1. YAZARLAR

  2. Doğu Ergil

  3. “Hakikat Sonrası” dünya: “Post-truth” ne demek?
Doğu Ergil

Doğu Ergil

“Hakikat Sonrası” dünya: “Post-truth” ne demek?

A+A-

Yine Batı bize kafa karıştırıcı bir kavram hediye etti: “Post-truth”. Bu deyiş, kelime anlamıyla “hakikat-sonrası” demektir; fakat “hakikatin bittiği dönem” anlamına gelmez.

Daha isabetli tanımı şudur: Post-truth, hakikatin toplumdaki belirleyiciliğini yitirdiği; duyguların, kimliklerin, aidiyetlerin ve propaganda tekniklerinin gerçeklerden daha etkili hâle geldiği bir dönemin adıdır.

Bu dönemde:

Hakikat değil, duygu ve algı yönetimi belirleyicidir.

Kanıt değil, tekrar kazanır.

Gerçek değil, “benim grubumun hissettiği gerçek veya inandığı hakikat” önemlidir.

Doğru bilgi değil, yaygın ve tekrarlanan bilgi güç kaynağıdır.

Yani mesele, yalanın artması değil; doğrunun sarsılması ve inandırıcılığını yitirmesidir.

Gerçek Sonrası (post-truth) çağının özellikleri

Bu çağın ayırt edici dört özelliği var:

Duyguların gerçeklerden daha etkili olması

İnsanlar bilgi aramıyor; duygularının, inandıklarının doğrulanması (emotional validation) arıyor.

“Bana hissettirdiği doğru geliyorsa o doğrudur” inancı gerçekliğin yerini alıyor; “gerçek mi?” sorusunun önüne geçiyor.

Bilginin parçalara ayrılması

Eskiden haber kaynakları azdı ve doğruluğu konusunda daha az kuşku vardı. Bugün herkes “haber üreticisi” ve bunların doğruluğu konusunda ciddi kuşkular var. Bu da doğruyu yanlıştan ayırt etmeyi zorlaştırıyor.

Algı yönetiminin kurumsallaşması

Siyaset, medya, şirketler ve hatta bireyler için veri manipülasyonu çok yaygın. Seçici gerçekler, kurgu haberler (yalan da diyebilirsiniz) birer “araç seti”ne dönüşmüş durumda.

Hakikatin değil, kabullenilebilirliğin önem kazanması

‘Bu dönemde gerçeklere’ sadık olmak yerine, “kendi hedef kitlemi nasıl ikna edebilirim” kaygısı hakim oldu. Bu durum, habercilik araçları yanında haberler üzerinde kontrol, hatta tekel sahibi olmak hırsını tetikledi. Bu nedenle post-truth dönem, otoriterliğe çok müsait bir zemin oluşturuyor. Çünkü hakikati arayan değil, kendi hakikatini imal edip onunla tatmin olan toplumlar sahneye çıktı. Bu toplumların hakikatler ve günün gerçekleri konusunda ne kadar savunmasız ve kırılgan oldukları açık, çünkü toplumun üyeleri ortak bir gerçekliği paylaşma kapasitesini giderek yitiriyor.

Şimdi o kritik soruyu soralım: Post-truth çağına neden girdik?

Bu sorunun kısa yanıtı, “Küresel bir kırılma yaşandı o nedenle.” Nedir bu kırılmanın nedenleri? Üç neden özelikle belirleyici:

1-Dijital patlama ve bilgi anarşisi: Kimi uzmanlara göre internet, beklenenin tersine, bilgiyi demokratikleştireceğine çoğu zaman kaotikleştirdi. “Doğru bilgiye ulaşmak” yerini, “çok bilgiye ulaşmak” aldı. Oysa bunlar aynı şey değil.

2- Siyaset, kriz yönetiminden kimlik yönetimine yöneldi. Dünya genelinde siyaset; çözüm üretmek ve yapısal dönüşümler yerine duygusal manipülasyon ve kitle mobilizasyonuyla daha fazla ilgili.

3- Kurumlara karşı ciddi güven kaybı oldu.

