü, utanç verici olaylar yaşanmıştır. Ama bunlar hem bir hukuk ve ahlak ihlali kabul edilmiştir, hem de “istisna kaideyi bozmaz” fehvasınca ihlaller “istisnai hadiseler” sınıfında kalmıştır.
İsrail hapishanelerinde olanların benzeri Ebu Gureyb Cezaevinde ve Guantamona’da Amerikalılar tarafından yapılmıştı. Hepsinde açıkça insanlık suçu işlenmişti, İngilizler en azgın eşcinsel askerlerini Iraklı esirlerin üzerine saldılar, üstüste yığgılmış cesetlerin fotoğrafları dünyaya servis edildi. Şimdi Amerikan kuvvetlerinin Irak’ta yaptıklarının aynısı İsraillilerin yaptıklarıyla mahiyetçe aynı: Amerikalılar Irak’ta tarihi ve dini mekanları vandallar gibi yerle bir ettiler. Camileri, okulları, hastaneleri basıp yaralıları, Allah’ın evinde namaz kılan savunmasız cemaati öldüdüler. Ebu Hanife’nin Camii delik deşik oldu. Yüzmilyonlarca Sünni’nin yüreğini paramparça ettiler. Hele yerde yatan ve can havliyle debelenmekte olan bir yaralıyı öldürmek hangi vicdanın eseri? Ya öldürülmüş bir Filistinli’nin cesedini çırılçıplak soyup ortalıklarda gezdirmek hangi ruh halinin tezahürü?
Bu nasıl bir husumet, bu nasıl bir nefret, bu nasıl bir savaş ahlakı? Bir savaşı cinayetten ayıran,
a) Savaşın gerekçesi,
b) Savaşta kullanılan güç oranı ve
c) Savaşın yürütülüş biçimidir.
Bugün İslam alemi meşru ve haklı olmayan gerekçelerle/bahanelerle işgal ediliyor; İşgalciler, bildiğimiz ve bilemediğimiz silahlar dahil aşırı güç kullanıyor ve acımasızca sivilleri öldürüyorlar.
Kelam ve fıkıh açısından üzerinde yoğunlaşmamız gereken konu şudur: İslam aleminin önünde örgütlü, organize bir düşman var. Bu düşman kitle imha silahı kullanıyor, sivilleri öldürüyor, yerleşim birimlerini enkaza çeviriyor.
Böyle bir durumda müslümanların kitle imha silahı kullanmaları caiz mi, değil mi?
Caiz ise neye göre caiz, değilse neye göre caiz değildir?