Liyakatİn ihmali; kendi iktidarını ülke çıkarlarının üzerinde tutan yönetimlerin siyasette sorun çözümü ve yapısal reform değil, toplumu duygusal tatmine ulaştırmayı hedef almasıyla ekonomide kural dışı yatırım, tüketim ve yolsuzluk, sonunda da iflas kaçınılmaz oldu.

Gerçeklerle yüzleşmek ve hakikate ulaşmak yerine medyayı kontrole alıp toplumu sahte gerçekliklere inandırdılar. Bilgiden ve gerçeklerden korktukları için üniversiteleri kısırlaştırıp, nitelikli kadrolarını harcadılar. En büyük zararı da yargıyı, siyasetin (yönetimin) aracı haline getirerek adalet dağıtan değil, cezalandıran, yasaklayan bir iktidar aracına dönüştürdüler.

Var olan kurumsal yapıya güven azalınca insanlar, imal edilen ve duygularına hitap eden yapay hakikatlere yöneldiler. İşte “hakikat-sonrası” dönem veya dünya bu.

Türkiye bunun neresinde?

TÜRKİYE’DE POST-TRUTH: HAKİKATİN DEĞER KAYBI VE SİYASAL KÜLTÜR

Hakikatin parçalanması, ‘Oynanmış Hakikatler’ Ülkesi

Türkiye’de “gerçek”, çoğu zaman iktidar, muhalefet, kimlik, medya grubu tarafından yeniden tanımlanır hâle geldi. Bu da aynı olayın birçok yorumuna yol açtı.

Pekiyi, eskiden nasıldı? Aldatılmaz ve iktidarlarca kendi ‘doğrularına’ uygun yönlendirilmez miydik?

Bakalım:

-Devlet-merkezli hakikat geleneği:

Türkiye’de modernleşme tarihinin büyük kısmı “devletin hakikati” ile “toplumun hakikati” arasındaki gerilimle geçti. Buna araştırmacılar “merkez-çevre gerilimi” dediler. Cumhuriyet’in kurucu döneminde hakikat çoğu zaman yukarıdan tarif edildi; bu, post-truth’u doğuran zeminin erken bir biçimiydi: Hakikat, “resmî anlatı”ya göre doğrulanırdı.

Alternatif bilgi kaynakları tehdit olarak görülürdü.

Bu kültürel miras, günümüzde bilgi çoğaldıkça resmî otoritenin duygusal ve sembolik söyleme daha fazla sarılmasına yol açtı.

-Cemaatçilik → Duygu üstünlüğü

Türkiye’de siyasal aidiyetler rasyonel tartışmadan çok kimlik ve aidiyet üzerinden kurulur(du). Bu, post-truth’un “duygunun hakikatin önüne geçmesi” özelliğiyle örtüşür:

Sözün doğruluğu değil, “bizden mi?” olduğu önemsenir. Kanıt değil, aidiyet duygusu ağır basar.

– ‘Gürültülü siyasî merkez’ ile ‘suskun yurttaş’ arasındaki hep bir boşluk, hatta uçurum olmuştur.

Türkiye’de iktidarlar sesini yükselttikçe yurttaşın sessizliği artmıştır. Darbe ve sıkıyönetim dönemlerini düşünün. Bu durum hiç değişmemiştir.

Söz konusu sessizlik, hakikatin kenara itilmesi yerine imal edilmiş gerçeklik algılarının gelmesine neden olmuştur. Post-truth dönemini güçlendiren şeylerden biri de, hakikat arayıcılarının sahneden itilerek uzaklaştırılmasıdır.

Yakın Dönem:

a) 1990’lar: Enformasyonun karar(tıl)ması

Faili meçhuller, medya manipülasyonu ve kutuplaşmanın yükselişi, hakikatin parçalanmasının erken örnekleridir. Aynı olay hakkında üç farklı gazete üç farklı “hakikat” yazmaktan çekinmemiştir. Daha sonra 10’dan fazla gazete aynı başkıklarla çıkar oldu.

b) 2000’ler: Medya tekelleşmesi ve ‘duygusal siyaset’

Medyanın kutuplaşmasıyla birlikte bilgi, bir kamu hizmeti olmaktan çıkmış; bir tarafgirlik aracına dönüşmüştür. Verilen haberlerin doğruluğu değil, “bizim mahalleyi nasıl etkileyeceği” önemsenmiştir.

c) 2010 sonrası: Artık gerçekler değil, hikâyeleri önemsenmeye başlamıştır. Bu dönemde siyaset tamamen bir anlatı savaşına dönüşmüştür. Algı yönetimi siyaset yapmanın asli yöntemi olmuştur. Farklı anlam dünyaları oluşmuş ve insanlar aynı yerde aynı zamanda yaşamaz olmuştur. Bu atmosfer, Türkiye’yi “post-truth siyaseti”nin tipik örneklerinden hatta laboratuvarlarından birine dönüşmüştür.

SON DÖNEM ÖRNEKLER

Ekonomi tartışmalarında hakikatin buharlaşması

Toplumu derinden sarsan enflasyon konusunda bile, resmî kurumların açıkladığı verilerle toplumun yaşadığı gerçeklik arasında “hakikat aralığı” oluşmuştur. Yolsuzluk konusu tümden gündem dışıdır. Kıymeti kendinden menkul “fetvalar” (anayasal olarak bu laik bir devlettir) “yolsuzluk, hırsızlık değildir” mesajıyla yüzdürülmüştür.

Seçim kampanyaları: Hikâyelerin savaşı

Türkiye’de seçim süreçleri giderek “veri” ve “program”dan uzaklaşıp “duygusal bombardımana” ve niteliksiz tartışmalara dönüşmüştür. Her seçim döneminde gaz ve petrol bulunmuş, ‘yerli ve millî’ uçaklar semaları kaplamıştır.

Bir videonun, bir sloganın, tek bir fotoğrafın seçim sonucunu belirlemesi post-truth çağının tipik bir Türkiye örneğidir.

Sosyal medyada paralel evrenler

Türkiye’de X/Twitter, YouTube ve TikTok birbirinden kopuk gerçeklik alanları yaratmıştır. Ülkede, birbirine kapalı, anlaşamayan farklı toplum grupları doğmuştur. Hakikat, ortak bir buluşma zemini olmaktan çıkınca, diyalog ve uzlaşma da imkânsızlaşmıştır. Anlaşmazlıklar ve sürtüşmeler yıllarca sürmüştür.

Dış politikada ‘gurur verici hikâye milliyetçiliği’

Zorlu dış politika konularında tartışma çoğu zaman alandaki teknik veriler üzerinden değil, duygusal semboller üzerinden ilerlemiştir: Bayrak, onur, gurur, meydan okuma, geçmişin şanı ve fetih özlemi gibi ögeler, hakikatin değil duygusal yükselişin belirleyici olduğu bir zemini güçlendirmiştir. Bu durum biraz ümit, biraz hayal ama çokça gerçeklerle çelişen bir algıya yaslandığı için getirisi az, riski çok bir diplomasiye yol açmıştır. Diplomasinin önemli bir kısmı askeri güçle yürütüldüğünden bu da çok aktörlü ve çatışmalı bölgelerde ülkeyi sonucu kuşkulu maceralara sürüklemiştir.

Pekiyi, bu çağdan çıkış mümkün mü?

Evet; ama üç şeyin gerçekleşmesi şart:

Bağımsız kurumların olması ve baskı altında olmadan çalışması. Çünkü bunlar ülke ve dünya gerçeklerini günün iktidarından koruyan yapılardır.

Bilgi okuryazarlığı. Bu, doğru bilgiyi sahte veya ‘oynanmış bilgiden’ ayırabilen yurttaş demektir.

Şeffaflık kültürü. Her şeyin açık olması, yalanın maliyetini artırır ve yurttaşlar, yönetimlerin yanlışlarını düzeltebilir.

Türkiye, bugün bu üç alanda da zorluk yaşıyor; ama yönetim sürekli hata yapıp düzeltmemekte direndiği sürece toplumsal farkındalığın yükselmesi beklenenilir. Bu da hakikatlerle oynanmasını ve post-truth’un etkisi azalacaktır.

Şöyle bitirelim: Post-truth, hakikatin ölmesi değil, parçalanması ve etkisizleşmesidir. Bu çağda güç, hakikat üretmekte değil, hakikat duygusu (algı) üretmektedir.

Türkiye ise bu çağın hem mağduru, hem uygulayıcısı, hem de tipik bir örneğidir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar